Bir sahne sanatları türü olarak sosyal clownların deprem bölgesinde yürüttükleri çalışmaları ve sanatın zor zamanlardaki birleştirici, dönüştürücü gücü üzerine söyleştik.

MEYDAN

Ya Deprem’den Sonra?: S.O.S – Sosyal Oyun ve Sokak Sanatları Topluluğu İle Röportaj

 

Seçim odaklı ilerleyen gündem, güncel siyasetin hızı, yalpalamaları ve kesintileri arasında deprem halâ tüm gerçekliğiyle hayatımızın merkezinde duruyor: Bir yıl geçmesine rağmen deprem bölgesinde değişmeyen zorlu yaşam koşullarıyla ve planlamadan uzak beklenen gelecek depremlerin kaygısıyla birlikte tam merkezde… “Ya Depremden Sonra?” serisinde ne yaşadığımıza ve yaşayabileceğimize dair kamusal tartışma zeminlerini korumaya, deprem bölgesinin ihtiyaçlarını duyurmaya ve sahada devam eden çalışmaları görünür kılmaya dönük bir hatırlama ve hatırlatma gayesiyle yan yana geliyoruz. 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde de sahnesi sokaklar ile toplumsal mücadele alanları olan S.O.S (Sosyal Oyun ve Sokak Sanatları Topluluğu) ile bir araya geliyor, bir sahne sanatları türü olarak sosyal clownların deprem bölgesinde yürüttükleri çalışmaları ve sanatın zor zamanlardaki birleştirici, dönüştürücü gücü üzerine söyleşiyoruz.

 

“Ya Depremden Sonra?” serisinin ilk söyleşisinde yaşananın toplumsal bir travma olması sebebiyle sahadaki psikologlara yüzümüzü dönmüş, deprem ve sonrasında ruh sağlığımız üzerine TODAP’la (Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği) konuşmuştuk. İkinci söyleşide ise depremin yalnız insanlar için değil tüm canlılar için yıkıcı etkilerine ve sonrasına Dört Ayaklı Şehir: Kent, Doğa, Hayvan Çalışmaları Derneği’nden Mine Yıldırım ile bakmıştık. Üçüncü söyleşide de Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu’ndan Prof. Dr. Mehmet Zencir ile deprem bölgelerinde bir yılda sağlık açısından neler yaşandığını, toplum sağlığının neden sadece sağlık emekçilerine bırakılacak tıbbileşmiş bir çıktı olarak görülemeyeceğini ve 6 Şubat sonrasında ortak çaba ve dayanışma ile neler başarılabildiğini konuşmuştuk.

 

 

Sizleri 6 Şubat Kahramanmaraş Depremi’nin ardından tanıdık, bize biraz Sosyal Oyun ve Sokak Sanatları Topluluğu’ndan ve yolculuğunuzdan bahsedebilir misiniz? Örneğin Bir+Bir’deki söyleşinizde “sosyal clown” kavramını kullanıyorsunuz. Clown ile sosyal clown arasında ne gibi farklar var? Nasıl oluşmuş bu ayrım? Yine isminizde geçen “sosyal oyun” kavramı, oyunla sosyal oyun arasındaki bir farka mı işaret ediyor?

 

Türkiye’nin güneyini etkileyen Şubat depreminden sonra, anlamlı bir şeyler yapma ve elimizden geldiğince yardım etme ihtiyacı hissettik. Sabine Choucair ve Güray Dinçol, “sosyal clown” (insani yardım odaklı çalışan clown) ile ilgilenen insanlar için bir çağrı yaptı. Birçok insan başvurdu bu çağrıya ve kapsamlı bir “sosyal clown” atölye / ustalık sınıfı gerçekleştirildi. Atölye sonunda 10 kişilik bir ekip oluşturuldu ve bu ekip Sabine ve Güray’ın öncülüğünde komik, aptalca ama en önemlisi düşünceli, hassas olabilen bir gösteri yaratmaya odaklandı. Gösteri hazırlandıktan hemen sonra, yani ilk olarak Nisan 2023’te, İstanbul’daki dezavantajlı bölgelerde ve deprem bölgesinde ilk turumuzu yaptık. Bunu Haziran ayındaki ikinci turumuz ve Temmuz’daki Evvel Temmuz Festivali takip etti. Genelde gösterimizi mümkünse açık havada yapmayı tercih ediyoruz ve günde yaklaşık 6-8 gösteri yaptığımız olabiliyor. Aralık 2023’te dördüncü turumuzu yaptık. Bu turda, gün içinde önceki turlara nazaran daha az gösteri yapabildik ama yine de halâ çadırlarda veya konteyner kentlerde yaşayan birçok kişiye ulaşmayı başardık. Son turumuzu ise daha yeni bitirdik diyebiliriz. 13-17 Mart’ta Hatay’daydık.

