Big Little Lies'ı beğendiniz mi?

SANAT

Mükemmel Bir Hayat, Mükemmel Bir Yalandır

Pazar günü başımıza her ne gelecekse bir süre gayri-siyasi bir şey konuşamayacak olma ihtimalimiz var, o yüzden bir son dakika dizi tavsiyesi vereceğiz.

 

 

Big Little Lies’ın 2 Nisan’da yayınlanan finalinden sonra nabız yoklamıştım, sonuçlar yukarıdaki gibi. O zaman program şöyle: Açılış, İzlemeyenler İçin Diziyi Övmece, Müzik Saati, İzleyenler İçin Diziyi Övmece, Kapanış ve Yorumlarda Buluşma.

 

Big Little Lies, Avustralyalı yazar Liane Moriarty’nin aynı isimli çok satan kitabından uyarlanan 7 bölümlü bir HBO dizisi. Yaradanı David E. Kelley’i Ally McBeal’dan hatırlıyor olabilirsiniz, ben sadece oradan hatırlıyorum (Ally McBeal’dan bu yana televizyon ekranlarında bekar çalışan kadın ve seks temsili köprüsünün altından iyi sular aktı yalnız). Yönetmen, The Young Victoria, Wild, Dallas Buyers Club gibi filmlerden bilebileceğiniz (yine sadece kendi bildiğim filmlerini saydım) Jean-Marc Vallée. Dizi, hem başta HBO olmak üzere ABD’deki büyük yapım şirketlerinin film endüstrisinden yönetmen ve oyuncu transfer edip film havasında/kalitesinde dizi yapma trendinin son başarılı örneği oldu, hem de ana karakterleri kadın olan, görünüşte daha çok kadınları ilgilendiren temalara, sorunlara eğilen yapımların da çok yüksek reytingler alabildiğini gösterdi.

 

Yapımcılığı da üstlenen ve oynadığı baş role kendisine epey bir harç kattığına emin olduğum minik gaz ve toz bulutu Reese Witherspoon, iki çocuklu, ikinci kocasıyla (Adam Scott) evli, ev hanımlığının monotonluğunu hobi projelerle aşmaya çalışan, seveninin çok sevdiği, sevmeyenlerinin çok gıcık olduğu türden bir kadını oynuyor. En yakın arkadaşı Celeste (ödülleri konteyner gemisiyle toplaması beklenen Nicole Kidman), zamanında havalı bir avukatlık şirketinde çalışan, evlendikten sonra işi bırakıp, kendisine tapan Yunan tanrısı tipli kocası (Alexander Skarsgard) ve pırlanta gibi ikizleriyle inanılmaz pahalı bir evde oturmaya başlayan ve başka da pek bir şey yapmayan dünya güzeli bir kadın. Diğer başrollerde kasabaya yeni taşınmış genç ve bekar anne Shailene Woodley, ve CEO bir kocayla evli CEO kadın rolünde Laura Dern var (yan not, Laura Dern Witherspoon’dan dokuz yaş büyük olmasına rağmen Wild’da annesini oynuyordu çünkü Holivud). Bu kadınlar kadar ekranda görülmese de bir de beşinci kadın var, o da Zoe Kravitz, karakterlerin arasında beyaz olmayan tek kişi, Witherspoon’un karakterinin ilk kocasıyla evli, saçları örgülü, yoga yapmaktan ve bol hırkalar giymekten hoşlanıyor. Bir de bir sürü çok yetenekli küçük çocuk var ortada. Olaylar California’nın haşmetli doğasından payına düşeni almış, zengin insanlarının okyanus manzaralı villalarda yaşadığı, günün ciddi kısmını ellerinde kadehlerle okyanusa bakarak geçirdiği, herkesin aynı yoga stüdyosuna gidip aynı kafede kapuçino içtiği ve çocuklarını aynı okula bıraktığı için birbirinin donunun rengini bildiği ya da bildiğini sandığı bir köy olan Monterey’de geçiyor. Açılış sekansına bir göz atın:

 

 

Başkalarının hayatlarına, özellikle güzel, zengin ve mutlu kadınların hayatlarına dair bu sanrı, dizinin kilit noktası: “Mükemmel bir hayat, mükemmel bir yalandır.” Nitekim ilk bölüm bir cinayet mahallinde açılıyor ve dizinin naratif yapısı bu cinayetin soruşturması üzerine kurulu; kimin kimi öldürdüğünü öğrenmeye doğru giderken, bol bol flashback izliyor ve soruşturmayı yöneten dedektiflere ifade veren, hayatta dedikodu hazzından daha büyük haz bilmeyen ‘Yunan tragedyası korosu’ Monterey sakinlerini dinliyoruz. Seyirci bir onları dinleyip bir olayların gerçek yüzünü izledikçe de, mükemmel resmin yüzeyi çatlamaya, altındaki katmanlar ortaya çıkmaya başlıyor. Fakat dizi klasik bir dedektif hikayesi değil; bölümler ilerledikçe kimin öldüğü, kimin öldürdüğü hızlıca arka fona itilen bir detay oluyor. Öyle ki bu işlerde pek iyi olmayan bu arkadaşınız dahil internetin yarısı, hikayedeki her türlü suçun failini finale gelmeden tahmin edebildi. Yani kitabı okumuşlar için bile alınacak çok büyük keyifler var.

