Yargının erkek şiddeti davalarındaki cezasızlık pratiği, bizi cezalar konusunda garip bir noktaya sürüklemedi mi?

MEYDAN

Şengül Karaca Davası, İntihar Süsü Verilmiş Kadın Cinayetleri ve Payımıza Düşen Sorular Üzerine

Şengül Karaca, 17 yıllık hayat arkadaşı, uzun yıllardır aynı evi paylaştığı sevgilisi tarafından 2017 yılında pencereden atılarak öldürüldü.

 

Katilin ismi Hasan Aydın.

 

Şengül, hayatındaki erkek tarafından öldürülen onca kadından biri. Kimi görgü tanıkları çığlık sesi duymuş, kimi onu da duymamış. Sessiz sedasız gitti buralardan, belki sadece ufak bir çığlıkla.

 

Öğretmendi, eğitim-sen üyesiydi, emekliliğine çok zaman kalmamıştı. Sonrasında anlatılanlardan anladığım kadarıyla, ilişkisinde çok mutlu değildi ama ayrılıp barışma turlarıyla devam eden birlikteliğini de bütünüyle bitiremiyordu. Yani hikayesi bu yönüyle de çok tanıdıktı.

 

O gece, Facebook’tan “merhametten maraz doğar, Hasan Aydın kadınlara şiddet uygular” yazmıştı. Muhtemelen 1 saat içinde pencereden itilmişti. Ev perişan durumdaydı, eşyalar yerlere saçılmış, kırık bardaklar, şişeler vs.

 

Arkadaşları sendikaya, eğitim-senli kadınlar da bize/feminist avukatlara ulaştılar. Şengül’ün davasını takibe bu vesileyle başladık.

 

Erkek, ağır ceza yargılaması sonucunda beraat etti. Öyle sıradan küçük bir haber olarak çıktı birkaç yerde. Sosyal medyada doğru dürüst paylaşılmadı bile. Belki hergün onlarcasını görmekten bıkmıştı herkes.

 

Oysa istinaf incelemesi sırasında beraat kararı bozuldu ve Hasan Aydın kasten insan öldürmekten müebbet hapis cezası aldı. Üstelik şu malum indirimler uygulanmadı. Dahası duruşma salonunda bileklerine kelepçe takılıp hapishaneye götürüldü.

 

Evet sabah evinden çıkmış, zaten beraat ettiği duruşmaya muhtemelen içi rahat,  gayet özgüvenlice gelmişti. Evine geri dönemedi.

 

Bakalım Yargıtay ne diyecek… Bize hala rahat uyku yok!

 

Bu haber olağanüstü paylaşıldı sosyal medyada. Duruşmadan sonraki şaşkınlığımızı gösterir videoda. Sonra üzerine birlikte konuştuk, kendi kendime de epey düşündüm. Biraz takıldım da aslında. Hem olması gereken oldu diye bu kadar sevinmemize, hem bu kadar şaşırmamıza… Biz kadınlar sahiden yargıdan umudumuzu kaybetmişiz. Yani cümleten hepimiz kaybetmişiz, belli. Bir söz, bir slogan değil sadece bu.

 

Bir de sevinirken utanıyor, sevinmeye utanıyor insan. Kadınlar ölüyor gidiyor, anıları sadece tanıyanlarda yadigar kalıyor… İşte böyle karman çorman ve ağır duyguların eşliğinde yazıyorum bu satırları. Biraz borçlu hissetmek belki de. Söz uçar yazı kalırmış ya… Bu kadınlar da, hikayeleri de bilinsin, unutulup gitmesinler diye

 

 

Jesca, İmran ve niceleri: İntihar süsü verilmiş kadın cinayetleri

 

Daha önce intihar sosuna batırılmış kadın cinayeti davası takip etmiştik. Tabi şimdiki kadar yaygın değildi.

 

Ugandalı Jesca Nankabırwa, 2014 yılında yine bir erkek/Enver Dursun tarafından pencereden atılarak öldürülmüştü. Evinden çıkmış bir daha dönmemişti, arkadaşları 4 gün her yerde aramış, sonra bir hastanenin morgunda bulmuştu.

 

Katil yakalanmış ama salıverilmişti.

 

Bu haberin ardından, göçmen kadınların ağırlıkla yaşadığı Kurtuluş’da Jesca için eylem yaptık. Hem göçmendi, hem kağıtsızdı, hem de erkek şiddeti sonucu öldürülmüştü. Herşeyin en kötüsünü, en katmerlisini yaşamıştı.

