Sanat ve zanaat arasındaki ayrımlar bulanıklaşmaya başladı. Bana kalırsa bu bulanıklaşma, üretimdeki çeşitlenme ve yenilikler, beraberinde sanata erişim açısından bir demokratikleşme de getiriyor.

SANAT

Bulanıklaşan Sanat Zanaat Ayrımı ve Yeni Çalışma Biçimleri

 

Daha önce yazdığım şu yazıda internet üzerinden yayın yapan kadın çizgi romancıları ve çalışma biçimlerinin üretimlerine ve okuyucularıyla ilişkilerine nasıl etki ettiğini anlamaya çalışmıştım. O yazıda da bahsettiğim gibi, serbest sanatçıların interneti çok yoğun kullanmaya başlaması ve sonuç olarak okuyucuyla daha yakın bir ilişki kurması, amatör sanatçıların profesyonel olanlardan daha çok şey öğrendikleri besleyici bir ortamın yaratılmasına katkıda bulunuyordu. Aynı şekilde, internetin sanata benzer şekillerde yaklaşan ancak farklı sanat kollarında çalışan insanların birbirlerini bulmalarına ve tanımalarına da kolaylık sağladığı kanaatindeyim.

 

Bütün bunların sonucunda sanat ve zanaat arasındaki ayrımların biraz bulanıklaşmaya başladığını da düşünüyorum; bu yazı bu düşüncenin etrafında dönecek. Bana kalırsa bu bulanıklaşma, üretimdeki çeşitlenme ve yenilikler, beraberinde sanata erişim açısından bir demokratikleşme de getiriyor. Önceki yazıda olduğu gibi bunda da önce bazı sanatçıların çalışmalarına değinip sonra genel eğilimlere bir göz atalım. Ama baştan belirtmem gereken bir nokta var; sanat ve zanaat arasında bulanıklaşma ve birbirine yakınlaşma var derken bu işin ‘sanat’ kısmından, daha doğrusu illüstrasyondan ‘zanaat’ kısmına yaklaşan sanatçıları örnek vereceğim, kendi ilgi alanım dolayısıyla el sanatlarıyla uğraşan insanların işlerine nispeten yabancı sayılırım çünkü.

 

Ama hepsinden önce, bu yazının genelinde sanat ve zanaatten ne kast ettiğimi bir belirginleştireyim. Bugün sanat dendiğinde aklımıza gelen, müzelerle ya da sanat galerileriyle gözümüzde canlandırdığımız, izleyicinin bir tabloya ya da heykele uzaktan bakıp tamamen entelektüel ya da ruhsal boyutta etkilendiği sanat fikri nispeten yeni bir anlayış. 18. yüzyılda Avrupa’da yükselen ve Kant estetiğine dayanan, sonra bütün dünyaya yayılan ve şimdi çok doğal karşıladığımız bu anlayış, sanatı her türlü işlevselliğin dışında sayıyor ve sanat eserini yalnızca estetik olarak tecrübe edilebilen ve sadece zihne ya da duyguya hitap eden bir ürün olarak görüyor. Bu anlayışın yükselişi müze kurumunun ve sanat galerilerinin icadıyla da paralel gerçekleşmiş.

 

Buna zıt olarak konumlandırabileceğimiz daha eski ve yaygın anlayışlarda genel olarak elle üretilen hemen her şeyin adıydı sanat. Bu coğrafyada zanaat, sanat, hüner kelimeleri birbirlerinin yerine geçebilen kelimelerdi. Modernite öncesi Avrupa’da da bu durum böyleydi, sanatın karşısına zanaat değil doğa yerleştirilirdi. Modernite öncesi bu sanat, dinle, bilimle, teknikle iç içe geçmişti ve bunların oluşturduğu, birbirinden ayırt edilmesi zor bir bütünün parçasıydı. Bu tür bir yaklaşımın kendi toplumsal, ekonomik ve siyasi yönleri var, ama buna girmeyeceğim.

