“Şu defterle de hasbihal etmezsem çıldıracağım!”

KÜLTÜR

Nigâr Hanım’ın Günlükleri: Geç Osmanlı Dönemi’nde “Kadın Özne”yi Yazmak

İlk eserlerini 1887 yılından itibaren yayımlamaya başlayan ve ölümüne kadar şiir, hikâye, tiyatro, deneme, makale ve mektup gibi farklı türlerde ve farklı mecralarda üretmeye devam eden Nigâr bint-i Osman, son dönem Osmanlı kültürel ve sosyal hayatının daima merkezinde bir isim. Üstelik nâm-ı diğer Şair Nigâr Hanım ilk eserlerinden itibaren “kadın olarak yazmak” ve “kendini yazmak” meselelerini önemsemiş bir yazar. Henüz latin harflerine aktarılmadığı için günümüz okuruyla buluşamayan günlükleri bunun en büyük ispatı. Nigâr Hanım’ın 12 Kanunusani 1302 (24 Ocak 1887) tarihinden 19 Mart 1918’e, yani ölümünden kısa bir süre önceye kadar tutmuş olduğu günlükleri, Osmanlı Devleti’nde siyasal ve toplumsal düzeyde hızlı bir değişimin yaşandığı bir dönemi birincil ağızdan aktarıyor.

 

Modern otobiyografik anlatıların ya da benlik anlatılarının (self narratives) bir alt türü olarak kabul edilen günlük, bireyselleşme süreciyle birlikte ortaya çıkan, “iç dünya”ya ait olanın değerli olduğu fikriyle paralel ilerleyen ve modern öznenin kendi aidiyetini ve meşruiyetini kurmasına imkân veren bir yazınsal tür olarak kabul edilir. Bu bağlamda Nigâr Hanım’ın günlüklerinin geç Osmanlı modernleşmesi ve kadının bireyselleşme süreci bağlamında ilerleyecek bir tartışmanın kurucu metinlerinden biri olduğunu öne sürebiliriz.

 

Ancak Nigâr Hanım günlüklerini yazmaya başlarken kendinden önceki günlük geleneğinden bireysel dünyanın kaydediliş biçimi bakımından farklılaşır. Yazarın ilk defterden itibaren belirsiz bir kimlikle yazmak yerine [yani o güne dek hakim olduğu üzre fakire ya da hakire tanımlaması yerine] kendi ismini kullandığı, “Jurnalim” diyerek kendine ait bir alan belirlediği, bir anlatı kurduğu, defterlerine tarih düştüğü, imzasını attığı ve iç dünyasını detaylarıyla anlatırken kendi benliğini ortaya çıkardığını görürüz.

 

 

Hayatının büyük bölümünü babasının konağında geçirir Nigâr Hanım. Babası, 1848 Macar İhtilali’nden sonra Osmanlı Devleti’ne sığınarak ihtida eden ve “Macar” lakabıyla tanınan Osman Paşa. Babasının nüfuzu, ilmi ve musikiye olan merakı sayesinde Nigâr Hanım küçük yaştan itibaren sanat çevrelerinde yetişme imkânı bulur. 11 yaşındayken devrin önemli isimlerinden Hacı Salih Efendi’nin oğlu İhsan Bey’le evlenir ve bu evlilikten üç oğlu olur. İhsan Bey’in sadakatsizliği yüzünden boşanmayla sonuçlanan bu evlilikte yaşadıklarının ruhunda ve bedeninde bıraktığı tesirleri edebiyatında görmek mümkün.

 

Nigâr Hanım’ın konak hayatına dair anlattıkları, özellikle dönemin üst sınıf Osmanlı kadınının gündelik pratiklerini göstermesi açısından önemli. “Evdeki melek” lakabıyla sabahları geç kalkan, “toilette”sine geniş zaman ayıran, “midi”den sonra konuklarını ağırlayan, piyano ve kanun çalan, şarkı söyleyen, dikiş-nakış yapan, sık sık alışveriş yapmak için dışarı çıkan ve geri kalan vaktini okuyup yazmakla geçiren bir anlatıcı özne karşımıza çıkıyor bu deftelerde. Osmanbey’deki konakta gerçekleşen “Salı Toplantıları”nın yapıldığı salon, devrin yerli ve yabancı tanınmış isimlerinin bir araya toplandığı, edebiyata, müziğe ve sanata dair tartışmaların ve paylaşımların yapıldığı bir “edebiyat mahfili” olma özelliğine sahip. Konağın kendisine sunduğu bu avantaj sayesinde Nigâr Hanım, küçük yaşlardan itibaren edebiyat kamusunun merkezinde bulunur ve Osmanlı kadın edebiyatının dönüm noktası olan 1890’lı yıllardan önce ilk eserlerini yayımlar. Edebiyat dünyasına “Nigâr bint-i Osman” adıyla, yani babasının desteğini alarak girmiştir. Babasının bu açık desteği dışında Nigâr Hanım’ın yazar kimliğini kazanırken “trajik bir kısıtlanma” ile karşılaşmamasının diğer bir nedeni “ızdırap kaynağı” olarak gördüğü kocasından ayrılmış olmasıdır diyebiliriz.

