"Muhakkak ki karşısında kolektif bir şekilde duracağız ve bunun da üstesinden geleceğiz."

MEYDAN

Av. Tuba Torun: “Sözleşme’den çekilmeyi tartışmak dahi şiddet faillerine güç veriyor”

Editörlüğünü Tuğçe Yılmaz‘ın yaptığı 5Harfliler İstanbul Sözleşmesi Dosyası kadına yönelik şiddetle mücadelede İstanbul Sözleşmesinin önemini ve sözleşmeden çekilme tartışmalarının kadınlar için anlamını araştırmakta, yazı ve röportajlarla konunun uzmanı feministlere ses ve kulak vermektedir. 

 

Nahide Opuz, kendisine ve ailesine şiddet uygulayan, tehdit eden evli olduğu erkeği tam 36 kere devlet makamlarına şikâyet etmesine rağmen devlet tarafından korunmamış, Nahide Opuz’un annesi bu erkek tarafından öldürülmüştü. Opuz, 15 Temmuz 2002 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) dava açtı. AİHM, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kadını/vatandaşını, gelenek, görenek, namus ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığından beslenen insanlardan koruyamadığına hükmetti. Ayrıca mahkeme, Ankara’nın Nahide Opuz’a 36 bin 500 Euro ödemesine karar verdi. Bu kararın ardından Türkiye, durumun böyle olmadığını kanıtlamak istercesine kamuoyunda “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni en hızlı şekilde uygulamaya koyan ülkelerden biri, hatta ilki oldu. Avrupa Konseyi tarafından desteklenen sözleşme 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış olmasından dolayı “İstanbul Sözleşmesi” olarak biliniyor. Sözleşmeye ilk imzayı dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu atmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ise sözleşmeyi 14 Mart 2012 tarihinde kabul etmişti. Sözleşme, 1 Ağustos 2014 yılında yürürlüğe girdi, 2019 yılı itibarıyla da 34 ülkede farklı zamanlarda onaylandı.

Türkiye’nin Sözleşme’yi tartışmaya açması ve geri çekilme sinyalleri vermesi, kadınlar tarafından kabul edilemez olduğu kadar anlaşılamazlık boyutunu da koruyor. Cumhuriyet Halk Partisi Yüksek Disiplin Kurulu Üyesi ve Avukat Tuba Torun, bazı kesimlerce iddia edildiği gibi sözleşmenin aile yapısıyla bir derdi olmadığını belirterek “Sözleşme şiddete karşı, şiddetle derdi var,” diyor. “Sözleşmeden çıkılması demek ‘Biz insan haklarından yana değiliz, biz insan haklarını korumuyoruz. Temel hak ve özgürlüklere riayet etmiyoruz’ demektir,” diyen Avukat Tuba Torun’u dinliyoruz.

 

İstanbul Sözleşmesi’ni diğer uluslararası sözleşmelerden farklı kılan nedir?

İstanbul Sözleşmesi, uluslararası bir Avrupa Konseyi sözleşmesi ve son derece önemli bir sözleşmedir. Çünkü şiddeti önlemeyi amaç edinir. Sözleşme, “4P” dediğimiz kadına yönelik şiddetin engellemesini sağlayan bütüncül politikaları kapsayan bir temel üzerine oturtulmuştur. Ve bu ilkeler çerçevesinde şiddeti önlemek için bir dizi sorumluluklar yükler imzacı devletlere. Bu sorumluluklar arasında sığınma evlerinin kurulmasından ve çoğaltılmasından, ceza indirimlerinin uygulanmamasına; toplumsal cinsiyet eşitliği dersinin eğitimin her kademesi için zorunlu müfredata eklenmesinden tutun da aile arabuluculuğunun yasaklanmasına kadar çok detaylı bir şekilde yapılması gerekenleri sıralar.