 

Sorunuzun ikinci kısmına gelirsek; birçok clown türü var aslında; sirk, tiyatro, çoğunlukla hastanelerde çalışan doktor clown’lar, doğum günü clown’ları ve tabii ki sosyal clown. Clown’ın özü aynı:anda var olmak, kırılgan, dürüst ve başarısızlığa açık olmak fakat hepimiz farklı şekilde işlev görüyoruz. Biz sosyal clown olarak daha çok kamusal alanlarda bulunmaya, doğal veya insan kaynaklı felaketlerden etkilenen insanlar için gösteri yapmaya odaklanıyoruz. Sahnelerimizi de farklı bir şekilde düşünüyoruz, çevremizde olup bitenlerden yola çıkan sahneler ekliyoruz gösterimize ve gösteri öncesinde insanları çağırmak için her zaman büyük bir geçit töreni, kortej ile başlıyoruz. Mümkün olduğunca fazla kişiyi dahil edebilecek kapsayıcılıkta olmaya çalışıyoruz, gösterilerimiz de açık havada hem yetişkinler hem çocuklar için oluyor. Ana amacımız, sıkıntıda olan, zorluk yaşayan veya bir tür travma yaşamış olan insanlara bir nebze rahatlama ve kahkaha sunabilmek. Atmosferi daha mutlu bir hâle getirmeye ve ailelerle bazı unutulmaz anları paylaşmaya odaklanıyoruz. Böylece etraflarına baktıklarında, nasıl bir yerde ya da ne kadar kötü koşullar içinde olurlarsa olsunlar, düşünecekleri yeni ve daha mutlu anlara, anılara sahip oluyorlar.

 

 

Yanıtınızda hem gösterilerden bahsederken hem de clowndan bahsederken “aptalca”, “kırılgan”, “başarısızlığa açık” gibi kimi kavramlar sıraladınız, bunları biraz daha açabilir misiniz? Neden böyledir gösteri yahut clown?

 

 

Clownun yaptıkları aslında aptalca değildir, o yaptığı şeye inanır ama yaparken aksilikler başına gelir ve yine o kendine göre bu aksiliklerden kurtulmaya çalışırken çocuk ruhuyla başka yönlere savrulur, başka şeyler ilgisini çekebilir ya da yine aksilikler olmaya devam eder. Çocuk ruhuyla bir yetişkin düşünün, hata yapmaya daha müsaittir, çünkü bizim günlük hayatta kullandığımız deyimleri çok daha düz mantıkla algılayabilir, ve ne olursa olsun pes etmez, gururludur yaptığı şeyi inançla yapmaya devam eder. Aslında çocukken imgeler aklımıza ilk düştüğünde kurduğumuz hayallerde çokça uçabiliriz ama sonra hayattaki deneyimlerimizle sınırlar çizmeye başlarız ya… İşte bu çocukluk clownlar için devam ediyor. Naif, aptal ve gururlu olma sebebi için ise “bir clown çocuk ruhlu büyüktür” diyebiliriz belki. Gösteri, bu naiflik içinde seyirciye yapılan hataların birçok güzel sebebi olabileceğini de anlatır.

 

 

 

Dünyadaki sosyal clown topluluklarına dair de bilgi verebilir misiniz? Sizin bu topluluklarla ne tür ilişkileriniz, bağlarınız var? 

 

Sosyal clown ile ilgili en i̇yi̇ şey çoğumuzun bi̇rbi̇ri̇ni̇ tanıması ve el ele vererek çalışması. Biz, 2008 yılından bu yana Lübnan’da ve dünyanın dört bir yanında neşe ve kahkaha saçan, Lübnan merkezli bir sosyal clown ekibi olan Clown Me In‘in kardeş ekibiyiz. Aynı misyona sahip olan Sınır Tanımayan Palyaçolar (Clowns Without Borders) ile de yakın bir şekilde çalışıyoruz, bugüne kadar güneye yaptığımız turları İngiltere ayağı (CWB UK) finanse etti. Ayrıca Flying Seagullile de birlikte çalışıyor, fırsat buldukça birlikte gösteri yapıyor ve hatta Türkiye’ye yaptıkları gezilerin organizasyonuna yardımcı oluyoruz. Bir clown topluluğu olarak her yere ve olabildiğince çok yere ulaşmaya çalışıyoruz, bu nedenle her zaman iletişim halindeyiz ve görev/yer paylaşımı yapıyoruz.

