Zulüm de görseler, terk edildikleri için gittikleri yurtlarda her hafta sonu baba ziyareti de bekleseler, babayı her daim affetmeye hazır oğullar vardır bizde.

KÜLTÜR

Aşıklık Mı Erkeklik Mi?

Âşıklar Bayramı Kemal Varol’un kitabından uyarlanan, benim için unutulmaz Sonbahar’ın yönetmeni Özcan Alper’in yönettiği son film. Kemal Varol’un sadece Ucunda Ölüm Var kitabını okudum ve çok sevmiştim okuduktan sonra. Kitabın kapağı da çok etkilemişti beni. “Ölüyorum. Bu kez sahiden ölüyorum. Gelecek misin yasıma?” diye soruyordu Ağıtçı Kadın, Ucunda Ölüm Var’da. Sorduğu kişi Âşıklar Bayramı’nın esas kişisi Heves Ali’ydi ve devam ediyordu: “Gelmeyeceksen, elini son kez omzuma koymayacak, alnımı öpüp yolculamayacaksan, bağışlanma dilemeyeceksen; adını aldığın Ali hakkına söyle bari: Sahiden sevdin mi beni?” Ağıtçı Kadın, Ucunda Ölüm Var’da memleketi dolaşarak Heves Ali’yi ararken, Âşıklar Bayramı’nda Heves Ali, âşıklıkla geçirdiği yaşamı boyunca yarenlik ettiği kadınları ziyaret ediyor bir bir. Kitabını okumamıştım ama filmini ve özellikle Özcan Alper ismini duyduğumda, gösterime girer girmez izledim Âşıklar Bayramı’nı. Özcan Alper, Sonbahar, Gelecek Uzun Sürer ve Rüzgârın Hatıraları’ndaki tadı bıraktı yine ince detaylar barındıran yönetmenliği ile. Kıvanç Tatlıtuğ ile Settar Tanrıöğen de oyunculuklarıyla  yanıltmadılar yine. Ama filmi izlerken ve bittiğindeki duygu ve düşüncelerim,  filmden bana kalanlar aynı paralelde olmadı. Ağıtçı Kadını bir kez daha düşündüm.

 

Bir baba-oğul çatışmasının yaşanacağını bilerek oturdum filmi izlemeye. Yüzyıllardır var olan çatışma. Yokluğundaki babasızlıkla, varlığındaki babasızlık üzerinde çokça düşünmüştüm bir zamanlar. Bitti mi, tabii ki hayır ama eski önemini yitirdi, kendi özelimde en azından.

 

Film  bir fotoğrafçıdaki baba-oğul sahnesi ile açılıyor. Baba kendinden emin, sekiz dokuz yaşlarındaki oğul ise tedirgin, çekingen. Filmdeki iki fotoğraf karesinden ilki bu kare. Kamera, ardından işten eve gelen Yusuf’un sıkıntılı haline dönüyor, günümüze gelerek. Fotoğraf karesindeki sarışın oğlanın Yusuf olduğunu hissediyoruz. Ne yapsa memnun edemiyor kendini Yusuf.  Sonunda yağmur eşliğinde uykuyla uyanıklık halindeyken kapının ziliyle gözlerini açıyor gecenin bir vakti. Kapının ürkekçe çalındığını hissediyoruz. Çünkü Yusuf göz deliğinden baktığında kimse yok bakış açısında. Kapıyı açtığında, yirmi beş yıldır görmediğini öğreneceğimiz babası duruyor karşısında. Annesinin mezarını ziyarete geldiğini, Yusuf’u da görmeden gidemediğini söylüyor baba. Sanki birkaç hafta önce görüşmüşler de Yusuf’u görmeden dönmeyeyim, demiş. Yusuf ile birlikte ben de yutmaya çalışıyorum boğazımdaki yumruyu. Yarın gidecek bir de baba; birkaç yere uğrayıp, Kars’taki Âşıklar Bayramı’na katılma arzusunda. Giderken uğrayacakları da, Yusuf ve annesini terk edip gittiğinde geçirdiği yirmi beş yılda hayatına girmiş kadınlar. Kimisi mezarda, kimisi yaşıyor. Baba helalleşmek istiyor geride bıraktıklarıyla son yolculuğunda.  Baba-oğul hikâyesi, yol hikâyesiyle başa baş gidiyor bundan sonrasında.