Önemli bir diğer nokta ise sözleşmenin, şiddetin toplumsal cinsiyetten kaynaklandığını, yani doğrudan kadına yönelik olarak bu durumu tanımlaması. Özetle diyor ki: Kadınların maruz bırakıldığı şiddet, toplum içerisinde kadınlara yüklenen toplumsal rollerden kaynaklanıyor. Bu şiddet mantığını genişleten bir kavram. Aynı zamanda sözleşmenin bağlayıcı bir özelliği de var. Anayasanın 90. maddesine göre uluslararası sözleşmeler kanun niteliğinde. Hatta uluslararası sözleşmelerle yerel yasalar çatıştığında uluslararası sözleşmenin yükümlülüklerinin uygulanacağı da açıkça belirtiliyor. Yani her halükarda Türkiye bu sözleşmeyi uygulamak zorunda.

 

Türkiye bu tartışmalardan önce Sözleşme’yi etkin olarak uyguluyor muydu?

Sözleşme elbette bu tartışmalardan önce de etkin bir şekilde uygulanmıyordu. Fakat biz Sözleşme’den yine de yararlandık. Örneğin, Sözleşme’yi dayanak göstererek kadına ve çocuğa yönelik davalarda kadın haklarını savunan her örgütün davalara müdahil olmasını sağladık. Yine bu sözleşme sayesinde hukuki beyanatlarda bulunduk, savunmalar hazırladık. Yani İstanbul Sözleşmesi yol gösterici nitelikte bir sözleşme. Kadınların nafakaya erişimine de dolaylı yoldan etkisi oldu. Çünkü Sözleşme, şiddete maruz bırakılan kadınlara maddi destek sağlanması yönünde emredici hükümler içeriyor. 6284 sayılı yasa sayesinde de koruma kararları alıyoruz. Sözleşme’nin bu anlamda da kadınların korunması bakımından ön açıcı olduğunu söyleyebiliriz. İstanbul Sözleşmesi’nde yer alan tedbirlerin daha pratik hali 6284 sayılı kanunda yer aldığı için şiddet vakalarının azaldığını söyleyebiliriz. Sözleşme nihayetinde şiddetten korunmak üzere, şiddete uğrayan kişilerin şiddetten korunması için son derece detaylı tedbirleri içeriyor.

 

Sizce Sözleşme’den çekilme tartışmaları failler üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?

Siz, şiddeti önlemeye yönelik düzenlemeleri hüküm altına aldığınızda, bunu ülke çapında duyurduğunuzda şiddet faillerine hukuki yaptırımlar uygulanacağı mesajını vermiş oluyorsunuz. Dolayısıyla zaten bu vakalar kendiliğinden azalmış oluyor. Fakat bugün İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi tartışmak dahi şiddet faillerine güç veriyor. Bu onlara ‘Şiddet uygulayabilirsiniz’ demek oluyor. Cezasızlık algısını yaymak, suçu meşrulaştırmak ve onları suç işleme konusunda cesaretlendirmek oluyor ne yazık ki.

 

Sözleşmede Lgbti+’ları da koruma altına alan maddeler de yer aldığı için kimilerince ‘Sapkın Sözleşme’ olarak da nitelendiriliyor. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Sözleşmenin dördüncü maddesi şiddete uğrayan herkesin ayrım yapılmaksızın korunması gerektiğini söylüyor. Bu ayrımcılık yasağı aslında anayasamızın 10. maddesinde de var ve bu tamamen insan haklarına içkin bir şey. Lgbti+’lar özelinde ise dördüncü maddede yer alan ‘cinsel yönelim ayrımı yapmaksızın’ ibaresi, kendisini her ne cinsiyetle ya da cinsiyetsizlikle tanımlarsa tanımlasın her bireyi korumak gerektiğini belirten, emreden bir madde. Dolayısıyla Lgbti+’ları da koruyor. Tam da bu sebepten bu sözleşmeye ‘Sapkın Sözleşme’ diyorlar.

 

İhtimaller dahilinde olan Sözleşme’den çekilme kararı ne anlama gelecek?

