Hollywood oyuncusu Jean Harlow efsanevi saçlarını neyle boyuyordu?

TARİH

Öldüren Saç Boyası: Sarışın Bomba Jean Harlow’un Kısa Yaşamı

Sarışınlar sarışını, saçının ışıltısına tasvir yetiştirmek için “Platin sarı” tanımının uydurulduğu Hollywood aktrisi Jean Harlow’un erken ölümüne saç renginin de katkıda bulunmuş olabileceği ortaya çıkmış. (Sarışınlık üzerine aşağılayıcı esprileriniz varsa buraya bırakınız, eşikten öteye taşımayınız) Konu hakkındaki The Atlantic yazısı şöyle:

 

Jean Harlow dumanlı seksapeli ve şok edici sarı saçlarıyla sinema izleyicilerini mahvederken, sonradan Marilyn Monroe olacak kız çocuğu daha anaokulundaydı. Dünyaya Harlean Carpenter adıyla gelen Jean Harlow, şimdilerde neredeyse gözden düşmüş olan “sarışın bomba” titrinin ilk sahibiydi. Harlow daha 26 yaşındayken gizemli bir hastalığa tutulup öldüğünde ölüm sebebine dair bir sürü söylenti çıktı. Bazısı yanlış giden bir kürtaj operasyonu sırasında, bazısı da aşk acısıyla içmekten öldüğünü iddia etti Harlow’un. Ama belki de ölüm sebebi aslında kendi sarışınlığıydı.

 

Harlow’dan önce “platin sarısı” diye bir saç rengi yoktu. O dönemde insanların saçlarını hidrojen peroksitle açmaları alışılmış bir şey olsa da, piyasada saçları Jean Harlow’unki kadar sarı yapan bir boya satılmıyordu. Mary Pickford “Amerika’nın sevgilisi” olarak biliniyor ve Clara Bow’un ikinci adı “It Girl”ken nevrotikliğiyle ünlü Howard Hughes Harlow için de bir lakap bulmak istedi. Beyin fırtınası sırasında “Sarışın deprem” ve “Tatlı Fırtına” gibi harika seçenekler elendikden sonra Hughes’ın reklam direktörü şimdi Lady Gaga ve Miley Cyrus’ın da başını süsleyen “Platin Sarışın” lakabını buldu. Aynı dönemde Howard Hughes (ayakkabı olarak selpak kutuları giymesiyle anılmadan önce) dahiyane bir fikir daha buldu: Harlow’un başındaki rengin aynısını tutturabilen ilk kuaföre 10.000 dolar ödül verecekti. Büyük Bunalım’ın hüküm sürdüğü, paranın her zamankinden daha kıt olduğu 1930’larda bile bunu başarabilen olmadı.

 

Çocukken saçları beyaz sarı olan Harlow saç renginin doğal olduğunda ısrarcıydı, fakat kuaförü bunun pek doğru olmadığını gayet iyi biliyordu. Yıldızların kuaförü Alfred Pagano bir keresinde “Harlow’un saçını “platin sarı” yapmak için çamaşır suyu kullanırdım. Peroksit, amonyak, çamaşır suyu ve sabun kırıntılarını da araya karıştırıyorduk. İnanabiliyor musunuz?” demişti. Amonyak ve çamaşır suyu mu? Bir insanın kafasına bile isteye amonyak ve çamaşır suyunu birleştiren gizli bir karışım sürdüğüne inanmak zor. Bu yazı için çamaşır suyu markası Clorox’tan birileriyle konuşmam sırasında 1930 senesinde çamaşır suyunun içindeki maddenin bugünküyle aynısı olduğunu öğrendim – Öyle bir madde ki, amonyakla karıştırıldığında hidroklorik asit adlı zehirli bir gaz ve aynı anda yıldızlara yakışır bir sarı saç üretiyor. Kuaförüne göre Harlow bu acılı ve zararlı işlemi her hafta düzenli olarak tekrarlıyordu. (Bu arada Clorox şirketi size çamaşır suyu ve amonyağı karıştırmamanız gerektiğini hatırlatmamı istedi)

 

“Sarışın Bomba”lık paylaşılamıyor: 1960’lardan bir Milliyet haberi

 

Harlow ölüme yaklaştıkça saçlarını kaybetmeye başladı. Bu dönemde yıldızın peruk takmaya başladığı ve China Seas filminin çekimlerinin tümünde peruk kullandığı biliniyor. Bundan sonra saç rengini ya kendi seçimiyle, ya mecburiyetten değiştirdi. İki sene içinde ölmüş olacaktı.

 

Tabii Harlow’un sadece saç boyasından dolayı öldüğünü söylemek biraz basit bir açıklama olur. Yaptığı filmlerin listesiyle geçirdiği hastalıklar yanyana konulduğunda bir Yunan trajedisine benziyor. Kayıtlara göre Harlow daha 16 yaşına gelmeden çocuk felci, menenjit ve kızıl hastalıklarını geçirmişti. Aktris daha sonra, üstelik bir yandan Hollywood’un en ünlü yıldızı tacını taşırken zatürre, iki kürtaj, bir apandisit ameliyatı, yirmilik dişinin çekilmesine karşı kötü bir reaksiyon ve çeşitli defalar da salgın hastalık geçirdi. Ölümünden iki hafta öncesine kadar sette çalışmaya da devam etti. Yataktan kalkamayacak hale geldiğinde Clark Gable kendisini ziyarete gitmiş ve Harlow’u öpmenin “ölü, çürümekte olan bir insanı öpmek gibi” olduğunu da söylemişti. Bunun sebebi bu noktada Harlow’un tuvalete çıkamadığı, bedeni toksinlerden kurtulamadığı için de atıkların kokusunun nefesine sinmesiydi. Hastalığın bu evresinde vücudu su topladığı için kilosu iki katına çıkmıştı.

