Rabotni, sadece emeğin ve mücadelenin simgesi değildir kadınlar için, aynı zamanda çok taraflı baskılanmanın, çifte yükün de nişanesidir.

TARİH

Mavi Rabotni’nin Kısa Hikâyesi

Bazılarımızın hayatlarının bir bölümünde yaşadıkları muhitlerde göçmen, Bulgaristan göçmeni komşuları olmuştur. Hatta yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır, bu güruhtan yaşlı kadınların evlerinin önünde otururken, kapılarının önünü süpürürken giydikleri mavi, şirinler mavisi işçi önlükleri, rabotnileri vardı. Bu önlükler, basit bir kumaş parçasının çok ötesinde yaşanmışlıklara, hikâyelere şahitlik ettiler ve birer protez hafıza objesi haline geldiler on yıllar içerisinde. Bu kısa yazıda, o önlüklerin hikâyesini, onu taşıyan bir kadının, Saime’nin uzun ama kısa, sade ama doğduğu toprakların çok uzağında biten hayatı üzerinden anlatacağım. 

 

Saime, iki savaş arasında Deliorman yakınlarında, nispeten varlıklı bir aileye doğdu. Kendi anlatısına göre, 1944’te, o daha 11 yaşındayken, Kızıl Ordu Tuna’yı geçip en sonunda kapılarına dayandığında köydeki diğer tüm genç kızlarla birlikte tavan arasına saklanmıştı. Zira, ordu birliklerinin gerçekleştirdiği kitlesel tecavüzlerin haberleri köye kadar gelmişti. Bir süre sonra, çarın Bulgaristan’ı terk ettiği ve Komünistlerin liderliğindeki Vatan Cephesi partizanlarının yönetimi ele geçirdiği haber geldi. Ertesi yıl da sosyalist düzen duyurularak Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nin fiziki varlığı ilan edildi. Köylerindeki hayat olağan akışında sürüp giderken Şumnu’dan gelen parti temsilcileri, kolektif çiftliklerin kurulmakta olduğunu, halkın gönüllü katılımının beklendiğini duyurdu. Lakin, ne Saime’nin köyünde ne de çevre köylerde pek de beklenildiği gibi ilerlemedi süreç. Taşradaki Müslüman çiftçilerin katılımı epey düşük kaldı. Bir zaman sonra Dobruca ve Deliorman köylerindeki insanlar tren istasyonlarına akmaya başladı, Türkiye ve Bulgaristan arasında sınır kapıları açılmıştı, yıl 1950. Saime’nin ailesi de gitmek için sıraya girdi fakat bir süre sonra göç aniden kesildi, sonra gidenler dönmeye başladı. Göç bitmişti. 

 

Saime ailesiyle (üstte sağdan ilk kişi), 1951, Omranköy, Bulgaristan.

 

Ertesi yıl, Saimelerin köyüne Ramazan ayı için genç bir imam, Hüseyin geldi. Bu oğlan kısa sürede yardımseverliği ve mütedeyyinliği ile köylülerin ve pek tabii Saime’nin babasının takdirini kazandı. Ertesi yıl Ayşe Saime ile nikahları kıyıldı. Uzağa gelin gitmedi Saime. Hüseyin hemen yan köylerindendi ve köy mektebinde Türkçe öğretmenliği yapmaya başlamıştı. Evliliklerinin 6. ayında kapılarına eğitim bakanlığından görevliler geldi ve Hüseyin’e öğretmenliğe devam etmek istiyorsa şehirde yeni açılan devlet pedagoji enstitüsünde 2 yıl eğitim alması gerektiğini tebliğ ettiler. Hüseyin gitmek istemese de, hasta babasının ısrarıyla enstitüye yatılı olarak kayıt oldu. Hüseyin muallim zaman içinde değişmeye başladı. Enstitüden mezun olduğunda artık farklı bir ideolojik kimliğe sahipti. O dönem, her öğretmen gibi parti kartını almıştı ve kendi annesinin deyimiyle artık “kara kafirdi.” Evlerinde her türlü dini vecibeyi yasakladı.

 

Sonradan yasakladı her şeyi, ilk başta, yorgan altında tesbih çekerdim, gizli. Bir gün anladı; ‘madem yapacaksın, düzgün yap şunu,’ dedi. Karışmadı sonra.” 

