Mis Sokak Gezi Parkı eylemleri döneminden başlayarak alternatif, sol, liberal kesimlerin gelip geçtiği, bira içtiği, eylem yaptığı bir yer haline geldi.

MEYDAN

“Nerdesin Aşkım? Mis Sokak’tayım Aşkım!”

 

Bugün Mis Sokak’tan bahsedeceğim. İstanbul’u bilenlerin bir fikri var neden burayı anlattığıma dair. Malum buralarda çoğunlukla LGBTİ+ dostu mekanlar, takılma yerleri var özellikle son senelerde. Aslında Mis Sokak Gezi Parkı eylemleri döneminden başlayarak alternatif, sol, liberal kesimlerin gelip geçtiği, bira içtiği, eylem yaptığı bir yer haline geldi. 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında HDP’nin barajı geçişinin coşkuyla ve halaylarla kutlanmasını, ya da aynı yıl Haziran sonunda yasaklanan Onur Yürüyüşü’nün en kalabalık ve sloganlı toplanmalarının burada olduğunu hatırlayanlarınız vardır.

 

2016 Haziran’ında Orlando’da Pulse isimli gey bara bir nefret saldırısı gerçekleştirilmiş, birçok LGBTİ+ birey yaralanmış ya da öldürülmüştü. 2015’te kurulan lezbiyen-biseksüel feminist bir kolektif olan Lezbifem, bu saldırı üzerine kocaman bir dayanışma bayrağı sallandırmıştı bu sokağın başında. 2016’dan beri türlü şekillerde dağılarak “yasakları yasakladığımız” Onur Yürüyüşleri de dahil olmak üzere, bu sokak hala pek çok yürüyüşün, dağılışın, ya da sokakta öylesine takılmanın merkezi oluyor.

 

Bu sokaktaki en eski mekan yıllar önce özellikle haftasonları sadece kadınlara hizmet veren Bigudi’ydi. Ben bu araştırmayı yaptıktan sonra 1 sene kadar kapalı kaldı ve en son bu sokakta tekrar açıldı. Benim erişebildiğim bilgilere göre 2007’den beri var. Arada isim ve el değiştirdiği olmuş. Bir diğer eski kadın mekanı Gia, o da bu sokakta. Gia buraya yeni taşındı ama aslında onlar da 2013’ten beri gecelerimizi dev Türkçe pop seçkileriyle süslüyorlar. Burası da lezbiyen bar olarak açılmıştı ama artık daha kuir dostu bi mekan diyebiliriz. Bu mekanların yerlerini bilmiyorsanız bu dev ve eski binaların içinde yerini bulmanız çok zor, sahipleri aslında bu belirsizlikten biraz faydalandıklarını belirtiyorlar, dışarı tabela koyarak kendilerini açık etmek istemiyorlar. Müdavimler de bir şekilde yollarını buluyor.

 

Aslında hem Bigudi hem de Gia için ve genel olarak birçok kuir dostu mekan için geçerli bu “arada derede, gizli saklı” haller. Geçtiğimiz 1 yılda lezbiyen-biseksüel kadınların1 sosyalleşme süreçleri ve bunların dayanışma ağları kurmaya, komüniteler oluşturmaya olası etkisini araştırmaya çalıştım. Çalışma sahamın barlar olduğu, eğlencenin garip bir şekilde işe dönüştüğü bir dönemdi. Lezbiyen-biseksüel kadınların sosyalleşme hallerine, mekanlarına bakmıştım ve bu kapsamda özellikle Mis Sokak’a değinmeden geçmek mümkün değildi. İşte bu söyleşilerden birinde konuştuğum bir kadın şöyle demişti: “Tabii o zaman internetten filan ben Bigudi’yi buldum ama sokağını bulamıyorum… Mis Sokak yazıyo internette, tavaf ediyorum sokağı aşağı yukarı aşağı yukarı…Bi de soramıyosun da,…Sonra bi gün…Mis Sokak’tan aşağı yürüyorum bakına bakına. Bi adam gelip dedi ki ‘Bigudi’yi mi arıyosun?’ O kadar belliyim yani. O zaman çekindim ‘yok ya’ dedim. Sonra anladım ki o sokakta, ordan geçerken başka bi gün tabelasını gördüm. Sonra birkaç arkadaşla oraya gitmeye başladık…”

 