 

 

Nigâr Hanım’ın günlüklerini hem yalnız, bedbaht ve çaresiz bir kadının serzenişleri hem de geniş ve entelektüel bir muhitte saygınlığı ve söz söyleme gücü olan bir kadının özerk alanının temsili olarak okuyabiliriz. Baba ve koca evi arasında gelgit yaşayan, ömrünün sonuna doğru hem kocasından boşanmış hem de ebeveynlerini kaybetmiş bir kadın olarak konağında yalnızlaşan Nigâr Hanım’ın günlükler vasıtasıyla, iç dünyasına dair sıkıntıları, edebi zevklerini, muhitini, hayatının farklı dönemlerinde kaybettiği yakınlarının acısını, mutsuz geçen evliliğini, aşk hayatındaki kırgınlıklarını, çocuklarına olan hasretini, dostlarından gördüğü vefasızlıkları, sağlık problemleriyle geçen günlerinin zorluklarını ve maddi imkânsızlıklarını takip edebilmek mümkün. Nitekim yaşadığı tüm bu sıkıntılarla yüzleşebilmesinin tek yolu yazmaktan geçiyor ve “şu defterle de hasbihal etmezsem çıldıracağım” (31 Teşrinievvel [Ekim] 1917) dediği bu defterler, onun için bir teselli kaynağı oluyor. Bu bağlamda yazıların genelinde yalnızlık, yersizlik, parçalanma, derin bir keder içerisinde olma, ölümü arzulama, tutsaklık gibi duyguların öne çıktığı görülür.

 

Nigâr Hanım’ın bireysel deneyimini ifade etme, yazarak duygularını tahlil etme, “benliğinin” farkına varmayı önemsediğini görüyoruz. Bu defterlerde yalnız bir kadının varlığını ve sıkıntılarını duyurma arzusu var.Yaşadıklarını anlatırken kadınlığına sıklıkla vurgu yapıyor. Ama öncelikle “anne” ve “eş” rollerini öne çıkarıyor. Özellikle ilk dönem günlüklerinde görüyoruz ki ömründeki bedbahtlığının yegâne sebebi, İhsan Bey’den gördüğü muamele ile çocuklarından ayrı kalmak korkusu arasında yaşadığı ikilem. Günlüğünde bir “valide” olarak yaptığı tüm fedakârlıkları da şöyle anlatıyor:

Bir validenin edebileceği fedakârlıkların cümlesini icrâ ettim. (…) Ah Rabbim ne olurdu onların pederi bir müstakim adam olsaydı. Ne kadar iyi bir ménagere [ev kadını] olacaktım! Hayfâ ki beni perişan etti.

 

Nigâr Hanım günlüklerde şahsi ve kamusal alanları ayırıyor. Kamusal benliğini öncelikle 19. yüzyıl Osmanlı toplumunda Batılı gibi yaşayan ancak Doğulu gibi hisseden “modern bir Osmanlı kadını” olarak kuruyor. Sıklıkla alafranga bir yaşama ve görünüme sahip olmasına rağmen İslamiyet’e ve geleneklere ne kadar bağlı olduğundan bahsediyor. Bu çelişki, onun şahsında birbirine tehdit olarak görülebilecek bir çatışma yaratmıyor; aksine o, bu ikisini kendi yaşamında, karakterinde ve hatta sanatında “mecz” edebildiği için kendisiyle övünüyor.

 

İkinci olarak, Nigâr Hanım kamusal benliğini yazarlığı ve özellikle de “şaireliği” bağlamında inşa ediyor.. Hem erkekler hem de kadınlar tarafından iyi bir “muharrire” ve yetenekli bir “şaire” olmasıyla övülüyor.. Nitekim o da hayatının en büyük tesellisinin yazarlığı olduğunu ömrünün sonuna doğru yaptığı muhasebelerde şöyle ifade ediyor:

Oh ne teselli ya Rabbi! Edebiyat, naciz şiirlerim, onlardan mütehassıl mükafat-ı maneviyye, işte hayatımın en büyük medar-ı teselliyeti” (30 Ağustos 1332 [12 Eylül 1916]).

 

Buna rağmen günlüklerde, yazarlık alanına “kendi tanımladığı farklılıkla” çıkabilen ve tutunabilen bir yazarla karşılaşmayız. Yazarlık çoğunlukla maddi koşullar bağlamında ele alınır. Örneğin ilk eseri Efsûs’un “tab süreci”ne dair gelişmeleri gün be gün kaydeden Nigâr Hanım, eserlerin yaratma ya da bir araya getirilme ânına dair herhangi bir bilgi paylaşmaz.

 

Günlüklerin içeriği bize Nigâr Hanım’ın dönemindeki diğer kadın yazarların söylemlerinde ve eserlerinde öne çıkan “hemcinslerine yol gösterme ve öncü olma” eğiliminden ziyade kendi benliğini ve yaşadıklarını önemsediğini gösteriyor. Eril otoritenin baskın olduğu bir toplumsal düzen içerisinde Nigâr Hanım, toplumsal hafızadan silinmek istemez ve ölümünden sonra yayımlanması şartıyla kendi hayat hikâyesini bir yazar olarak kayıt altına alır.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Ötekiliği Kucaklayan Çocuk Kitapları
Komşum Agnès, Daguerre Sokağı, Dagerotipler
Kantonun Serencamı: Osmanlıdan Bugüne, Kantodan Drag Kültürüne

Pin It on Pinterest