Frances ve Sophie’nin ilişkisi yakınlık arttıkça hareket alanının kısıtladığı küçük çaplı bir çemberi düşündürüyor bana.

ECİNNİLİK

Frances Ha’nın Yaşından Frances Ha’ya Bakmak

Frances Ha, 2012 yılında sinemalara girdiğinde ben 19 yaşındaydım ve üniversiteye yeni başlamıştım. Frances’in kendine sorduğu tipten soruları henüz kendime pek sormadığım bir zamandı bu. Geçen gün ev arkadaşımla Frances Ha’nın Mubi’ye yüklendiğini gördük ve tekrar izlemeye karar verdik. Filmi ilk izleyişimin üzerinden 8 yıl geçmiş ve ben bu arada Frances’in filmdeki yaşına gelmiştim: 27. Üstelik tıpkı Frances gibi ben de yerleşik hayata geçemeyişin, uzaklaşan ilk gençliğin, maddi güçlüklerin, biten ilişkilerin ve gerçekleşemeyen hayallerin omuzlarıma yüklediği ağırlığı en yoğun hissettiğim bir dönemdeyim. Bu kez daha başka bir gözle izledim Frances’i, daha dert ortağı olduğum bir yerden… Ama film bana özellikle Frances ve Sophie arasındaki dinamiklerle arkadaşlığa dair şeyler düşündürttü bu kez ve Frances’ı daha eleştirel bir gözle takip ettim. 

 

Frances Ha’yı kısaca şöyle tanıtalım izlemeyenlere ve izleyip unutanlara: Frances, New York’ta en yakın arkadaşı Sophie ile birlikte yaşayan 27 yaşında bir dansçıdır. Sophie’nin evden taşınması ile birlikte Frances evsiz kalır ve göçebe bir hayat yaşamaya başlar. Arkadaşlığının aldığı yeni formu anlamlandırmaya çalıştığı esnada duygusal ve profesyonel hayatı da farklı şekillerde darbeler alır. Parçası olduğu dans topluluğunda kendine daha sağlam bir yer yaratmak ister, fakat bunun arzuladığı şekilde olmaması Frances’i maddi güçlüklere ve beklenmedik ortamlara sürükler. Yetişkinlik ile çocukluk arasında sıkıştığı yerde kendine bir yer açmaya çalışır ve bunu yaparken yer yer kaybolsa da Frances neşesini ve samimiyetini hep korur. Geçiş döneminin, arada kalmışlığın sancısını, karanlıktan ziyade daha sıcak ve mizahi bir anlatım diliyle aktaran bir film Frances Ha

 

 

Arkadaşlık nedir? Arkadaştan ne beklenir?

 

Filmi ilk izlediğimde Frances ve Sophie arasındaki ilişkiyi imrendirecek kadar içten ve derin bulmuştum. Çalkantılar ve çatışmalara karşın kabullenmenin ve anlayışın üstün geldiği bir arkadaşlık olarak değerlendirmiştim. (Buraya ufak bir parantez açıp yazıda arkadaşlığı cinsel yönelimden bağımsız bir yakınlık formu olarak ele aldığımı belirtmem gerek; yani bu arkadaşlığı Frances’in heteroseksüel, lezbiyen ya da biseksüel olması üzerinden okumuyorum.) Fakat bu kez, Frances ve Sophie’nin arkadaşlığına dair başta idealleştirmeye ya da romantikleştirmeye meyilli olduğum kimi bağ ve arzuları daha eleştirel bir yerden yorumladım. İlk gözüme çarpan şey, Frances’in hayata tutunamama korkusunu Sophie’ye tutunarak rahatlatma ve unutma arzusu oldu. Evin, işin ve hayallerin sallantıda olduğu ve karanın bir belirip bir yok olduğu bir dönemde Sophie’nin varlığı, Frances’in içten içe en çok bel bağladığı emniyet olarak karşımıza çıkıyor. Denizin ortasında ufak bir kara parçası bulup soluklanmak istiyor Frances; Sophie ise yola devam etmenin gerekliliğini hatırlatıyor. Filmin başında Sophie’nin yeni bir ev bularak uzaklaşmasını bir terk ediş, bir yüz üstü bırakış veya bir ihanet olarak görmeye meyilli oluyoruz önce. Öyle ki, Sophie’nin hayalini kurduğu mahallede bir ev bulmasına, erkek arkadaşıyla mutlu olmasına sevinemiyoruz bile. Bu noktada Frances’in, Sophie’nin karşılık veremeyeceği duygusal bir beklenti içerisinde olduğunu da görüyoruz aslında. Bu beklenti denkleminde kim hatalı peki? 

 

Arkadaşların, bazı zamanlarda “orada” olmasını ve bizi düşmek üzere olduğumuz boşluktan çekip çıkarmasını isteriz. Hatta bazen arkadaşımızın da bizimle çukura inmesini/düşmesini ve bizimle birlikte çıkışı aramasını arzularız. Fakat ya arkadaşımız biz çukurun dibindeyken çok uzakta bir yerde, bir tepedeyse? Ya da bambaşka bir çukurun içine yuvarlanıyorsa o sırada? Arkadaşlar eşlik mi etmeli? Destek mi olmalı? Yoksa çekip kurtarmalılar mı bizi?