Haksız tahrik ve iyi hâl indirimlerinin ya da şiddet uygulanmasına gerekçe olarak gösterilen hiçbir ‘bahane’, geçerli bir sebep değildir. Sözleşme, şiddet uygulayan herkesin en üst sınırdan cezalandırılması gerektiğini açıkça belirtiyor. İstanbul Sözleşmesi cezasızlık algısının yayılmasına karşı bir sözleşme. ‘Şiddeti her ne sebeple olursa olsun meşrulaştıramazsınız,’ diyor. Kısaca şiddet uygulandıktan sonra gerekçe gösterilen her şeyi yasaklıyor. Kesin bir şekilde gerekçeyi ortadan kaldırıyor. Sözleşmeden çekilmek, aynı zamanda uluslararası arenada ciddi bir itibar kaybı anlamına da geliyor. Neticede Avrupa Konseyi bugün aslında çoğulcu temsiliyet, demokratik ilkeler ve insan hakları gibi temel ilkeler üzerine kurulmuş bir yapı. Avrupa Konseyi bünyesinde imzalanan bu uluslararası sözleşmeden çıktığınızda aslında bu ilkeleri de tümüyle reddetmiş oluyorsunuz. Sözleşme’den çıkılması demek ‘Biz insan haklarından yana değiliz, biz insan haklarını korumuyoruz. Temel hak ve özgürlüklere riayet etmiyoruz’ demektir. Ve bakın, bu çok önemli: İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması durumunda sıra 6284 sayılı kanuna da gelecek. Sözleşme’den çıkılması kadınları kamusal alandan tamamen çekip eve kapatmak, daha çok çocuk doğurmaya teşvik etmek anlamına geliyor. Kadınları; cinayetlere, ağır şiddete, sokaktan ve istihdamdan soyutlanmasına rağmen boşanmamaya, evli kalmaya ve evliliğe yönlendiriyor. Beyaz, ırkçı, kapitalist ve ataerkil ülkeler daima politik bir özne olarak kadınların karşısında konumlanmışlardır. Kadın ve erkek eşitliğini kabul etmemişlerdir. Çünkü kadının politize olması, kadının erkeklerle eşit haklara sahip olması demek, ataerkil yapının güç kaybetmesi demektir.


Sözleşme, sözleşmeye karşı olanların iddia ettiği gibi aile yapısını mı zedeliyor?

Sözleşmenin elbette ki aile yapısıyla bir derdi yok. Sözleşmenin şiddetle derdi var. Sözleşmenin; içinde şiddet olan evlerle, ailelerle bir derdi var. İçinde şiddet olan aile yapısını sorguluyor. Kadınları kadın olarak kabul ediyor ve onları bir aile yapısı içinde eritmiyor. Sözleşmeye karşı çıkan zihniyetin aslında kadınların tek başına var olmasına karşı çıktığını söyleyebiliriz. Bir popülist yöntem olarak gelenekleri, görenekleri, değerleri kullanarak insanları İstanbul Sözleşmesi’ne düşman etmeye çalışıyorlar. Fakat bu doğru değil. Sözleşmenin aile yapısıyla ilgili bir derdi yok.

 

Peki bu iddialar somut bir şekilde Sözleşme’de yer almıyorsa İstanbul Sözleşmesi neden hedefte?

Bana göre kadınların verdiği mücadele Türkiye’deki tek başarılı mücadele. Bu tür saldırılar aslında erkeklik krizinden kaynaklanıyor ve otoriter rejimlerin neredeyse vazgeçilmezi. Onlar, kadınların istedikleri gibi değiştirebilecekleri canlılar olduğunu düşünüyorlar. Dolayısıyla öncelikle kadınlar üzerinden politika belirliyorlar. Fakat kadınlar kolayca yeri değiştirilecek bir eşya, bir nesne değil. Erkeklerle eşit haklara sahipler. Kadını ikincilleştirmeye, eve kapatmaya, daha çok çocuk doğuran bir mekanizmaya dönüştürmeye yönelik tüm bu çabalar boşunadır. Muhakkak ki karşısında kolektif bir şekilde duracağız ve bunun da üstesinden geleceğiz. Hatta bununla da yetinmeyeceğiz. Taleplerimizle ve kazanımlarımızla, eşitliğe giden yolumuza kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 

Bir de bunlar var

Bekar Annelik Sultanlıkmış Meğer
Beyaz Saray Sözcüsünü Sinirlendiriyorlar
“Üzgünüm, buraya yemek yapmaya değil kazı yapmaya geldim!” : Cinsiyetçilik, erkek egemen mitler ve feminist arkeoloji

Pin It on Pinterest