Gece hayatı açılmak, kendi komüniteni oluşturmak, politik anlamda dayanışma oluşturmak adına hepimiz için çok önemli aslında. Lambdaİstanbul, Sosyalist Feminist Kolektif gibi kadınlara alan sağlayan örgütlerin yer değiştirmesi ve kapanması sonucu bir araya gelebildiğimiz bu mekanlar daha da önemli bir hale geldi. Başlarda bu araştırmaya nereden, hangi yazılı kaynaktan başlayacağımı düşünürken, fark ettim ki yazılı kaynaklardaki LGBTİ+ tarihi ya da “lubunyalık” genel olarak trans kadınların ve gey adamların anlatıları çevresinde şekilleniyor. Aslında yazılı olarak çok az şey var lezbiyen biseksüel kadınların tarihine dair. Bu yüzden günümüze en yakın kaynak, kişilerin anlatıları oluyor. Sürekli lezbiyen-biseksüel kadınlar dememin bir sebebi var aslında; trans kadınların bambaşka bir sosyalleşme kültürü ve gece hayatı ortamı var. Dolayısıyla benim gördüğüm kadarıyla natrans ve trans kadınların dünyaları pek de kesişmeyebiliyor. Çünkü lezbiyen-biseksüel ortam tıpkı tüm natrans çevreler gibi translar için varolması zor olabiliyor. Ama trans erkekler için durum biraz daha komplike, çünkü aslında pek çok trans erkek, biseksüel kadınlarla sosyalleşiyor ve bu ortamlarda varolabiliyorlar. Ayrıca Beyoğlu’nun özellikle 2012’den beri maruz kaldığı kentsel dönüşüm de buradaki mekansal değişimlere ve insanların eskiden gittikleri ortamlara gitmemelerine ya da gitmeye ara vermelerine sebep olabiliyor.

 

Bunlara ek olarak barlarda da dışlayıcı kapı politikaları, bar kavgaları, ve tacizler yaşanabiliyor. Konuştuğum birçok insan gece hayatında aktif ve sıklıkla arkadaşlarıyla, date’leriyle buluşmak için buralara gelen insanlardı: “İlk gittiğim yer sanırım Bigudi’ydi. Ortama ilk girdiğim zaman, aman aman bir şey bulamadım. Beklediğim şey çok daha başka. Ne bileyim orda yalnız değilim, özgürüm diye düşünmüştüm. Çok da öyle bir şey yoktu, zaten klasik yaşadığımız yerde erkek egemen bir toplum var. Orda da bunun benzerini gördüm diyebilirim çok da ayrılmıyorlardı birbirinden.” Birçok insan için bu mekanlar açılma dönemlerini kolaylaştıran, kendileri gibi başka insanlarla tanışıp kendilerini daha iyi hissettikleri mekanlar. İnsanların homofobik şeyler yapmayacağını, başka bir kadınla yakınlaştıklarında yargılanmayacaklarını ya da taciz edilmeyeceklerini düşünüyorlar. Ama (homo ya da hetero) normativite öyle bir girdap ki, gelip en radikalinin bile kuyruğunu ısırabiliyor. Bahsettiğim dışlayıcı kapı politikaları, bu mekanlar kadınlar için “güvenli” alanlar oluşturmaya çalıştıkları için işlevsel bulunuyor. Dolayısıyla bazen gey ve trans adamları içeri almakla ilgili seçici olabiliyorlar. Ama konuştuğum birçok kadın bu konunun zorlayıcılığından da bahsediyordu. Çünkü aslında birçok kadın gey arkadaşları ya da trans erkek partnerleriyle eğlenmeye çıkabiliyorlar ve kapıda problemler yaşanabiliyor.

 

Bu mekanlarda kıskançlık ve tekeşli-sahiplenici ilişkiler sebebiyle pek çok bar kavgası yaşanıyor. Bazı kadınların bu mekanlara gitmekten kaçınmasının sebeplerinden biri de bu. Esasında “komünite,” birbirini uzaktan da olsa bir şekilde tanıyan insan gruplarından oluşuyor ve bu tarz romantik, na-romantik türlü gerilimleri de içinde barındırıyor. Konuştuğum birçok kadın özellikle Gia’ya dair bir sahiplenme geriliminden bahsettiler. Tek başlarına gittiklerinde rahat edemediklerinden, oranın müdavimleri tarafından “tehdit” olarak algılandıklarından, onlara şiddet uygulanmasından korktuklarından bahsettiler. “Bir kafede otururken bi adamın senin yanına gelip flört etmesi, hani çok rastlanır bir şey, ama bi kadın nerden gelicek de o kadar emin olacak da yapacak..Hiçbir fikrim yok mesela bu konuyla ilgili. O yüzden işte ya üniversite toplantılarında başlıyor, ya mekanlar ya uygulamalar… Sıkışmış hissetmiyorum hani, ama başka da neresi olurdu onun da cevabı yok.” Bu mekanlar üzerinden kurulan, kurduğumuz ilişkileri aşk-nefret sarmallarına benzetmekten daha iyi bir seçenek gelmiyor aklıma: hem seviyoruz, hala iyi vakit geçirebiliyoruz; hem seçeneksizlikten çok sıkkınız. Bahsettiğim bu tarz normativite, şiddet ve ayrımcılık konuları zaman içinde insanların Gia, Bigudi gibi mekanlardan ayaklarını çekmelerine ya da dönemsel aralar vermelerine sebep oluyor. Mekanlar bu yüzden haftaiçi her gün açılmıyor, bazen sadece haftasonları kadınlara açık partiler yapıyorlar ve ayakta kalmakta finansal olarak zorlanıyorlar.