 

3 Haziran 1937’de Harlow’un kendini daha iyi hissettiği ve setlere dönmeye hazırlandığı konuşulmaya başladı. Oyuncu 6 Haziran’da aniden komaya girdi ve ertesi gün hayata gözlerini yumdu. Öldüğünde doktorları, muhtemelen yapılması kısmet olmayan bir ameliyat için kendisini bir ikon statüsüne taşıyan sarı saçlarını kazımıştı.

 

Harlow’un resmi ölüm nedeni nefrit, yani böbreklerinin iflas etmesiydi. Nefrit’in basit açıklaması vücudun atıklarla başa çıkamamaya başlaması ve bir süre sonra kendini biriken toksinlerden arındıramaması. Böbrekler %10 fonksiyonla dahi çalışmaya devam edebildiğinden sözkonusu hastalık seneler boyunca belirti vermeden devam edebiliyor.

 

Biyografiler ve bilenlerin anlattığına göre Harlow’un hastalığı çocukken geçirdiği kızıl hastalığından kalmaydı. Daha sonra yüksek alkol alımıyla vücudunun direncini iyice düşürmüş, zaten iflas etmekte olan böbreklerini daha fazla çalışmaya zorlamıştı. Fakat çamaşır suyundan çıkan klorin gazı solunumunun böbrek hasarına (ve daha başka sorunlara) yol açtığı da laboratuvar testleriyle belirlenmiş bir gerçek. Yani kızıl hastalığı ve aşırı alkol kullanımıyla birleşince Harlow’un amonyak ve çamaşır suyuna sıklıkla maruz kalması ölümünde önemli bir rol oynamış olabilir.

 

Harlow bir keresinde sarı saçları olmasa “Hollywood benim kim olduğumu bilmezdi bile” demişti. Hollywood’un kendisini farketmesini sağlayan sarı saçları, pekala sonunu getirmiş de olabilir.

 

 

Yazının gereksiz alaycı ve tantanacı tonunu bir kenara bırakırsak… Geçen hafta doğal sarışın Sylvia Plath’in inişli çıkışlı, ellerinden fırlayan yeteneğinin bir yerde sonunu getirmiş olabileceğini de konuşuyorduk ya. Harlow’un sonunu okuyunca aradaki elle zor tutulur benzerliği düşünmeden edemedim. Harlow saçları olmasa ünlü olmayacağını söylüyor… Ama bu tabii ki doğru değil. Harlow’u olduğu yere taşıyan yerde saçları varsa, beş basamak öncesinde hastalık ve engel bilmeyen gayreti vardı. Ölümcül, keskin, önüne çıkanı yıkacak türden, hastalık değil ancak ölümün son verebildiği türden bir gayret. Plath konusunda aile ilişkilerinin magazinvari ayrıntıları, intiharından kocası Ted Hughes’un sorumlu tutulması, kendisi de şair olan Hughes’un bir çeşit canavar ve katile dönüştürülmesi, bir çok kadının Plath’in mısralarında kendisini bulması ve aradaki katman katman duygular sebebiyle Plath’in ne kadar çalışkan bir sanatçı olduğu görmezden gelinir. Günlüklerinde de bahsettiği nefes almaz, titiz çalışma temposu, şiirlerinin üzerinde ne büyük ciddiyetle ve ne kadar çalıştığından da pek bahsedilmez. Plath sıkışmış ev kadınlarına ve başka türlü bir acıya yeni bir dil hediye etmeden önce, titiz ve çalışkan bir sanatçı, Harlow da rüyalar süsleyen, biraz boşkafalı bir sarışın bomba olarak anılmadan önce, çalışmayı her şeyin önüne koyan genç bir oyuncuydu. Sonlarını getirenin tam olarak ne olduğunu biz belirleyemeyiz, hayat öyle bir şey değil, ölüm de. Bu perdelenen acıya üzülürken bir taraftan bu kadınların haklarını da teslim etmek gerekiyor sanki.

 

 

 

Kaynak

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBu Resim Gitmeli Mi?
Bu Resim Gitmeli Mi?

Sanatçı Hannah Black'in siyah bir çocuk cesedini tasvir eden sanat eserinin var oluşunu ve sergilenmesini eleştirdiği açık mektubundan hareketle: "onurlandırmak" ve "lafı ağzına tıkmak" arasındaki ince çizgi nerede durur?

KÜLTÜR

YMary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar
Mary Beard: Gücün İçinde, Üzerinde, Peşinde Kadınlar

Cambridge Üniversitesi Klasikler Profesörü Mary Beard'ın konuşması: Kadınlar Antik Yunan'dan bugüne güçle nasıl ilişkilendi?

SANAT

YÖlüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann
Ölüm Kadar Ciddi, Küfürlü bir Şaka: Renate Bertlmann

Renate Bertlmann, 1970’lerde bir çok çağdaşı gibi 1968’in devrimci atmosferi ve ikinci dalga feminizmin gücüyle kadın bedenini bir kutlama ve devrim aracı olarak yeniden kurgulayan eserler üretmiş.

SANAT

YGüncel Kızlar (1977)
Güncel Kızlar (1977)

Vintage sarısı, yalnızca çözülmüş meselelere, başarıyla alınmış haklara mı değer?

Bir de bunlar var

Jane’in Hikâyesi
Anarşiksler piskopatların bir çeşididir
Fatma Girik “Feminist” Söylentilerini Yalanladı: ERKEKLERİ ÇOK SEVERİM

Pin It on Pinterest