 

 

Bu toplulukların toplumsal meselelerle ilişkisi üzerine de örnekler vermeniz mümkün mü? Mesela Sınır Tanımayan Palyaçolar ya da Clown Me In dünyanın başka nerelerinde hangi meselelere yönelik etkinlikler yaptı/yapıyor?

 

 

Sosyal Clown olarak tanımlayabileceğimiz bu gruplar dünyada herhangi bir savaş, salgın hastalık veya felaket sonrası barınma beslenme ve güvenlik zincirleri tamamlandıktan sonra sahada çalışmaya başlıyorlar. Diğer taraftan da özellikle dezavantajlı gruplarla ve bölgelerde çalışmak da sosyal clown gruplarının düzenli hedeflerinden. Mülteciler, kadınlar, etnik gruplar, marjinalize edilen topluluklar, toplumsal hayatın dışına atılmış kesimler, özetle herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmış ya da herhangi bir dış faktörün mağduru olmuş gruplar sosyal clownun hedef kitlesi diye tanımlayabiliriz.

 

 

Depremden etkilenen bölgeye gitmeye ve burada etkinlikler yapmaya nasıl karar verdiniz?

 

Çoğumuz Türkiyeliyiz ya da Türkiye’de yaşıyoruz. Dolayısıyla bu kararı vermek bizim için tereddütsüz biçimde çok netti. Çünkü orada buna ihtiyaç var. Hayatta durum ne kadar zor olursa olsun, insanların gülmeye, hayal kurmaya ve umut etmeye ihtiyacı var. Clownlar da bunu yapıyor. Böyleyken biz de clown eşyalarımızı topladık ve hemen yola koyulduk.

 

 

 

Bir organizasyonun parçası olarak mı gittiniz? Deprem bölgesinde iletişim halinde olduğunuz başka organizasyonlar var mıydı? Gideceğiniz illeri, ilçeleri nasıl belirlediniz? Bir de tabii bu gidişe kendinizi nasıl hazırladınız? onuçta gittiğiniz yerde büyük bir yıkım ve acı var. Sahada karşılaştığınız durum karşısında orada etkinliklerinizi yapıp yapmamak konusunda çelişkiye düştünüz mü?

 

Ekibimizi kurduktan sonra ilk turlarımızı Clowns Without Borders UK fonu ile yapabildik. Aynı zamanda bölgede iletişime geçtiğimiz yerel ve uluslararası sivil toplum kuruluşları ile de daha önceden irtibatımız vardı. Güray da, Sabine de daha önce Clowns Without Borders ekipleriyle bölgeye gitmişlerdi ve bağlantıları vardı. Hem yerel hem de uluslararası organizasyonlarla bağlantılarımız, bölgede gösteri yapacağımız lokasyonları seçmemiz konusunda destek oldu ve birlikte çalıştık. Gideceğimiz yerleri belirlerken bizim için önceliklerden biri daha önce hiç gösterinin gitmediği ya da az gittiği yerleri seçmekti. Bu bilgiyi en sağlıklı alabileceğimiz yer de, orada akut dönemde çalışmış sivil inisiyatifler oldu.

 

Gitmeden önceki hazırlığımız teknik olmanın yanı sıra ruhsal da oldu evet. Sabine’in ve Güray’ın bu işi daha önce defalarca ve yıllarca yapmış olması, ilk defa sahaya çıkacak ekibimiz için büyük avantajdı. Ekip liderimiz bu iki insan, tüm ekibimizle gitmeden önce teknik provalar haricinde, karşılaşabileceğimiz durumlar konusunda da toplantılar yaptılar. Tabii ne kadar hazırlık yapsak da ilk defa karşılaşmak bambaşka bir deneyimdi. ahadayken Güray ve Sabine’in profesyonel yaklaşımları ve her an her saniye yanımızda oluşları, özellikle gösteri esnasında gücümüzü yükseltmemize ve dilediğimiz an da kırılgan yanımıza çekilmemize alan açtı.

