Ryan Murphy'nin yeni dizisi "Feud: Bette and Joan" üzerine

KÜLTÜR

Bunca Zaman Arkadaş Olabilir Miydik Yani?

*Diziyle ve What Ever Happened to Baby Jane ile ilgili önceden bilmek istemeyeceğiniz ayrıntılar içerebilir*

 

All About Eve’i ilk izlediğimde çarpılmıştım. Beni çarpan filmin kendisinden çok Bette Davis’in grumpy cat mizacı ve nahoş edası mıydı hâlâ emin değilim. Film bittiği an başa dönüp tekrar izlemeye başlamış, ikinci turda bari DVD açıklamalarını açayım diyerek şu bilgiye ulaşmıştım. Meğer yönetmen Joseph Mankiewicz senaryoyu yazarken kendisi gibi sinemacı olan abisi Herman Mankiewicz ile arasındaki rekabetten bayağı esinlenmiş.

 

Bunun bir çeşit haksızlık olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Hikayeyi iki erkek kardeşin öyküsü olarak değil de biri yaşlanmakta diğeri genç iki göz alıcı aktris üzerinden anlatmasını yani. Kıskançlığı ve kirli rekabeti kadınlara, bilhassa süslü kadınlara yıkma eğiliminde bana sahtekarca gelen bir şey vardı. Tamamen erkeklerden oluşan üst düzey yönetim kurullarında her türlü kan davası ve koltuk kavgası dönerken, kıskançlık ve ego denince akla divaların gelmesi yani. Ya da spektrumun diğer ucunda, mesela dışarıya feminizm vaazeden gruplarda asıl nedeni asla açıkça itiraf edilemeyen, akademik terimlerle örtülmeye çalışan hasetlikler. Ne hikmetse kimsenin aklında “o benden daha mı iyi?” sorusunun olmaması, bu korkularla asla yüzleşilememesi, çünkü böyle bayağılıkların ancak assolistlerde gözlemlenebilmesi bana dünyanın en büyük yalanlarından biri gibi geliyordu.

 

…Peki bu kuşku beni geçen yaz Bette&Joan: The Divine Feud’u okumaktan alıkoydu mu? Hayır. Bilakis afiyetle, metro koltuklarında kıkırtılarla okudum. Shaun Considine’in eğlenceli biyografisi o ona şöyle giydirdi, öbürü buna şöyle laf soktulardan ibaret değildi ama. Her adımda hem Joan Crawford’ın hem Bette Davis’in şöhret öncesi geçmişlerini, ayrıca iki aktrisin de hışımla tutunmaya çalıştığı dönemi ve sektörü, yani oyunun kurallarını hikayeye dikkatlice serpiştiriyordu. Ryan Murphy’nin yarattığı ve bu yazının konusu Feud: Bette and Joan dizisi de aynı yoldan ilerlemeyi seçiyor ve iyi ediyor.

 

Ryan Murphy belki biliyorsunuz American Horror Story’nin de yaratıcısı. Kadın oyunculara – ve sadece genç olanlarına değil – lezzetli roller yazmak gibi süper bir huyu var. (Çağla’nın mükemmel AHS yazılarına şuradan tıklamanın tam zamanı.) Feud: Bette and Joan’un çoğu 1962 senesinde, yani iki aktrisin 50’li yaşlarında, Hollywood’un gözünden düşmek üzere oldukları dönemde geçiyor. Rollerin suyu kesilince Joan Crawford (Jessica Lange) o zaman kendi rolümü kendi bulurum diyerek kitapçıdan kapağında kadın olan ne kadar roman varsa toplayıp kendine bir hikaye aramaya başlıyor. What Ever Happened to Baby Jane’e işte böyle rastlıyor. Belden aşağısı tutmayan kız kardeşini tavana kapatan eski çocuk yıldız rolünü oynaması için kanlısı Bette Davis’in kapısını çalmaya karar veriyor.