 

Kant estetiğine dayanan ve bugün çoğumuzun doğal gibi benimsediği anlayış ise, 18. yüzyıldan itibaren birtakım dışlayıcı hiyerarşiler üzerine bina edilmiş. Öncelikle sınıfsal bir hiyerarşi var. Mimari haricindeki sanat işlevselliğinden arındırılarak tanımlandığı için önceden mesela bir heykelden o kadar da ayrı görülmeyen el uğraşları, mesela ayakkabıcılık, artık sanat (ya da ‘güzel sanat’) sayılmaktan çıkıyor. Marangozluktan çömlekçiliğe her türlü zanaati bu şekilde düşünebiliriz. Bu sınıfsal bir ayrımcılıkla sonuçlanıyor çünkü ayrıcalıklı bir statü kazanan güzel sanatlar kategorisi emekçi sınıfların erişiminin dışında kalan, burjuvazi ve aristokrasiye hitap eden bir şeye dönüşüyor.

 

Aynı hiyerarşinin cinsiyet yönü de var. Geleneksel ev ekonomisinde kadınların uğraştığı el işleri, mesela dikiş, etamin, halı dokumacılığı ya da oya işçiliği gibi alanlar sanat sayılmaktan çıkıyor. Bunlar da yukarıdaki örnekler gibi ‘küçük sanatlar’ ya da ‘bezeme sanatları’ diye küçümsenen kategorilere yerleştiriliyorlar. Öte yandan resim, heykel ve mimaride yüzyıllar boyu ağırlıklı olarak erkekler çalışmış ve kadınların bu alanlarda eğitim görmesine pek de izin verilmemiş.

 

Son olarak, yeni sanat tanımlaması dini ve etnik bir hiyerarşiyi de beraberinde getiriyor, çünkü bu Avrupa estetiğine göre güzel sanatlar sayılan resim, heykel ve mimari tüm toplumlarda önde gelen sanat biçimlerinden olmayabiliyor veya hiç uygulanmayabiliyor. Tanıdık bir örnek İslam sanatları olabilir: İslam sanatlarında heykele nadir rastlanır ve resim her İslam toplumunda aynı şekilde ön planda yer almazken, modern anlayışa göre ‘küçük sanat’ sayılan işler zaman zaman müthiş önem verilen sanat biçimleri olarak görülebilmiş. Örneğin bazı dönemlerde ve coğrafyalarda metal işçiliğine veya seramiğe öyle büyük önem verilmiş ki zanaatkarlar ürettikleri işlere gururla imzalarını atmışlar, bu eserler zengin kullanıcıları için bir statü göstergesi olmuş[1].

 

Ama şimdi bizi burada asıl ilgilendiren nokta, sanat ve zanaat ayrımındaki asıl kriterin işlevsellik üzerinden kurulmuş olması. Bugün yaygın olan ve doğal karşıladığımız kanaate göre bir el işçiliği pratik bir işe yarıyorsa zanaat, yaramayıp duvarlarımızı ya da müzelerin bir köşesini süslüyor, baktığımız zaman bizi birtakım tefekküre ya da derin duygulara yönlendiriyorsa sanat olarak tanımlanıyor. Benzer şekilde, bu ayrım sanatın evimizden ve günlük hayatımızdan uzaklaşmasıyla da sonuçlanıyor. Sanatçılar da uzun müddet bu ayrımlara göre çalışagelmişlerdi.

 

 

Sanat ve Zanaat yeniden iç içe geçiyor

 

Ne var ki, bu ayrımlar artık biraz yumuşamış ya da yumuşamaya başlıyor gibi. Mesela Amerika’da yaşayan Natali Martinez, ya da internetteki adıyla Natali Koromoto, ana uğraşı illüstrasyon olsa da takı, rozet ve broş tasarlamaktan çömlekçiliğe çok çeşitli işlerle uğraşıyor. Çömlek, saksı ve tabakları da, bazı takı ve broşları da seramikten üretiyor, rozetler ise ağırlıklı olarak kendi tasarımlarının fabrika baskısı. Aynı şekilde baskı çıkartma ve tişörtleri de var.