 

Karşılaştığımız çok farklı durumlar oldu, ama hiçbir zaman etkinliği yapmama gibi bir çelişkiye düşmedik. Teknik koşulların kısıtladığı durumlar haricinde psikolojik anlamda çok zorlu kamplara da gittik. Bir an bile tereddüt ettiğimiz olmadı; aksine her turumuzdan “Ee tekrar ne zaman gidiyoruz? Daha yapacak çok işimiz var” hissiyle döndük.

 

 

 

Covid 19 pandemisi boyunca deneyimlediğimiz ve geçmiş örneklerin de gösterdiği gibi kriz ve afet anlarında ilk gözden çıkarılanın, üstü çizilenin ya da iyimser bir tabirle ertelenenin kültür-sanat alanı olduğunu gözlemliyoruz. Bu bağlamda depremin ardından sahada nasıl karşılandığınızı, herhangi bir tepki alıp almadığınızı öğrenmek isteriz. İnsanlar henüz barınma, giyinme, beslenme gibi en temel ihtiyaçlarını giderme uğraşındayken size ne işiniz var burada mı dediler yoksa iyi ki geldiniz diye mi karşılandınız? Ya da ikisi de mi?

 

Bu bizim için her zaman dikkate aldığımız çok önemli bir soru. Sıklıkla afet bölgelerinde bulunuyoruz ve kendimize hep “doğru zaman mı?” sorusunu mutlaka soruyoruz. Şubat depremlerinden sonra da, elbette bölgeye gitmeden, öncelikle ilk yardımın bölgeye ulaşmasını bekledik, orası kesin. Ardından hemen bölgeye gittik. İnsanların en az diğer şeyler kadar ruh sağlıklarına da dikkat etmeleri gerektiğine inanıyoruz ve bizim işin içine girmemiz, duruma müdahil olmamız da tam bu noktada başlıyor.

 

Turlarımızda tepkilerin çoğu olumluydu. İnsanlar geldiğimiz için, orada onlarla olduğumuz için memnundu. Çoğu tekrar gelmemizi istedi. Hatta çoğu bizi ikinci ve üçüncü gelişimizde tanıdı. Bu, onlarla yan yana olduğumuz ve ihtiyaç duyulan, olumlu bir etki yarattığımız anlamına geliyor. Elbette her bir kampın koşulları ve içinde bulunduğu durum konusunda çok dikkatli davranıyoruz. Tur organizatörümüz her seferinde, gösteri öncesinde rengârenk, müzikli ve kahkahayla, coşkuyla yaptığımız kortej ile alana girmemizin uygun olup olmadığını soruyor ve eğer ki bu şekilde girmememiz istenirse (bir cenaze varsa ya da herhangi bir olumsuzluk varsa) bunu yapmamayı tercih ediyoruz.

 

 

 

Sadece deprem bölgesinde de çalışma yürütmüyorsunuz. Geçtiğimiz aylarda Akbelen, Cudi ve Dikmece’deki kıyımlarla ilgili de “Sensiz yaşayamam” başlığıyla sosyal medya paylaşımları yaptınız. Felakete dönüşen afetlerin, doğa katliamlarının içinde clown ne yapıyor? Neden ve nasıl var?

 

Bu paylaşımlar da sosyal clown’ın bir parçası aslında. Dünyayı önemsiyoruz, insanları ve çevreyi önemsiyoruz, çünkü yaşamdan yanayız. Kendine has yöntemleri olan aktivistleriz ve elimizden ne geliyorsa yapıyoruz.

 

Deprem bölgesine gitmeden önceki workshop sürecinde sosyal clown’ın aktivist yönü üzerinde de durmuştuk. Aslında deprem bölgesinde de hem sosyal clown olarak orada bulunuyoruz hem de aktivist olarak. Akbelen, Cudi ve Dikmece’deki orman katliamları sırasında gösterisi yapamasak da bu direnişe nasıl destek olabiliriz diye düşündük. Sonuçta orada olamasak da uzaktan fotoğraf ve video ile Akbelen, Cudi ve Dikmece halkının sesini duyduğumuzu, yanlarında olduğumuzu, direnişlerine katıldığımızı sosyal clown kimliğimizle göstermek istedik. Bu gibi hassas durumlarda sosyal clown olarak dayanışmaya destek vermenin ince bir çizgi olduğunun farkındayız ve bu hassasiyeti gözeterek fotoğraf, video ve sosyal medyadan yararlanmış olduk.