 

Bu davayı da feministler, feminist avukatlar olarak takip ettik (sınır tanımayan kadınlardan feminist kadınlarla birlikte). Davadaki temel sav, Jesca’nın o evden çıkmaya çalıştığı, bu nedenle de Enver’in içeri gittiği bir anda, kapıdan çıkmak varken pencereye çıkıp, yan apartmanın bitişik olmayan, üstelik aynı hizada da olmayan yani benim diyen sporcunun atlayamayacağı ya da tırmanamayacağı yan apartmanın balkonuna geçip oradan kaçmak istediğiydi… Gülmeyin, gerçekten savunma buydu. Bunu kadın örgütlerinin, göçmenlerle ilgili çalışan örgütlerin davaya katılma taleplerine “efendim Kanarya Sevenler Derneği de gelsin müdahil olsun o zaman” diyen, çok güvenli erkek avukat ballandıra ballandıra anlatıyordu. Pencere ve yan apartmanın balkonu arasındaki mesafeyi gösteren fotoğrafları sununca da “Jesca’nın zenci olduğu için doğuştan sportif yapıda olduğu” falan gibi bişeyler muştulamıştı sanırım. Bu yargılama sonucunda katil ceza aldı, bildiğim kadarıyla hala da hapiste.

 

Yargılama zor geçti ama, sanığın ailesinin adliye içinde fiziki saldırısına uğradık, adliye önünde yaptığımız açıklamalara gelip laf atmalar, küfretmeler…hiç eksik olmadı.

 

Sonrasında yine feministler olarak Bakırköy’de İmran Kandemir davasını takip ettik.

 

Artık feminist dava takibi ve örgütlülüklerimizin dağıldığı zor bir dönemdi, bu nedenle çok daha az kadın takip etti İmran’ın davasını. Öncesinde sonrasında yapılmış eylem de yok, basın açıklaması da. Çok duyulmadı, bilinmedi sanırım. Bu yazı buna da vesile olacak hiç değilse.

 

İmran 2018’de, özel harekat polisi “eski koca” tarafından öldürülmüştü. Yine iddia intihardı. Özel harekatçı arkadaş çok ayrıntılı bir plan yapmıştı, işe girerken kart basmak, İmran’ı vurduktan sonra kapıyı üstünden çekip alışveriş yapıp o fişleri saklamak, üst kat komşusuna, apartman yöneticisine, apartmanla ilgili birşeyler sormaya çıkıp kendini göstermek (tanık olarak göstermek için), kapıda kalmış gibi 155’i, çilingiri vs aramak. Kafasında tüm bunları mantıklı bir bütün içinde sıralamıştı, ifadesi 3 saatten uzun sürdü. İnsan öldürmeyi bilen bir mesleğin mensubu olarak herşeyi iyi planlamıştı, çok soğukkanlıydı… Duruşmalar korkunç geçti, istisnasız söylüyorum her duruşma sonrası üzerimizden tır geçmiş gibi hissediyorduk.

 

Bu davada, zaten ayrıntıların adamı olan, kendini gayet iyi ifade eden, hukuku da iyi bilen sanığın, bol sayıda avukatı da vardı. Biri kalkıyor, biri oturuyordu. İmran çok aşıktı, boşandıktan sonra da vazgeçmemişti, vazgeçmiyordu. Zaten boşanmayı da erkek istemişti (duruma göre ailesinin zoruyla da boşanmış olabilirdi). Fail artık bitti git, hayatımdan git, evimden git demişti ve O’nun üst kat komşusuna akıtan banyoyla ilgili konuşmaya çıkmasını fırsat bilip intihar etmişti.

 

Oysa İmran sırtı duvara dönük şekilde kendini vurmuşsa; nasıl vurulduğu andaki pozisyonunu değiştirerek, tam dönüş yaparak başı kapıya doğru gelecek şekilde düşmüş ve yerde o şekilde yatıyor olabilirdi? Evet evet, İmran’ın vurulma pozisyonu ile yatış pozisyonu uyumsuzdu, düştüğü pozisyon vurulduktan sonra katil erkek tarafından değiştirilmişti.

 

Bu davada da ceza verildi, istinaftan da onaylandı ancak dosya Yargıtay’da ve biz hala “bozulur mu” endişesi taşıyoruz. Çünkü muhataplarımızın her türlü ilişkisi ve uzun kolları olduğunu duyuyoruz.

 

Her üç davada da tanığımız yoktu. Ya gerçekten yoktu, ya olanlar çekinip gelmiyordu, ya da gelse bile sade suya tirit ifade veriyordu. Hani ortadan ortadan… Hele Şengül’de resmen saçımızı başımızı yoldurdular; “kimsenin günahını almak istemem”. Tabi almayın kimsenin günahını, bilmediğiniz birşeyi de söylemeyin zaten de, bildiğinizi neden söylemezsiniz e be insanlar? Şengül anlatamıyor, işte sizin gibilere muhtacız napalım! Şimdi çoğu sosyal medya hesaplarından arkadaşımdı canımdı diye paylaşım yapıyorsa ya da ne bileyim etraflarına böbürlene böbürlene anlatıyorlarsa, o günlere tanıklık eden hiçbirimiz şaşırmayız açıkçası…

 

Her üçü için de çevresindekiler, intihara eğilimli olmadığını, hayatla arasının birçoğumuzdan iyi olduğunu anlatıyordu.