 

Yıkılan Taş Duvarlar

1953-1954’te köyde TKZS (Trudovo Kooperativno Zemedelsko Stopanstvo) devlet tarım kooperatifinin temsilciliği kurulur. Tarım kooperatifi ile birlikte devlet organı kırsalda varlığını iyiden iyiye hissettirmeye başlar. Tüm köylüler topraklarını, hayvanları ve tarım aletlerinin önemli bir kısmını “gönüllü olarak” bağışlamak durumundadır. Böylelikle, kısa süre içinde köyün etrafında tüm tarım alanları kamulaştırılır ve TKZS bünyesinde toplanır. Günlük yaşam pratiklerinde radikal değişiklikler görülmeye başlar. Tarım alanlarının kamulaştırılması ve hayvanlara el konmasıyla birlikte, kırsaldaki üretim de tek elde toplanmış olur. Yüzyıllardır süregelen, aile/hane temelli üretim kendini kolektif pratiklere bırakır. Aileler, çalışabilecek durumdaki tüm fertleriyle birlikte tarım kooperatiflerinde işçi olarak çalışmaya başlarlar. Böylelikle kadınlar, aile içindeki kapalı atmosferin dışına çıkmak durumunda kalır, zira hanelerin ekonomik bağımsızlıklarına son veren kurumsal aygıt, kaçınılmaz bir şekilde klasik anlamdaki tahakküme de son verir. Tarlalar arasındaki mülki sınırları belirleyen kısa taş duvarlar ise o tarlalarda çalışan köyün kadınları tarafından yıkılır. Saime, ilk yıllarından itibaren kooperatifin sebze bahçelerinde çalışmaya başlar.

 

Esas Proletarya

Müslümani yani ülke içindeki Müslüman topluluklar, yönetimi elegeçiren Bulgaristan Komünist Partisi nezdinde, geçen yüzyıldan kalan, “500 yıllık kölelik dönemin”nin son hatıralarıydı… Bu toplulukların içinde, Komünist Parti’nin kadın örgütlenmelerinin gözünde kadınların yeri farklıydı. Zira kadınlar yüzyıllarca sadece devlet tarafından değil, aynı zamanda aileleri tarafından da sömürülmekteydi. Bu sebeple onları özgürleştirmek, devrimin kırsaldaki asıl neferlerini yani Esas Proletarya’nın doğuşunu hazırlayacaktı. 

 

Bölgedeki Müslüman kadınların günlük giyimleri genellikle şalvar ve uzun kollu gömlek üzerine yaşmak/başörtüsü ve feraceden müteşekkildi. Ekim Devrimi sonrası, Sovyet Türki cumhuriyetlerindeki gibi kitlesel bir “tesettürden arınma seferberliği”  yaşanmasa da 1950’lerin ortasından başlayarak, yerel örgütlenmeler üzerinden kadınların örtülerini bırakması, en azından feraceden vazgeçmesi yönünde şiddetli devlet teşvikleri uygulandı. 

 

Bilim’e!, Kufallar, 2018. Fotoğraf: Onur Ciddi.

 

İlk dönemler köylü kadınların giyimlerine müdahale edilmese de, 1949’da Müslüman azınlık okullarının kamulaştırılması ve ilköğretimin zorunlu kılınması sonrası, kız çocuklarının giderek artan okullaşma oranı önemli bir ilk uygulama alanı teşkil etti. Zira, okullarda başörtüsü ve feraceye izin verilmiyordu. Fakat, kırsaldaki fakirlik öğrencilerin üniformaya erişimini kısıtlıyordu. Öyle olunca pratik, geçici bir çözüm bulundu; kız öğrencilerin yaşmakları düştü ve yerine boyunlarına devrimin simgesi mavi ve kırmızı yakalıklar geldi. 

 

Kız öğrenciler öğretmenleriyle. Buranlar, 1950’ler.

 

Orak, Çekiç, Ferace

Öyle ki, bazı köylerde kadınların feraceleri yerel yönetimler tarafından toplandı, bir nevi kamulaştırıldı. Hatta insanların kıyafetlerinin henüz üzerlerindeyken makaslandığı olaylar dahi yaşanmıştı. Diğer taraftan, altı çizilmesi gereken diğer bir nokta, bu eylemlerin Bulgar görevlilerden ziyade, genellikle yerel yönetimlerde ve/ya politik örgütlenmelerdeki bölgenin yerlisi, etnik Türkler tarafından gerçekleştirilmiş olmaları. Böylelikle, etnik temelli bir çatışmanın da önü alınmaya çalışıldı diyebiliriz. Her ne kadar, kadın üzerindeki baskın figür zamanla aileden devlete kaydıysa da, bölgedeki kadının “modernleştirilme” teşebbüsü ilk olarak baskın, ataerkil otorite kullanılarak sağlanmaya çalışıldı.  

 

Kırsaldaki kadınların özgürleştirilmesi teşebbüsleri ise ilk olarak yerelden devşirilen parti mensuplarının aileleri üzerinden yürütüldü. Saime de bu erken teşebbüsün ilk temsilcilerinden biriydi. Bir gün, Hüseyin muallim, Saime’den, öğretmen bir arkadaşının eşiyle birlikte şehir merkezine gidip elbise almasını ister:

 

Alın dedi size şu kadar para, kasabadan falanca yerden kısa yenli fistan alacaksınız, dedi. Gittik aldık fistanları ertesi gün. Bizim öyle şey giydiğimiz yok, kısa yenli. Utana utana gittim bahçeye öyle. Yolda bizim akrabalardan İbrahim Amca gördü. Hiç unutmuyorum; ‘Saime, anana, babana bunları da mı gösterecektin,’ dedi. Hiç ses etmedim, ağladım sonra.”