 

Natali Koromoto, illüstrasyon

Natali Koromoto, illüstrasyon

 

Natali Koromoto, seramik tabak

Natali Koromoto, seramik kap

 

Bu iyi bir örnek, çünkü bu yazıda sanat ve zanaat ayrımının bulanıklaşmasından iki şeyi kast ediyorum: Birincisi, bir sanatçının hem illüstrasyon, tablo vb. resim (yani ‘güzel sanat’) faaliyetlerinde bulunması, hem de farklı el işçiliklerine yönelmesi; seramikten çömlek yapmak gibi. İkincisi de, temel olarak resim faaliyetlerinde bulunması ama resmi piyasaya sadece basılmış tablo formatında sürmeyip farklı objeler için tasarım yapması. Mesela tişörte baskı. Bu örneklerde sanatçı, üzerine baskı yapılacak malzemeyi, örneğin tişörtü kendisi üretmiyor, ama yine de genellikle özel bir tasarım faaliyetinde bulunuyor.

İnternette Romy-chan adıyla faaliyet gösteren Hollandalı bir illüstratör ilk gruba daha yakın. Dijital ya da kâğıt üstüne kısa hikâyeler çizmesi ve illüstrasyon ve karakter tasarımıyla uğraşmasının yanı sıra kâğıt-kil ve telden biblomsu heykeller, anahtarlıklar ve fener ya da mumluklar yapıyor. Yumuşak heykeller ya da tablet kabı veya anahtarlık gibi şeyler üretmek için kullandığı bir teknik de tığ örgü. Ya da ikisini birleştiriyor ve kâğıt-kilden yaptığı bir bebeğe kendi ördüğü elbiselerden giydiriyor. Bir süredir geliştirdiği yeni bir uğraş ise, porselen kupa, fincan, ya da cam kavanozların üzerine tasarladığı desenleri çizip pişirerek kupa takımları vesaire üretmek.

 

Romy-chan, illüstrasyon

Romy-chan, illüstrasyon

 

Romy-chan, iskelet bebek

Romy-chan, iskelet bebek

 

Romy-chan nispeten yeni bir sanatçı. Akademide güzel sanatlar okumaktan vazgeçtiğinden beri bu saydığım üretimleri –özellikle heykel ve bebekleri- onun için bir geçim kaynağı. Ayrı uğraşlarmış gibi görünse de ürettiği nesnelerin arasında bir süreklilik söz konusu, çünkü çizimleri de, bebek ve heykelcikleri de çoğunlukla kendi yarattığı canavar çocuk karakterleri konu ediniyor. Bu çocukların yazılı bir hikâyesi yok, ama bir tema olarak sanatçının üretimlerinde kişilik kazanıyorlar.

 

Philippa Rice’ın çizgi romanlarına önceki yazıda kısaca değinmiştim, ama bundan çok daha geniş ve müthiş renkli bir dünyası var aslında. En çok illüstrasyon ve çizgi romanla uğraşıyor, bir sürü de kitabı var, ama örgü kukla, bebek ve maskeler, hamur hayvan ve yaratıklar, maketler, masa oyunları ve stop-motion animasyon da dahil olmak üzere çok geniş bir malzeme ve teknik yelpazesiyle çalışıyor aslında.

 

Atık malzemeden kolajla yaptığı çizgi hikâye dizisi My Cardboard Life (Mukavvadan Hayatım) ile adını duyurmaya başlayan Rice, bu hikâyeden iki kitap çıkarmıştı; kolaj karakterlerinin üç boyutlu dünyaya adım attığı We’re Out’tan (Dışarıdayız) önceki yazıda bahsetmiştim. Bunu çizgi ya da kolaj başka öykü kitapları izledi. Aynı karakterlere maket evler de tasarladı.

 

Philippa Rice'ın kitap, model ve bebeklerinden bazıları.

Philippa Rice’ın kitap, model ve bebeklerinden bazıları.

 

Philippa Rice, kitabı Soppy için bir illüstrasyon

Philippa Rice, kitabı Soppy için bir illüstrasyon

 

İki boyutlulukla üç boyutluluk arasındaki geçirgenlik, Rice’ın çalışmasını tanımlayan bir nitelik gibi aslında. Kolaj ve çizgi, animasyon ve kuklalar arasında karakterler bir boyuttan öbürüne geçip duruyor sanki. Çok fazla karakteri var ve bu sembolik hareketlilikleriyle sanki ikinci boyutla üçüncü boyut arasındaki farkı siliyorlar.