 

Bu kan davasının membaı ne peki? Diziden anlaşılan şu. Bette Davis neslinin en yetenekli aktrislerinden sayılıyor. Joan Crawford’ın şöhreti ise daha çok dış görünüşünden geliyor, Hollywood’a da kapağı ilk dansçı olarak atıyor zaten. Kariyerine başlarken kendisi için “sikilmez ki bu” diyen stüdyo patronu ise Bette’nin aklının hep bir köşesinde. Joan da Bette’deki “yetenekli ve ciddi aktris” payesine ulaşmak için yanıp tutuşuyor. Sebepler bu kadar basit miydi gerçekten? Bilmiyorum. Zaten aslında her ikisinin güvensizliklerinde çelişkiler var, Joan Crawford kötü bir aktris değil, iyi hikayeden de gayet anlıyor (Baby Jane’i bulması ve yapılmasını sağlaması mesela). Güzelliği de öyle minnoş bir güzellik değil, sert, köşeli bir cazibesi var. Bette’nin yüzü zaten ikonik, onlarca yıl sonra üzerine şarkılar yazılan türden. Ama tabii aslolan hep insanın kendi için ne düşündüğü. Bir yüzleşme anında Bette “en güzel olmak nasıl bir histi?” diye sorunca Joan’ın gözyaşlarıyla cevabı: “Dünyanın en harika şeyiydi ve tadına doymak imkansızdı.” Joan Bette’ye en yetenekli olmak nasıl diye sorunca da Bette’nin cevabı aynı.

 

 

 

Fakat tabii her yüzleşme sorunları çözmüyor. Bette Davis, Baby Jane’deki rolüyle Oscar’a aday olunca Crawford ödülü başka bir aday alsın diye yapmadığını bırakmıyor, üstelik iki diğer favorinin törene de gelmemesini sağlıyor ki kazananın yerine çıkıp ödülü kabul etsin, Davis’e nispet yapsın. Yönetmen George Cukor bütün bunlar olmadan önce tören gecesi Crawford’a son bir istirhamda bulunuyor, “n’olur yapma bunu, sen böyle bir şey yapmak için fazla iyisin.” Joan’ın cevabı: “hayır, değilim.” Birinci çinko.

 

Dizinin ilk bölümlerinde galiba daha çok Bette Davis’e (Susan Sarandon) çalışacaklar diye zannederken ilerledikçe Joan’ın iç dünyası neredeyse esas hikaye oluyor. Joan, yokluk ve suistimalle dolu berbat bir çocukluk geçirmiş bir kadın. İlk cinsel ilişkisi 11 yaşında, annesinin ikinci kocasıyla. Annesi olayı öğrendiğinde adamı değil Joan’u evden postalıyor. Rahibe okulunda sürekli dayak yiyerek ve hizmetçilik yaparak bir şekilde yetişkinliğe erişiyor. Bette ise hayatı boyunca annesini en iyi dostu olarak görmüş biri. İki kadının baş başa çocukluklarından bahsettiği sahne dizinin en iyilerinden. Fakat Bette ve Joan ne zaman birbirlerine yaklaşacak olsalar bu sefer de dış dünya, ya da patriyarki mi desek, o yakınlaşmaya izin vermiyor. Çünkü aslında aralarındaki düşmanlık aynı zamanda bir yağlı kuyruk.

 

What Ever Happened To Baby Jane’in sonundaki iki efsane replik tombalayı tamamlıyor: “kendi kendimi kötürüm bıraktım” ve “yani bunca zaman arkadaş olabilir miydik?”

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YSalacak’ta İki Kız
Salacak’ta İki Kız

"Bilinmeyen" fotoğrafçı kimdi? Bu fotoğraf kaç senesinde çekildi?

Bir de bunlar var

Bulutlar Üstündeki Kadınlar
Çin ve Afyon
Kadınların çaresizliği üzerine inşa edilen bir ekran imparatorluğu: Gülseren Budayıcıoğlu’nun Kırmızı Oda’sı

Pin It on Pinterest