 

Sosyal clown, imkânsız olan durumlar içinde çalışan bir yapı. Çünkü bir clown için hiçbir şey imkânsız değil. Biz de clown’ın kendine has dilini ve oyun alanını kullanıyoruz. Amacımız bugünün kaotik ve sert yapısına başka bir açıdan bakmanın ve tepki geliştirmenin yolunu bulmak. Yani kendimizce yeni bir ifade dili geliştirmek.

 

 

Clownların aktivistliği meselesini biraz daha açabilir misiniz? Özellikle bir clown’ın karakteristik özellikleriyle birlikte…

 

Clown aktivizmi özünde sahada olmak ve eylemlilik halini oyun ve clown sanatıyla seçmek diye özetlenebilir. Gösterilerimiz için seçtiğimiz noktalar, gruplar, gösteri temalarımız hep politik ama seçtiğimiz mücadele ya da dayanışma şekli farklı diyebiliriz. Dönüştürücü, toplumsal ve “gülmeyi – neşeyi – birlikte oynamayı” merkeze alan bir bakışımız var.

 

 

 

Gündelik dışı beden tekniği ile esasen gündeliğin kırıldığı, hayatın yönünün ve ritminin değiştiği, hakikatin ve gerçekliğin yeniden kendini sorgulattığı bir ortamda, birer oyuncu beden olarak deprem bölgesindeki kendi varlığınıza dair neler söylemek istersiniz? Bu ortam sizi, oynama biçiminizi, bedenselliğinizi nasıl etkiledi?

 

Öncelikle clown olduğumuz için; zorlu ortamlarda işlevsel olabildiğimiz, gerçekten neşe ve kahkaha yayabildiğimiz ve -ufacık da olsa- bir fark yaratabildiğimiz için evrene teşekkür ediyoruz. Elimizden gelen neyse onu yapıyoruz ve tabii ki insan olarak fiziksel ve duygusal açıdan çok etkileniyoruz. Soluduğumuz toz, asbest, gördüğümüz yıkım ve yaşadığımız kayıplar insanın kaldırabileceğinin çok ötesinde. Ama şu açıdan şanslıyız, işimiz kahkaha, naiflik ve neşeyle, insanlar üzerindeki etkiyi de ilk elden görüyoruz, dolayısıyla zorluklar bir nebze hafifliyor. İnsanlar bize güç veriyor. İnsanların tepkileri bize umut etme ve devam etme gücü veriyor.

 

Bölgedeki insanlar, büyük bir kayıp yaşamalarına rağmen hâlâ çok cömert ve kültürlerini yaşatmak için büyük uğraş veriyorlar. Çoğu kortejimizde bizleri çadırına/konteynırına çağıran, yemek ikram etmeye çalışan birçok insanla karşılaştık. Şartların bu denli zor olduğu bir bölgede, insanların her şeye rağmen büyük bir direnç gösteriyor olmaları, bizler için çok daha motive edici bir şeye dönüşüyor. Bizler de şartların zorluğunu hissediyoruz ama bu onlarla birlikte oyun oynayıp, neşe bulmamıza engel olmuyor.

 

 

Bu kısmı biraz daha açabilir misiniz? Daha çok oyuncu bedenin gündelik dışı beden tekniği ve oynama biçimi, bedensellik bağlamında.

 

Biz çalıştığımız sahada kendimiz dışında bir oyun kişisiyiz, bir clown karakterimiz var ve izleyici bizimle zaten maruz kaldığı sert gerçekten değil oyun dünyasından ilişkileniyor. Bize deprem bölgesinde “Oyuncak dağıtacak mısınız?” diye soruyorlar. Cevabımız basit, biz oyuncağız, sizinle oynamaya geldik, bizimle oynayın… Bu yüzden gündelik dışı bir oyun hali ve oyun arkadaşı olmaya çalışıyoruz, form değiştiriyoruz, başka biri oluyoruz. O bizim clown karakterimiz.

 

 

Samandağ Kalkındırma Derneği’nin düzenlediği Evvel Temmuz Festivali’nde sizleri izleme şansımız oldu. Çocuklarla gerçekleştirdiğiniz buluşmalar dışında da grup olarak bir köşede birlikte şarkılar söylüyor, müzik yapıyordunuz. Grup dinamiğinizden de biraz bahsedebilir misiniz?