 

Jesca örneğin, bilmem kaç işte çalışıp Uganda’daki çocuklarına ve ailesine para gönderiyordu. Ne intiharı? Ötekinin de ötekisi olduğu, kaçak göçek üç kuruşa çalıştığı bu ülkede para kazanıp sonra da gitmekti tek isteği.

 

İmran çok çalışkan, çok başarılı, her yaşta öğrenci olan bir öğretmendi. Son olarak doktorası için yurtdışında bir üniversitede eğitime başlayacaktı, burs da kazanmıştı. Öldürülmeseydi bir ay sonra bir bilimsel kongrede sunumu olacaktı.

 

Şengül üç kadın olarak çıktıkları tatilden yeni dönmüştü. Yaşamayı, içmeyi, gezmeyi, spor yapmayı, arkadaşlarını, öğrencilerini, mesleğini seviyordu.

 

İntihar zor ve karma karışık bir konu, tüm bunlar yeter mi diyenleriniz olabilir. Evet yeterli olmayabilir, bu nedenle kadınların psikolojik durumundan ziyade erkek faillerin hallerine, ifadelerindeki çelişkilere ve eylemlerine baktık. Tartışmayı buradan yürütmeye çalıştık.

 

 

Şengül Karaca Davası ve Düşündürdükleri

 

Şengül’ün ölüm haberinden birkaç gün sonra, Kesk Kadın Meclisi’nin çağrısıyla, Şengül’ün pencereden atıldığı apartmanın önünde eylem yaptık. Sonrasında kalabalıkça bir kadın grubu olarak ikişerli üçerli gruplara ayrılıp, etraftaki dükkanlara girdik, apartmandaki komşuların kapısını çaldık. Kim ne görmüştü, ne duymuştu öğrenmeye çalıştık. Müge Anlı vari çalışmamız, polis delilleri toplamadığı, tanık araştırması yapmadığı için sonrasında epey işimize yaradı.

 

Zaten bir görgü tanığı vardı o gece emniyette ifade vermişti; sokakta küçük bir çocuk yukarı bakıyordu, ben de baktım. Kadın çığlığı duydum, sonra yere düştüğünü gördüm. Yaşlıca bir erkeği arkadan iterken gördüm, demişti. Bu tanık, dava başlamadan trafik kazasıydı sanırım, hayatını kaybetmiş. Mahkeme bizzat kendisi dinlemediği gerekçesiyle bu ifadeyi dikkate almadı.

 

Şengül’ün davası keşifti, bilirkişiydi, söz ettiğim sıkıntılı tanıkların gelmesi, gitmesi, dinlenmesiydi derken uzadıkça uzadı. Fevkalede kötü bir bilirkişi raporu gelince, erkek tahliye de edildi. Beklenen olumsuz sona adım adım ilerliyorduk ve bir şey yapamıyorduk.

 

Oysa fail ilk ifadesinde Şengül intihara eğilimli değildi, yanlışlıkla/kazayla düştü demiş, davanın seyri intihara doğru döndükçe “intihar etti, zaten daha önce de iki kere niyetlenmişti” vs. demeye başlamıştı.

 

Söylemezsem olmaz zira bana en çarpıcı gelen olaylardan biri, adamın aşağı inmeden üzerini değiştirmiş olmasaydı. İşte kendi anlatımına göre Şengül’ün (duruma göre) düştüğü ya da intihar ettiğini görüyor ve aşağıya inmeden eşofmanını çıkarıp pantolon giyiyor!!!

 

Evet olması gereken oldu. Hani @feministavukatt tweetinde dendiği gibi, yanlış saat bile günde iki kez doğruyu gösterirmiş misali, yargıdan uzun zaman sonra kadınlar lehine bir karar çıktı.

 

Ama birlikte düşünmemiz ve cevaplamamız gereken sorular baki.

 

 

Yargının Erkekleri Cezalandırmama Pratiği ve Feminist Politika

 

Olması gereken oldu diye büyük kadın kalabalıkları halinde bu kadar sevinmemiz bir tesadüf değil. Hem kadınlar aleyhine verilen kararlardan bıkmamızdan, hem erkek yargının erkekleri kollayan kararlarından duyduğumuz umutsuzluktan.

 

Bunun canımıza tak etmiş olduğu, Şengül Karaca’nın katilinin ceza alması sonrası esen havadan da belli oldu. Ama burada ince bir çizgi var, hani tabiri caizse “adaletin tecellisi”ni istemekle, failin daha da büyük ceza, en büyük cezayı alması isteği arasında.