 

Babasız geçen yıllara isyanını birkaç kez bağırarak öfke şeklinde dışa vurması dışında gösteremeyen (babaya başından yenik), babasının suskunluğuna bürünen, filmin sonunda da göreceğimiz üzere baba ile hesaplaşmasını uzlaşma ile tamamladığını düşündüğüm Yusuf, hasta olduğunu öğrendiği Heves Ali ile düşer yola. Baba yolda da ağzını açmaz, bir kez açtığında da yirmi beş yıllık gecikmenin faturasını anneye çıkarır:  “….ben annenin evleneceğini bilemezdim.” Babaya göre anne evlenmese, Yusuf yurtlara düşmeyecek. Kadın; yine suçlanır, anneliğini tam olarak yerine getiremediği için, saçını süpürge edip oğlunu büyütmediği için, acısını içine gömmeyip bir daha evlendiği için.  Âşıklık geleneğinin arkasına sığınarak anne ile oğlunu terk etmeyi hak görmektedir kendinde belli ki bu sözleri söylerken de Heves Ali. Ama Yusuf hafta sonları annesini değil babasını bekliyordu, ne gam!

 

Âşıklığın geleneğinden deniyor; aşığın sazını sırtına vurup, bir yerde duramaması. Sürekli gezerek, türküler söylemesi ve her gittiği yerde de gönlüne bir yoldaş bulması. Sonuçta Heves Ali’nin yaşamı, bir erkek yaşamı. Erkek yaşamlarını biliriz; yaşanılanı ve anlatılanı. Çok rahat, çok açık anlatılır; yaşadıkları, yaptıkları öyle anlatılır ki çok doğal-mış gibi, çok normal-miş gibi gelir okuyana, izleyene. Filmin bir yerinde Heves Ali’nin gönüldaşı Zerre’nin Yusuf’a söylediği gibi, olan olmuş, geçen geçmiştir. Eski yaralar deşilmemeli, kanırtılmamalıdır. Herkesin payına ayrı bir hikâye düşmüştür. Ama Hak biliyordur ki o hiçbir zaman kötü biri olmamıştır. İyi olmak nedir, kötü kime nedir? Tartışma konusu uzun. Ama hiçbir zaman kötü olmayan biri, yirmi beş yıl, bir kez bile olsun, ne yapıyor, nasıldır diye oğlunu aramaz mı, sormaz mı? O sormazsa biz de neden diye sormayalım mı? Sevgi, aşk, kültür, gelenek, otorite, disiplin, ahlak, din diye diye anlatılan erkek hikâyelerine sessiz mi kalalım?

 

Serpil Sancar, erkekliğin nasıl inşa edildiğini ortaya koymak üzere değişik profildeki iki yüz erkek ile yaptığı görüşmelere dayanan, Erkeklik: İmkânsız İktidar kitabının “Babalar ve Oğullar: Kuşaktan Kuşağa Erkeklik” başlıklı bölümünde; Batı ile Doğu toplumlarındaki baba-oğul hesaplaşması üzerinde de durur. Batı’da baba ile bir şekilde hesaplaşıldığına dikkat çeken Sancar, Doğu toplumlarında babanın yaptıklarına dair mutlaka bir gerekçe bulunduğunu söyler. Babaların dokunulmazlığı vardır. ‘…..aslında o haklıydı,’ şeklinde bir kültür vardır,” diyen Sancar’ın sözleri, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ve erkekliğin inşa edilme süreçlerini kavramada, baba-oğul sorunsalının ne kadar önemli olduğunu göstermiyor mu?

 

Babalarıyla ne kadar sorun yaşarlarsa yaşasınlar, zulüm görürlerse görsünler, terk edildikleri için gittikleri yurtlarda her hafta sonu baba ziyareti beklerlerse beklesinler, babayı her daim affetmeye hazır oğullar vardır bizde. Yeter ki babanın şapkasının içinde, kendi fotoğraflarının taşındığını görsünler. “Baba dediğin zaten yarım kalmış bir kelime” olmadığı zaman, “…. babalar hep yarım kalmadığı” zaman, babadan oğula aktarılan erkeklik de son bulur, umut ediyorum. Umut ediyorum ki, babadan oğula erkeklik aktarımı azaldıkça, Yıldız’ların telefonlarına da yanıt verilir.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YKayyımdan Sonra Kadınlar
Kayyımdan Sonra Kadınlar

Bize, "görmüyorsunuz" diyen Kürt kadınlara...

Bir de bunlar var

Feminist Tarihçi Joan W. Scott İstanbul’da
Mesela Kukunuz ya da “Genital Gençliğiniz”
Kağnı Hızında

Pin It on Pinterest