 

Aşk ilişkilerindeki sınırlar üzerine sık sık yazıp çiziyoruz. Fakat arkadaşlıkların, Frances Ha’da karşımıza çıktığı şekliyle kadın kadına arkadaşlıklarımızın sınırlarını yeterince sorgulamıyoruz gibi geliyor bana. Aşk ilişkilerinin aksine, arkadaşlığın kendiliğinden sağlıklı ve sağlam bir yapısı olduğuna dair bir ön kabul var sanki. Buna bağlı olarak git gelli, duygusal çatışmaları yüksek arkadaşlıkları cinsel çekim çerçevesinde anlamlandıran bir yaklaşım da var. Oysa arada cinsel çekim olmasa bile bazı arkadaşlıkların seviyeleri ve sınırları bizi zorlayabiliyor. Sınır çok kalın çizildiğinde paylaşımın niceliği ve niteliği zayıf oluyor; sınırlar ortadan kalktığında ise paylaşımla beraber beklentiler, yargılar ve çatışmalar da güçlenebiliyor. Arkadaşımız, ötekilerle paylaşmak istemediğimiz ve yalnızca bizimle anlam bulan bir tamamlayıcı haline geliyor bazen. Frances’in, Sophie’nin erkek arkadaşına yönelik tepkisi de sanırım buradan kaynaklanıyor: Sophie’nin başka bir insana Frances’e olduğundan daha yakın olması, Frances’in önce bu ilişkide ve sonra giderek hayatta kendi konumunu sorgulamasına yol açıyor. Bu bakımdan Frances ve Sophie’nin ilişkisi küçük çaplı bir çemberi düşündürüyor bana; yakınlık arttıkça hareket alanının kısıtladığı bir çember. Çemberin dışına çıkıldığında ise iki taraf da kendini nasıl konumlandıracağını bilemiyor; bağlar esneyemediği yerlerde kırılıyor.

 

Öte yandan çember, içinden çıkılmadığı müddetçe tarafları kendi potasında eritip birleştirmeye, iç içe geçirmeye başlıyor. Frances, nereye gitse lafı Sophie’ye getiriyor, girdiği çevrelerin hepsinde – insanları sıkmak pahasına – Sophie’yi anlatıyor.  Anlatısında kendini Sophie üzerinden tanımladığını görüyoruz: “Aslında biz aynı kişiyiz, yalnızca saçlarımız farklı!” diyor sık sık. Bu çerçevede farklar da bir tamamlama/tamamlanma hikayesine dönüşüyor. Kendisinin dağınık, Sophie’nin derli toplu olması; kendisinin çok kitap okuyup, Sophie’nin az okuması gibi farklar birleştikçe anlam bulan yapboz parçaları gibi bir araya geliyor bu hikayede. Frances kendisini ancak Sophie’yle anlamı ortaya çıkabilecek bir yapboz parçası olarak görürken, Sophie’yi de ancak kendi varlığıyla tamamlandığında değerli birine dönüştüyor. Bu dar çemberde çatışma da kaçınılmaz oluyor. Öyle ki, davet edildiği bir yemek sırasında Sophie’yi eleştirip kendi karşıtı olarak konumlandıran sözler ediyor bir gün. Onu bu şekilde küçümsemesine kendi de şaşırarak “Neden böyle konuştum bilmiyorum, Sophie tanıdığım en harika insandır” diyor sonra. Nitekim çemberin içinden edindiğimiz bakış, dışına çıktığımız ya da itildiğimiz yerden edindiğimiz bakışla bir türlü buluşamıyor.

 

Filmin geri kalanında çemberin dışında kalmanın, soluklanılan kara parçasından uzaklaşmanın Frances için ne kadar yorucu olduğunu görüyoruz. Bir yerden ötekine sürüklenip duruyor. Fakat sonunda suyun, ayaklarının yere değebileceği sığlıkta olduğunu fark ediyor ve bir çıkış yolu bulmayı başarıyor Frances. Dalgalarla sürüklenmeyi bırakıp, dans etmeye başlıyor. Filmin son sahnesinde, çemberin dışına çıkabilmiş bir Frances görüyoruz; düştüğü çukurdan kendi kendine çıkmış, hayata “tutunabilmiş”. Sophie ile buluşan gözlerinde bu kez isyan ya da beklenti yok. Yalnızca sevgi var; bir çemberle sınırlandırılmadan da ayakta kalabilen bir sevgi… 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YHatay’ın Kadın Kooperatifleri (III): Üretim Yapmak
Hatay’ın Kadın Kooperatifleri (III): Üretim Yapmak

Hataylı kadınların söylediği gibi, Hatay’a bir kez giden, bir kez daha gidermiş. Ben de dönmekte çok gecikmem umarım! 

MEYDAN

YHatay’ın Kadın Kooperatifleri (II): Finansal Kaynak Bulmak
Hatay’ın Kadın Kooperatifleri (II): Finansal Kaynak Bulmak

Hangi kooperatifin ne zaman hangi destekten faydalandığının, bunun bir ayrıcalık mı yoksa bir hak mı olduğunun ya da “bağımsız” kooperatif titrini düşürüp düşürmediğinin çetelesini tutmak hiç de kolay değil.

MEYDAN

YHatay’ın Kadın Kooperatifleri (I): Ortak Olmak
Hatay’ın Kadın Kooperatifleri (I): Ortak Olmak

Hatay’daki kadın kooperatiflerinin gündeminde neler var? Bu kooperatifler neler söylüyor, neler biliyorlar? Ne tür üretim ve ortaklık stratejileri geliştiriyorlar? 

MEYDAN

Y“Aşk Bir Rüyaymış, Uyandık”
“Aşk Bir Rüyaymış, Uyandık”

“aşk bir rüyaymış, uyandık” ama karında kelebekler de yok değil...

Bir de bunlar var

Adını ‘Helal Olsun’ Koydum
Kırışıksız Otuzlar, Botokssuz Yarınlar
Terry Hall

Pin It on Pinterest