 

Aynı amaç etrafında bir araya gelmiş olmak belirli bir duygudaşlığı ve ortak bir dünyaya bakışı beraberinde getiriyor. Ekibimizin kurucuları Sabine Choucair ve Güray Dinçol bu bir aradalığın mimarları. Kısa zamanda yan yana gelmiş ve yeni tanışmış olmamıza rağmen sanırım yaptığımız işin niteliği sebebiyle yakın bağlar kurduk. Sevgi, kahkaha ve hassasiyet grubumuzun dinamiklerini oluşturan temeller. Hâl böyle olunca birbirimizle vakit geçirmekten, işimizi yaparken eğlendiğimiz gibi, büyük keyif alıyoruz. Sadece turdayken ya da prova alırken değil sosyal hayatlarımızda da sık sık görüşüyoruz. Öte yandan ekipçe gittiğimiz her gösteride büyük bir duygu yükünü de pay ediyoruz, birbirimize ihtiyaç duyduğumuzun farkındayız. Kısa zamanda bir araya gelmiş olmamıza rağmen, birlikte alandaki deneyimi paylaşmak, bölgedeki fiziksel ve duygusal yükü hem ayrı ayrı hem birlikte taşımak, ister istemez bizlere ortak bir geçmiş yarattı. Bunun için uzun yıllar geçirilmesinin gerekli olmadığını, ortak deneyimin bizlere zaten kalp tanışıklığını çoktan kazandırdığını gördük.

 

Sahada çalışırken bireysel ve duygusal olarak kendimizi açtığımız için hepimizde hem farklı hem benzer anlar da birikiyor. Haliyle turların dönüşleri de epey yüklü oluyor. Her turdan dönüşümüzde, arkadaş grubu olarak da birbirimizle vakit geçirmek istiyoruz. Sosyal clown olarak da, toplumsal varlıklar olarak da dünyaya karşı duyarlılığımız yüksek. Dünyadaki savaşların, soykırımların, nefret suçlarının, kötü ve karanlık olan her şeyin karşısında birbirimizden büyük güç alan bir ekibiz.

 

 

 

Gördüğümüz kadarıyla çoğunlukla çocuklarla birliktesiniz. Çocuklar için düzenlediğiniz etkinliklerde ve gösterilerde dikkat ettiğiniz noktalar nelerdir? Sürece nasıl hazırlandığınızı ve nasıl yürüttüğünüzü merak ediyoruz. Örneğin Samandağ’da bir köyde oyunun ardından yanınıza çocuklar geldi. “Bir daha gelecek misiniz?” “Ne zaman geleceksiniz?” gibi sorular sordular. Çocuklara herhangi bir umutlandırıcı söz söylemediniz. Başlarını sevmek, yanaklarını sıkmak ya da sarılmak gibi çocuklara yönelik sıklıkla yapılan davranışlardan özellikle uzak durdunuz. Gözlemlediğimiz kadarıyla bilinçli bir kararla çocuklarla fiziksel temas kurmuyorsunuz. Bu seçiminizin çocuklarla çalışmanın etik ilkeleri kadar afet bölgesinde çalışma yürütmenin gerekleriyle de ilişkisini biraz açmanızı rica edeceğiz.

 

Etkinlik ve gösteriler konusunda geniş bir bakış açısına sahibiz. Aileleri göz önünde bulunduruyoruz örneğin, çünkü elbette clown’lar geldiğinde ilk önce çocuklar geliyor; ama sonra onları anneleri ve ardından da babaları takip ediyor. Sonuçta herkes eğleniyor, gülüyor. Çocuklarla kurduğumuz iletişime gelince, sahadayken kortejde de gösteri esnasında ve sonrasında da yarattığımız ve paylaştığımız “oyun alanı”na önem veriyoruz. Birlikte oyun oynamayı amaçlıyoruz ve bunu yapabilmenin yolu da bu oyun alanını olabildiğince korumaktan geçiyor. Etkinliklerimizin yapısını ve içeriğini de çocukların ihtiyaçlarına ve durumlarına göre uyarlıyoruz ve çocuk korunmasına yönelik uygulamaları takip ediyoruz; bununla beraber içinde bulunduğumuz kültüre de saygı duyuyoruz. Yani çocuklara sarılıyoruz aslında ama sadece çocuklar bize gelirse. Yani fiziksel teması biz başlatmıyoruz; ama çocuklar başlatırsa da onları engellemiyoruz. Ve tabii ki çocuk olmaya çalışmıyoruz; bebek sesi çıkarmıyoruz ya da bebek gibi davranmıyoruz, çocuklara yetişkinlerin baktığı açıdan bakmıyoruz. Onlara saygı duyuyoruz, onlara birbirimize davrandığımız gibi ve kendimize çocukken davranılmasını istediğimiz gibi davranıyoruz. Onlar zaten bizden çok daha üstün, daha yaratıcı, daha açık, daha dürüst ve daha zekiler. Gösteriden sonra alandan ayrılırken de kesin olarak emin olamadığımız için “geri döneceğiz”, “yine geleceğiz” gibi şeyler söylemiyoruz; ama her zaman biraz umut taşıyoruz. Dediğimiz gibi, eğer biz değilsek de başka clown’lar oradan geçecektir.