 

Bir süre sonra, Saime’nin ve diğer kadınların çalıştıkları sebze bahçesinde de etek giyilmesi istenir. Zira, kooperatif işlerinden dolayı köylerine şehirden Bulgar yetkililer gelmektedir ve bir gün bu görevlilerden biri onun şalvar ile çalıştığını görür, şikayette bulunur. Bir öğretmen eşi olarak Saime’nin eski zaman giysileri giymesi uygun düşmemekte, diğer kadınlara da örnek teşkil edecek şekilde giyinmesi beklenmektedir. Saime ise etek ile rahat edemez çalışırken ve bu duruma pratik bir çözüm getirir. Şalvarının üzerine giymeye başlar eteğini. Diğer kadınlar da takip eder Saime’yi. Bahçeye uzaklardan yabancı biri yaklaştığı zaman şalvarların paçaları görünmeyecek şekilde yukarı doğru kıvrılır. 

 

Şerife teyze ve arkadaşı. Polyanovo, 1980. Fotoğraf: Ali Eminov.

 

Fakat “ferace problemi” bir süre daha devam eder. Feracenin yerine bir şey konması gerekir. Bu sırada, köydeki tarım işçilerine mavi renkte uzun işçi önlükleri verilir. Saime, giymek istemediği elbisesinden kurtulmak için rabotnisine sığınır zaman içinde, diğer binlerce Müslüman kadın gibi. Rabotniler sadece mesai sürelerince değil, iş dışı zamanlarda da giyilmeye başlanır. 

 

Çifte Yük

Rabotni, sadece emeğin ve mücadelenin simgesi değildir kadınlar için, aynı zamanda çok taraflı baskılanmanın, çifte yükün de nişanesidir. Devlet bir nevi, kadınların sırtından örtülerini alıp rabotniyi verdiğinde, toplumun en alt, baskılanmış grubu olarak gördüğü Müslüman kadını özgürleştirdiği kanısındaydı. Evet, kadın kapalı aile yapısının bir nebze olsun dışına çıkabilmişti. Fakat, hakikat biraz daha farklıydı. Kadın haneiçi emekten azade olmak bir yana, üstüne günlük 8-10 saate varan işçilik üstlenmişti. Artık sadece ailenin değil, devletin de hizmetindeydi. Bu sebeple bitimsiz emeğin simgesidir rabotni.

 

Öyle ki, zaman içinde kadınlar iş yerinden kendilerine dönemden döneme verilen yeni rabotnileri ayırır, işyerlerinde veya günlük işlerinde kullanmaz. Fabrikanın, tarlanın dışına çıkar rabotniler; düğünlerde, bayramlarda dahi giyilir, şalvar gibi vazgeçilmez olur köylü kadın için, bir daha çıkmaz üstlerinden.

 

1984-1985 kışında sayfalarca uzunluktaki isim listelerinden Bulgarca isimlerini seçmeye zorlanırken de, 1989 baharında Türkçe isimleri ve kültürel haklarını geri almak için kalaşnikofların üzerine yürürken de, 1989 yazında Türkiye’ye sürülürken de, göçüp geldikleri Türkiye’de “yeteri kadar Türk ve Müslüman” görülmediği için “Bulgar” olarak ayrıksılaştırılırken de rabotni vardır binlerce kadının üzerinde.

 

Saime’ye ne mi oldu? Saime, daima o mavi kalabalıkların içindeydi. Geçtiğimiz Mayıs ayının 2’sinde son kez giydi rabotnisini, tekrar çıkarmamak üzere.

 

Ana görsel: Rabotni, Onur Ciddi, 2018.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YSaraybosna Havası
Saraybosna Havası

Antropolog Halide Velioğlu’nun geçtiğimiz aylarda yayımlanan kitabı Saraybosna Havası: Bir Gündelik Hayat Etnografisi insanı ve hafızayı merkeze alan bir savaş sonrası anlatısı sunuyor.

TARİH

YKaranlıkta Hasat
Karanlıkta Hasat

Sosyalist Bulgarya’da binlerce kadın yaşadı, çalıştı. Yaşantılarını, deneyimlerini aktarma şansına vakıf olan birçoğunun hikâyesi dağılmakta olan bir bulut gibi, her geçen gün unutulmakta.

Bir de bunlar var

Hayalet Ülkenin Şampiyonları: Sovyetler Birliği’nin Son Olimpiyatları
Bilhassa Elbiselerime İtina Edeceğim
“PAPAZ YOK CAMİ YE GİTTİ”

Pin It on Pinterest