 

Phoebe Wahl, Amerika’da yaşayan bir illüstratör. İllüstrasyonlarında çoğu zaman kolaj ve çizimi birleştirerek çalışıyor. Tiftik, pamuk, tel ve atık kumaşlardan yumuşak heykelcikler de yapıyor. Kilim dokuma, kumaş deseni tasarımı vb ile uğraşırken de görüyoruz onu. Wahl feminist bir sanatçı. Üretimine de büyük ölçüde yansıyor bu. Kadınlık ve annelik işlerinde büyük yer tutuyor. Sıklıkla doğayla, perilerle iç içe, üretken insanların kendilerine, tabiata, ailelerine, dostlarına, çocuklarına sevgiyle yaklaştıkları huzurlu ve sıcak bir dünyayı resmediyor. Nostalji, kurguladığı dünyanın önemli bir unsuru.

 

Phoebe Wahl, illüstrasyon

Phoebe Wahl, illüstrasyon

 

 

Çizdiği ya da heykel, kukla, maske olarak yaptığı karakterler ya sevimli orman perileri, ya günlük hayatlarını yaşayan sıradan kadınlar, çocuklar, adamlar, ya da ormanda bir yürüyüşte karşılaşılabilecek küçük hayvanlar. Feminizmin sembolleri ve kadının kendi bedeniyle barışık ilişkisi de üretimlerinin konusu olabiliyor.

 

 

Phoebe Wahl, yumuşak heykel ve çevre maketi

Phoebe Wahl, yumuşak heykel ve çevre maketi

 

 

Tüm bu isimler, hem illüstrasyonla uğraşıp hem de eski sınıflandırmaya göre bir zanaat dalıyla ilgilenen kadınlar. Bir de, yukarıda değindiğim gibi, yalnızca çizim alanında çalışan ama çiziminin işlevini çeşitlendiren sanatçılar var. Bunların bazıları illüstratör, bazıları çizgi romancı. Tişört, kupa, yastık, anahtarlık, rozet, tarot kartları gibi farklı işlevlerdeki nesneler için de tasarım yapıyorlar. Özellikle çizgi romancılar karakterlerinin reklamını da yapmış oluyor böylece.

 

Finlandiyalı Riikka Auvinen ve Maruti-Bitamin adıyla çalışan Kanadalı Çinli sanatçı Cynthia Liu, eserlerini böyle çeşitli nesneler olarak satan illüstratörlerden. Maruti-Bitamin çok tatlı desenli selobantlar bile tasarlıyor. Önceki yazıda bahsettiğim çizgi romancılardan Shilin Huang ve Rann da çizgi romanlarındaki karakterler için böyle tasarımlar yapıyorlar. Özellikle Rann’ın tarot kartları çok çarpıcı.

 

Riikka Auvinen, illüstrasyon

Riikka Auvinen, illüstrasyon

 

Maruti-Bitamin'in selobantlarından

Maruti-Bitamin’in selobantlarından

 

Maruti-Bitamin, illüstrasyon

Maruti-Bitamin, illüstrasyon

 

 

Son olarak, konumuzun biraz dışında olsa da Pomodorosa adıyla çalışan ve Japonya’da yaşayan bir illüstratörden bahsetmeden geçemeyeceğim. Görsel roman ve benzeri projeler için karakter ve konsept tasarımı siparişleri alıyor, kitap kapağı tasarlıyor. Bunların konuları çok değişebiliyor, ama kendisi için yaptığı işlerde neredeyse her zaman bir müzik öğesi görmek mümkün. Çünkü Pomodorosa aynı zamanda bir müzisyen; beste yapıyor ve gitar çalıyor. Isopons isimli bir grubun üyesi, iki albümleri var.

 

Pomodorosa, illüstrasyon

Pomodorosa, illüstrasyon

 

İlk albümleri bu yazının konusu açısından da ilginç, çünkü albümün paket tasarımı çok özenli yapılmış; her şarkı için bir yüzünde sözlerin, bir yüzünde Pomodorosa’dan bir illüstrasyonun olduğu renkli güzel kartlar tasarlanmış, tüm bu paketi çevreleyen dış zarfın içini başka bir illüstrasyon süslüyor ve paketin kapalı hâli bile bir itina gösterildiğine işaret ediyor. Paket kendi başına bir zanaat işi gibi. Her halükarda, çok farklı sanat formlarının birbiriyle nasıl buluşabileceğini görmek açısından güzel bir örnek. Pomodorosa’nın illüstrasyonlarında da, müziğinde de aynı neşeli ve serbest ruh gözlemlenebilir.