 

 

Çocukların korunmasına yönelik uygulamaları takip ediyoruz dediniz. Bunu biraz açabilir misiniz? Kimi ilkeler mi bunlar? Öyleyse nedir bu ilkeler ve bunlar tüm sosyal clownların etkinlikleri sırasında uyguladığı ortak tutumlar mı? Bunun için de bir eğitim vb. söz konusu mu? Yani bir clown oyun alanına dahil olduğunda bu konuda ne tür kuralları gözetiyor?

 

Etik kodlar dediğimiz bir takım sınırlar ve kurallar var. Ekipte  psikolojik ilkyardım bilen, saha deneyimi olan, pedagojik formasyona sahip, psikososyal destek ve sanat terapisi konularında donanım sahibi olan kişiler olmasına ve grup içi eğitim çalışmalarına, deneyim aktarımına önem veriyoruz. Çalıştığımız her noktada bir lojistik-saha bir de artistik direktörümüz oluyor ve bu kişiler tüm ekip ve seyircilerimiz için güvenli bir alan inşa etmeye çalışıyor. Çocuklarla oyun alanı gibi son derece açık ve kırılgan bir yerde buluştuğumuz için sadece oyun dünyasında kalıp kişisel ya da duygusal bir bağ kurmadan oyun arkadaşı olmaya, orada geçireceğimiz kısa ve geçici süreyi seyircilerimiz için sadece neşeli ve oyunsu bir hale getirmeye çalışıyoruz. Bunu da profesyonel enstrümanlarla, farklı sanatsal formları clown’da buluşturarak yapıyoruz.

 

 

Yürüttüğünüz fiziksel tiyatro çalışmaları yazara, metne, söze ağırlık vermeyen ve fiziksel olanı öne çıkaran bir formda. Söze değil de fiziksel olana ağırlık vermenin başka bir dil yaratmaktaki ve iletişimdeki etkisini merak ediyoruz. Dil bariyerinden kaynaklı sıkıntıların yaşandığı süreçte, özellikle mülteci çocuklarla gerçekleşen buluşmalarda bunun etkisine dair neler söylersiniz?

 

Herkese ulaşabilen, ortak bir dil kullanıyoruz; kahkahayı ve bedeni. Bu hem bizim için hem onlar için yeterli, biz nerede olursak olalım ve onlar nerede olursa olsun. İçimizdeki yazar bu ortak dille, içinde sağlıklı ve etik tutumların aktarıldığı, güçlünün zayıftan üstün olmadığı clownesk oyunlar üretmeye devam ediyor.

 

 

Söze ağırlık vermeyen ve fiziksel/bedensel olanı öne çıkaran bir formu, böylesi bir oyun dili yaratma meselesini biraz daha açabilir misiniz? 

 

Fiziksel olanın ağırlıklı olduğu bu formun kapsayıcı bir dil yarattığını düşünüyoruz. Tam o anda olana, duruma verilen tepki bile fiziksel olarak ifade edildiğinde, bu tepkinin oyunsuluğu dil, etnik köken, yaş, cinsiyet fark etmeksizin her türlü seyirciye rahatlıkla ulaşıyor. Dahası hepimizi ortak bir noktada buluşturuyor.