 

Buradan sonrasında gelecek spoiler için uyarı tabelası yerine buraya dizide kullanılan şarkıların Spotify listesini bırakıyorum. Soundtrack, Ziggy’nin “Papa Was a Rolling Stone” eşliğinde Jane’e bakarak dans ettiği, Chloe’nin morali bozuk annesine “River”ı dinlettiği, Madelaine’in Sade için “Adele mi bu?” diye sorduğu, Jane’in “Bloody Mother Fucking Asshole” eşliğinde yere çöktüğü sahneler gibi çok gözümüze parmak olmasına rağmen değil, öyle olduğu için çok güzel.

 

 

İzlemeyenleri yolcu ettiysek, fazla uzatmadan yorumlarda buluşabiliriz: Diziyi beğendiniz mi? Finalle ilgili herkesin ne düşündüğünü çok merak ediyorum.

 

Dizinin “erkekleri öldüreceğiz/sorunları çözeceğiz” mesajlı, sonu büyülü bir kadın dayanışması plajında biten finalinden, Perry’nin cinneti-patlayan dalgalar montajından ben izlerken çok etkilendim. Fakat benim için hikayenin bütün olarak öne çıkan yanı, kadın karakterler ile erkekler arasında çizdiği kalın çizgilerdi. Erkek şiddetini en öldürücü şekilde taşıyan karakter Perry, ama hikayedeki diğer erkekleri de bu kadınlara kıyasla daha işe yaramaz, aptal ve ilkel çizmemişler mi? Finalde normalde birbirinden hazzetmeyen bir kadın grubu hem çocukları, hem de aralarından birini korumak için her şeyi kenara itip (ehem) bir araya gelebiliyor, ama erkeklere bu fırsat verilmiyor, son ana kadar birbirlerine kaslarını gösteriyor, parmaklarıyla silah işareti yapıyor, birbirlerine dayılanıyor, istediklerini alamayınca ‘Orospusun!’ otobüsüne tek yön bilet alıyorlar (hikayedeki tek götlük yapmayan erkek karakter olan garsonu son ana kadar herkesin eşcinsel sanması da bundan mı?).

 

Bir söz de hikayenin en can yakan kısmıyla, ev içi şiddetle ilgili. O şiddetin nasıl sürdürülebildiğini, mağdurun kendini ne şekillerde kandırdığını (örneğin o dayak sonrası seks sahnelerinde, Celeste dur dese, istemiyorum dese Perry duracak mı? Durmasa bir de dayak üstüne tecavüze uğradığı gerçeğiyle yaşamamak için mi Celeste kendi kendini kandırıyor?), neden gidemediğini, ama neden gitmesi gerektiğini ve en önemlisi neden birilerine anlatmasının zorunlu olduğunu müthiş şekilde anlatıyor dizi.

 

Peki ya fail? Alexander Skarsgard’la yapılmış bir röportajın girişinde, “karısına davranış şekli ne kadar nefret uyandırırsa uyandırsın, Perry değişmek istiyordu ve Celeste’i gerçekten seviyordu. Perry, nasıl uğraşırsa uğraşsın, içindeki karanlık şeytanları yenemedi” diyordu. Bir başka röportajında Skarsgard geleneksel karısını döven koca rolü dışında (yani zengin, başarılı, yakışıklı, karısını ve çocuklarını çok seven) bir adamı oynayabildiği için memnun olduğunu söylüyor. Yine yönetmen Vallee, “[senarist David E. Kelley], ben ve tüm diğer paydaşlar olarak, ‘Peki bu adama da şefkat göstermeyi denesek nasıl olur?’ diye düşündük. ‘Şiddetin faili o, ama bunun farkında ve içindeki kötülükten kurtulmak istiyor. Bu yüzden izleyici bence daha anlayışlı. Şurada burada küçük umut kıvılcımları var. İnsanların yüreğine dokunmak istedim” demiş. Oysa ben finaldeki araba sahnesinde Perry’nin aslında hiç de değişmeye çalışmadığının, karısını tutsak tutmaya devam edebilmek için çalışıyormuş rolü yaptığının açıkça gösterildiğini düşünmüştüm. Gel gelelim görüşlerini sorduğum bir erkek arkadaşım da bana Perry karakterine acıdığını, hikayenin bu tür şiddetin nasıl bir hastalık olduğunu, kontrol edilmesinin ne kadar zor olduğunu çok iyi anlattığını söyledi (arada binlerce kere ‘bu tabi ki şiddeti haklı çıkarmaz’ diyerek). “Ama bence Perry karısını seviyordu” dedi. Acaba hikaye başka insanlarda da bu intibayı uyandırdı mı? Perry karısını seviyor muydu?

 

Her türlü yorumunuzla aşağıya bekleniyorsunuz!

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YFransız Kadınlardan Bildiri: Sataşma Özgürlüğü, Cinsel Özgürlüğün Vazgeçilmezidir
Fransız Kadınlardan Bildiri: Sataşma Özgürlüğü, Cinsel Özgürlüğün Vazgeçilmezidir

"Erkek düşmanlığı ve cinsellik karşıtlığına bürünen bir feminizmde biz yokuz."

MEYDAN

YBiraz da Erkekler Anlatsın
Biraz da Erkekler Anlatsın

Anlat anlat bitmeyen cinsel taciz mağduriyeti paylaşımlarından daralan yorgun ruhlar için bir öneri: Biraz da erkekler anlatsın.

Bir de bunlar var

Modelden Usta Ressama: Suzanne Valadon
Pembe Hayat Kuirfest
Kumaştan Hikayeler: Harriet Powers ve Yorganları

Pin It on Pinterest