 

Pomodorosa'nın ilk albümü Switch Over ve paketi

Pomodorosa’nın ilk albümü Switch Over ve paketi

 

 

Bunların hepsi müthiş insanlar, ama peki neden şimdi sanatla zanaat birbirine tekrar yaklaştı?

 

Bu soruya kesin bir cevabım yok elbette. Ama bir fikrim var. Sanatın diğer insan uğraşlarından, sonra da zanaatten böyle keskin bir şekilde ayrılması modern bir durumdu. İlk iki üç yüzyılında bu ayrımın tüm dünyada kabul edilip yerel anlayışları bastırmasında bahsettiğim hiyerarşilerin alt tabakalarında kalanlar için dayatıcı bir yan vardı denebilir. Bu anlayışın yıkılması birden olmadı, zaman içinde parça parça gerçekleşti, hâlâ da yıkıldığını söylemek çok zor. Ama bugün, 1970’lerden itibaren diyelim, modernizmin gerilemesi söz konusu.

 

Yeni postmodern ruh, çoğulculuktan, çeşitlilikten, yerellikten hoşlanan, kimlik inşasına vurgu yapan ve bununla bağlantılı olarak melezliği yücelten bir ortam yarattı. Bunda ‘Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin, kadınların, etnik ve cinsel azınlıkların ve bastırıldığını düşünen diğer grupların itirazları önemli rol oynadı. Yukarıda bahsettiğim sanatçıların hepsinin kadın olduğuna tekrar dikkat edelim. Bu benim zevkimin onların çalışmalarına daha yakın olmasından da kaynaklanıyor olabilir elbette, ama bir sanatçının çalışmalarını takip etmeye başlarken cinsiyetine bakmıyorum, hem yazının başında değindiğim, geleneksel olarak kadınların uğraştığı ve sonra küçümsenen el sanatlarının buradaki melezleşmede rolü büyük.

 

Şimdi bu sanatçıların işlerine baktığımda hitap ettikleri kitle ve ulaşılabilirlik açısından ciddi bir demokratikleşme olduğunu düşünüyorum. Özellikle yıllarca emek verip belli bir ün kazanmış, oturmuş sanatçıların işleri küçük bütçeli birisi için çok pahalı olabilir. Ama bir illüstrasyonun orijinalini alıp masamıza koyamıyorsak bile onları görmek, takip etmek, yapılışını seyretmek, üreticisiyle iletişimde bulunmak çok kolay. Üstelik özellikle fabrika baskısı ürünler, hele de rozet, çıkartma gibi ufak şeyler söz konusuysa, bir öğrenci için çok hayran olduğu bir sanatçının yaptığı bir şeyi alıp evinde saklamak, kullanmak o kadar da zor değil.

 

Üretim dalları açısından da ciddi bir demokratikleşme var. Bugün herhangi bir sanat dalını küçümseyici kategorilere koymak imkânsız gibi. Zanaat, yeni bir tür prestij ediniyor kendisine. Çeşitlilik ve melezliğe olan ilginin artmasıyla birlikte bir kişinin çok farklı işlerle birden meşgul olması yeniden değer verilen bir şeye dönüşüyor. Bunun yansımasını yukarıda bahsettiğim sanatçıların deneysel, farklı formların özelliklerini birbirinde deneyen, ara formlar üreten, değişik alanlara açılmaya hevesli çalışmalarından da görüyoruz.

 

Bütün bunlar çok iç açıcı şeyler, ama bu türden çalışmaları kucaklamadan önce yine de bu dönemin de bir gül bahçesi olmadığını ve kendi sorunlarını içinde barındırıyor olabileceğini bir son not olarak hatırlayalım. Bugünün postmodern iklimini geç kapitalizmin kültürel ifadesi olarak yorumlayanlar da var. İnterneti bu şekilde görmek de mümkün. Zizek, interneti liberal teorinin düşlediği ideal bir serbest piyasa ortamı gibi yorumluyordu; bütün fiziksel müdahalelerden azade, mükemmel bir rekabet ortamı. Yüzünü tamamen kültürel çeşitlilik ve kimlik gibi meselelere çevirmek, bir yan etki olarak, ekonomik sömürü gibi konuların gündem dışı kalmasıyla sonuçlanabilir[2].