 

Zorlanmalarının, bence, Amerika’daki ve dünyanın birçok farklı yerindeki örneklere benzer bir şekilde ekonomik özerklikle bağlantılı bir tarafı da var. Hem LGBTİ+ politikasının, gündeminin kuirleşmesi (varolan ikili cinsiyet rollerinin/yönelimlerinin reddedilmesi) sebebiyle kadınlar kadınlara özel yerlere gitmeyi tercih etmeyebiliyor. Çünkü “cinsiyeti kadın atanmamış” birçok başka arkadaşlarıyla beraber eğlenmeyi tercih ediyorlar. Hem de mekanlar ekonomik olarak sadece kadınlara özel alanlar olup onlara partiler düzenleyerek ayakta kalmakta zorlanabiliyor. Böylece aslında herkesin beraber eğlenebileceği karma mekanlar olmaya başlıyorlar.

 

Bu mekanlarda yaşanan kavgaların, heteronormativitenin, şiddetin sorgulanmadığı bazı durumlar olabiliyor. “Aktivist LGBTİ+lar” ve “na-aktivist LGBTİ+lar” varmış da bu kategoriler birbiriyle ilişkilenemezmiş gibi bir önyargı olduğundan söz etmişti görüştüğüm bir kadın. Konuştuğum birçok insanın bu mekanlara gitmekten kaçınmasına sebep olan bir başka mesele de işin bu sınıfsal boyutu oluyor. “…aktivistler ve diğer LGBT’ler olarak bi ayrım var. Bunlar beni çok geriyo. Sıkışmış hissediyorum o anlamda. Ben gitmek istediğimde gidiyorum. “Aman gitmiyim” falan demiyorum. Ben de LGBT aktivistiyim… Zaten aktivistler gelip bana bir şey sormuyor, bir şeye ulaşmak istediklerinde ulaşıyorlar. Ama benim Gia’da tanıştığım kadın ertesi gün bana bir şey soruyor. Bu şekilde aktivizme de dahil olmuş oluyo. Ve değebiliyorsun, yani senin aktivizmin ona değiyor.” Gerçekten de, aktivizmin kimin için ne kadar erişilebilir olduğu konusu da burada devreye giriyor. Bu sınırlar bu kadar sert ve geçişi imkansız mı gerçekten de? Başkalarına dokundukça, tanımadığın insanlara ulaştıkça başarılı olmuyor mu aktivizm?

 

Bu örneklerden de görülebileceği gibi, takılmanın, sosyalleşmenin binbir tonu var. Yargılanacağını, birini öperken rahat edemeyeceğini düşündüğün yerlere gitmektense, daha kuir dostu yerlere gitmeyi tercih edebiliyorsun. Ama bu sefer de sahiplenici ilişkiler ve homonormativitenin kucağına düşme olasılığın var. Konuştuğum birçok kadın bu mekanlarda kurulan tekeşli, sahiplenici ilişkilerin onları zorladığından, bazen bu ortamlardan uzaklaştırdığından bahsettiler.

 

Olası gerginlikler, “yan etkiler”den bahsettikten sonra, LGBTİ+ dostu mekanların olumlu taraflarına bakalım biraz. Tüm bu sosyallikler aslında insanın açılmasını, “kendisi gibi insanlarla” (görüşmelerde bu en çok kullanılan kelime gruplarından biriydi) vakit geçirip daha az izole hissetmesine yardımcı oluyor ve bir çeşit dayanışma ağı oluşmasına yardımcı oluyor. Bir araya gelinebilecek alanlar dar ve sınırlı: “Bi şeyleri paylaşabilmek ve bir arada olmak dayanışma. Birbirinin arkasında durmak. Dayanmak da öyle bir şey mesela, ağaca dayanıp güç alırsın. İnsanlar bence bunu yapıyolar. istemeden de olsa yapıyolar. […]’de konuşuyoduk mesela, lubunyaymış ailesinden kaçmış. Mutlu oluyo ama konuşurken orda yalnız hissetmiyo. Mesela üniversitede yalnız hissediyodum. Ne zaman buraya [İstanbul] geldim öyle hissetmedim, güçlü hissettim. Bir aradayken bi şeylere çözüm buluyosun.”