 

Ayrıca iletişimin en temel aracını kullanarak daha hızlı bağlar kurabiliyoruz. Örneğin oyun öncesi seyirciyi oyunumuza davet etmek için yürüyüş yaparken karşılaştığımız çocuklarla el sıkışıyoruz. Tam el sıkıştığımız sırada el sıkışmanın etkisiyle küçük bir dans hareketi yaptığımızda veya sadece zıpladığımızda bile bu, karşımızdaki kişinin bir nevi güçlü hissetmesine, eylem nedenselliğinin mantık dışı oluşu ise onları güldürmeye ve ilk iletişimi kurmaya çok yardımcı oluyor.

 

 

Deprem bölgesiyle ya da depremden etkilenenlerle ilgili faaliyet yürüten sanatçılar arasında bir ağ var mı? Ya da böyle bir ihtiyaç var mı?

 

Tam olarak bu amaçla oluşturulmuş, güçlü çalışan ve aktif bir ağ maalesef yok. Oyuncular Sendikası’nın bölge çalışma grubu ve oluşturmaya çalıştıkları bir ağ vardı. Başlarda uzun bir süre oldukça aktifti ve geniş bir kitleye de ulaşabiliyordu. Zaman geçtikçe biraz zayıfladı ama bir ucundan tutulsa hemen tekrar güçlenebilir durumda. Çünkü bu ihtiyaç hep devam edecek aslında. 2023 Aralık turunda örneğin, gittiğimiz bazı bölgelere ilk defa etkinlik geldiğini duyduk. Depremin üzerinden neredeyse bir sene geçmesine rağmen hâlâ böyle bir durumla karşılaşmak, bize bölgeye yönelik daha çok faaliyet geliştirilmesi gerektiğini söylüyor.

 

 

Önümüzdeki dönemde deprem bölgesine dair planlamalarınız var mı?

 

Var evet, hep var. Son olarak daha çok taze 13-17 Mart 2024’te Hatay’da bir tur yaptık. Ne zaman yapabilirsek ve ne zaman davet edilirsek gitmeye her zaman açığız ve hazırız.

 

 

S.O.S – Sosyal Oyun ve Sokak Sanatları Ekibi:

Güray Dinçol, Sabine Choucair, Yasemin Ertorun, Çağdaş Ekin Şişman, Gamze Akça Özcan, Deniz Elmas, Cemre Kaboğlu, Derya Günaydın, Müfit Çağlayan, Onur Yalçınkaya, Buğra Alkan, Kardelen Ezgi Yıldız, Elif Dila Ergenekon, Tara Haçikoğlu

 

 

Tüm fotoğraflar Zeynep Seçil’e aittir.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YYa Depremden Sonra?: Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu’ndan Prof. Dr. Mehmet Zencir ile Röportaj
Ya Depremden Sonra?: Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu’ndan Prof. Dr. Mehmet Zencir ile Röportaj

Biz sağlığın sadece sağlık emekçilerine daralan bir tartışma olmasından öte bunun dışına çıkmasının çok kıymetli olduğunu, toplumun her ferdinin yani gıda taşıyandan dağıtana kadar herkesin bu süreçte yer almasının çok anlamlı olduğunu düşünüyoruz.

MEYDAN

YYa Depremden Sonra?: Dört Ayaklı Şehir’den Mine Yıldırım ile Röportaj
Ya Depremden Sonra?: Dört Ayaklı Şehir’den Mine Yıldırım ile Röportaj

Depremin yalnız insanlar için değil tüm canlılar için yıkıcı etkilerini ve sonrasını Dört Ayaklı Şehir: Kent, Doğa, Hayvan Çalışmaları Derneği’nden Mine Yıldırım ile konuşuyoruz.

MEYDAN

YYa Depremden Sonra?: Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği ile Röportaj
Ya Depremden Sonra?: Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği ile Röportaj

Bir döviz asmıştık, “Yaşamın kırıntılarını değil, kendisini istiyoruz” diye Kadın Savunma Ağı’nda. Bunu birlikte yapacağız, ilk adım bu. İktidarın baskılarının ötesinde halkın kurduğu dayanışmanın ve direnişin çok daha güçlü olduğunu bize yeniden hatırlatan bir deneyim oldu bu. Tam olarak buradan yeşeren bir umut var.

Bir de bunlar var

Yıllık Sansürüne Karşı 5Harfliler
“Hepimiz Feminist Olmalıyız” – Chimamanda Ngozi Adichie’nin Konuşmasının Tam Metni
Bana Feminist Yalanlar Söyle

Pin It on Pinterest