 

Yargının erkek şiddeti davalarındaki cezasızlık pratiği, bizi cezalar konusunda garip bir noktaya sürüklemedi mi?

 

Bunu sosyal medyada daha net görmek mümkün. İfşalar sürecinde de görmüştük. Neredeyse her gün bilmem kim tutuklansın diye tag oluşturulmasının nedeni de bence bundan kaynaklanıyor. Ama mesele sadece sosyal medya ve/veya tek tek kadınların tutumuyla sınırlı değil. Yıllar önce, bu davaları omuz omuza takip ettiğimiz iki feminist arkadaşım Ümraniye’de bir kadın cinayeti eylemine gitmişlerdi. Eylemde “idam” diye bağırıyorlarmış, kalamayıp çıkmışlar. Bu eylemi bir kadın grubu örgütlemişti, davayı da onlar takip ettiler.

 

Bir dönem büyükçe ve popüler bir kadın grubu, “kadın cinayetlerinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilsin” diye kampanya yapmış, bir sürü de destek görmüştü. Kadın hareketinin büyük çoğunluğu böyle düşünmüyordu, hatta o zamanlar sanırım Eşitiz tarafından kadın cinayetleri konulu bir toplantı düzenlenmiş, bu grup da haylice eleştirilmişti ama kampanya sürdü.

 

Cezanın önemsenmesinin, öne çıkmasının, asıl mesele olmasının bizi vardıracağı nokta ağırlaştırılmış müebbet, o da yetmez idam olsun, o da yetmez küçük parçalara bölünsün…olur elbette. Aileler bunu ister, yakınları bunu ister. Çünkü içleri hiç soğumaz. Tamam örnek verdiğim kadın grupları, feminist gruplar değildi ama biz feministler olarak da bu konuda epeydir bir tartışma yapmıyoruz.

 

Feminist politika açısından, feminist dava takibinde sonuç ne olursa “adalet tecelli etmiş” olur? Sanırım Mahkemeler kadının erkeği evine çağırmasını ya da bağırmamasını “rıza” olarak kabul etmez, kadın cinayetlerinde failin “beni aldattı” iddiasına dayanarak haksız tahrik indirimi uygulamaz, Nevin Yıldırım’a uygulamadıkları takdiri indirimleri sırf kravat taktı, takım elbise giydi, “tutkulu bir aşkla seviyordu” diye erkeklere uygulamazsa…

 

Ama yine de ilk önermeme döneceğim, feministler olarak da bu konuda epeydir bir tartışma yapmıyoruz. Hala biraz cepten yiyor, eski biriktirdiklerimizle yol alıyoruz. Bunda feminist hareketin çok atomize olması, birlikte politika tartışacağı zeminleri kaybetmiş olması da bir etken elbette. Oysa erkek şiddeti alanında, son 5 yıl içinde çok şey oldu, değişti. Olumlu anlamda da, olumsuz anlamda da.

 

Evet aileler, yakınlar ennn çook ceza verilsin ister. Evet içleri hiç soğumaz. Ama bu davaları toplumsallaştırmaya, bu davalar vesilesiyle erkek şiddetiyle, yargının cinsiyetçiliğiyle uğraşmaya, erkek egemenliğini aşındırmaya çalışanlar, bunun için yola çıkanlar bu işin neresinde durur?

 

Şengül’ün katilinin ceza alması haline kendi duyduğum –yarı mahcup- sevinci de, dahil ederek soruyorum.  Hani sosyal medyadan öğrendiğim tabirle, bu soruyu buraya bırakıyorum.

 

Son söz; hem teke tek kendimize sormaya, hem birlikte konuşmaya, hem de feminist bir örgütlenmeye, en azından feminist politika tartışacağımız bir zemin oluşturmaya acil ihtiyacımız var…

 

 

 

Ana görsel: Christine Ay Tjoe, I Need Your Hand #2.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YNevin Yıldırım’ın Hikâyesi Neden Bu Kadar Tanıdık?
Nevin Yıldırım’ın Hikâyesi Neden Bu Kadar Tanıdık?

2012'den bugüne uzanan bir tarihçe: Nevin'in yargılanması ve feminist yol arkadaşlığı...

MEYDAN

Y“Hayatlarına Sahip Çıkan Kadınlar” ve Feminist Politika Üzerine
“Hayatlarına Sahip Çıkan Kadınlar” ve Feminist Politika Üzerine

Ne feminist hareket ne de kadın hareketi bu kadınları ve eylemleri yer yer kahramanlaştırmak dışında, politik gündemi yapabilmiş değil.

Bir de bunlar var

Lola Olufemi: Feminizm, Mola Arası*
Sephora İstiklal, Neren Doğru Ki?
Üçer Beşer Alırız

Pin It on Pinterest