 

Görüştüğüm bir başka kadın, aslında neden bunu yapmaya devam ettiğimizi “yalnız hissetmemek, özel/iyi hissetmek” üzerinden açıklamaya çalıştı: “Bi sonraki gün, sabahın köründe kalkacak ama yine de gidip sokaklara taşabiliyosun falan. Bu bence yeterli her şeyi anlatmaya, ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlatmaya. Bi Çarşamba kim partiye gider? Ama gitmek zorundasın yani. Yok yani. O senin özel zamanın. Hep beklersin ve o gün gelmiştir hangi gün olduğu önemli değil…” Bir araya gelinecek zamanların, ortamların azlığı, insanı o anın uçucu güzelliğini değerlendirmeye itebiliyor.

 

Tabii tüm bu olumlu ifadeler homojen, birbiriyle şahane iletişim kurup anlaşabilen bir lezbiyen-biseksüel kadın grubunun varlığına kanıt olarak gösterilemez. Lezbifem son birkaç senedir aktif değil, geçen yılın Onur Haftası’ndan en çok akılda kalan şeylerden biri lezbiyen kadınların komiteden ayrılışı oldu. Politik olarak nerelerde, nasıl bir araya geliriz bu noktadan sonra bilemiyorum. Ama yine de emin olduğum şeyler var. Mesela, alabildiğine dar mekanlarda, Türkçe popun dev remiksleri kulaklarda çınlarken dans etmek, flört etmek hala hayatlarımızın önemli bir parçası. Açılmak, kendin gibi insanlarla tanışmak, kendi komüniteni oluşturmak, sadece kendinle ilgili iyi hissedebilmek bile birçoğumuz için besleyici oluyor. Peki ya daha fazlası için ne yapmalı? Nasıl bir araya gelmeli, ya da bir araya gelişleri nasıl sürdürmeli? Sadece bu kısa, uçucu ve güzel anlar yetmiyor zira. Sürekli değişen bu politik ortamda, bu belirsizlikle baş etmek için nispeten rahat ettiğimiz bu mekanların dışına mı taşmalı, yoksa böyle mekanların sayısını mı arttırmalı? Belki de zamanla bulacağız cevabı.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YAtarlı Rap’in Mitik Prensesi: Harpya*
Atarlı Rap’in Mitik Prensesi: Harpya*

İtiraf ediyorum, Mayıs 2023’teki yoğun seçim gündemini atlatabilmemi iki rapçiye borçluyum. Bunlardan biri Gazapizm, diğeri Harpya’ydı. O kadar yorucu, sinir bozucu ve öfkeli zamanlardı ki sadece rap dinleyip sokakta hızlı hızlı yürüyordum. Harpya epeydir tanıdığım ve tanımadan önce de müziğini çok sevdiğim biriydi. Öfkesi, öfkesini ifade ediş biçimini dinlemek bana epeydir çok keyfi veriyor.

MEYDAN

YKA-DER Vakası: Sendikal Haklar ve Çalışma Koşullarına Feminist Bir Müdahale
KA-DER Vakası: Sendikal Haklar ve Çalışma Koşullarına Feminist Bir Müdahale

Hak savunuculuğu yapan sivil toplum alanında, sektörde çalışanların da özlük haklarının ön planda olmasını bekliyor olabilirsiniz. 10 yıldır sivil toplumda çalışan biri olarak bunun çoğu durumda, yanlış kurumsallaşma, dar bütçeler, liyakatsizlik ve mobbing gibi meseleler dolayısıyla böyle olmadığını söyleyebilirim. Pek çok kurumda hala sivil toplum çalışanlarının yol yemek masrafları gibi en temel özlük hakları yok.

SANAT

YBayık Oscarlara can veren anlar: Mark Ruffalo, The Anatomy of a Fall ekibi ve niceleri
Bayık Oscarlara can veren anlar: Mark Ruffalo, The Anatomy of a Fall ekibi ve niceleri

Oscar'larda kazanan, yarışan adaylardan çok sanatçıların, yapımcıların, yönetmenlerin savaşa dair pozisyonunu merak ettiğimiz bu yıl, bana sorarsanız her yıl kadar bayık ve tahmin edilebilirdi.

KÜLTÜR

YNeandria: Peki O Meşhur “Taşra”da Kadınlar ve Gençler Ne Yapıyor?
Neandria: Peki O Meşhur “Taşra”da Kadınlar ve Gençler Ne Yapıyor?

Alamos Gold şirketi yıllar sonra 2021’de Kazdağları’nda altın aramak için tekrar harekete geçti. Bu açıdan film hem gerçekten sürekli orada olan bir ekolojik yıkımın, hem buna karşı örgütlenen genç neslin, hem de bu kasabada yaşamaya devam etmenin hikâyesi.

Bir de bunlar var

İşte Bunlar Hep Belaltı
Demo Kazandı
Külahtan Sarığa Bir Garip Değerler Kümesi

Pin It on Pinterest