 

Fabrika baskısı tişört, rozet, kupa, anahtarlık vs. malzemeleri de bu yazının bağlamı içinde saymış olmam da biraz bundan kaynaklanıyor. Bunlar hem eski kategorizasyona göre zanaat alanı içinde kalan işlevsel ürünler, hem de sanatçının ürünlerinin bir popüler kültür havzasına dahil olmasına olanak sağlayan, talep edilen formlar. Neticede bu sanatçıların hepsi ister istemez bu ekonomik sistemin içinde çalışmak durumunda. Ayrıca yukarıda bahsettiğim kişilerin neredeyse hepsinin, kapitalizmin ekonomik ve kültürel olarak oturmuş olduğu, belli bir refah seviyesine ulaşmış ülkelerden geldiğine dikkat edelim. Bu ülkelerin ekonomik ve kültürel koşulları da bahsettiğim çalışma biçimlerine uygun bir altyapı sağlıyor.

 

Bunun ötesinde, önceki yazımda çok kısaca değindiğim gibi, tamamen okuyucuya bağlı olarak serbest çalışmak bir çizgi romancı için yalnızlaşmaya ve ekonomik korumasızlığa da gidebiliyor. Benzer bir risk bu yazıda sözünü ettiğim şekilde çalışan insanlar için de geçerli. Onlar da ağırlıklı olarak internet üzerinden satış yapıyor ve kendilerini tanıtıyor. Serbest çalışan insanların yaşadıkları ekonomik zorluklarla yüzleşiyorlar.

 

Özellikle rekabetin gerisinde kalan bir serbest sanatçıyı eğer alıcı kitlesi yeterince desteklemezse büyük sorunların beklediğini belirtmek gerek. Başarılı olanlar için de geçerli olabilecek çok daha basit meseleler de var. Mesela bir illüstratörün emeğinin dijital ortamda çalınması ve emek hırsızlarının bu illüstrasyonları kendilerine kâr sağlayacak şekilde çeşitli malzemelere basıp ucuza satması da çok kolay ve her zaman önlenemiyor.

 

Kısacası, yeni ekonomik koşullar ve internet teknolojisi büyük imkânlar getirdiği ve müthiş yeni çalışma biçimlerinin, fikirlerin ortaya çıkmasına imkân sağladığı kadar yeni türden sorunların da sebebi olabilir. Her şeye rağmen, eski ayrımcı kategorilerin ortadan kalkmaya başlaması ve ortaya çıkan çeşitlilik kutlanması gereken güzel bir gelişme. Ne de olsa, elindeki altyapı ve teknolojiyi nasıl ve ne amaçla kullanacağı da sanatçının inisiyatifinde.

 

 

 

Kaynakça:

 

[1] Bu konuyla ilgili şu kaynaklara bakılabilir: Larry A. Shiner, (2001). The Invention of Art: A Cultural History. Chicago; Londra: University of Chicago Press. Sheila Blair ve Jonathan Bloom, (Mart 2003). The Mirage of Islamic Art: Reflections on the Study of an Unwieldy Field. The Art Bulletin , 152-184. Avinoam Shalem, (6 Haziran 2012). What Do We Mean When We Say ‘Islamic Art’? A Plea for a Critical Rewriting of the History of the Arts of Islam. Journal of Art Historiography , 1-18.

[2] Arif Dirlik, (1998). The Postcolonial Aura: Third World Criticism in the Age of Global Capitalism. Boulder: Westview Press. Slavoj Zizek, (1997) “Multiculturalism, or, the Cultural Logic of Multinational Capitalism,” New Left Review, 225, 28-51.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YGalip Tekin’le Türkiye’de Çizgi Romancılık Sohbeti
Galip Tekin’le Türkiye’de Çizgi Romancılık Sohbeti

Kendine mizah dergilerinde yer bulabilen çizgi romancılığın geleceği nedir? Türkiye'de çizgi romancılık yapmak neden zor?

SANAT

Yİnternet Üzerinden Çizgi Romancılık Yapmak: Sanatçı ve Okurun Değişen İlişkisi
İnternet Üzerinden Çizgi Romancılık Yapmak: Sanatçı ve Okurun Değişen İlişkisi

Serbest çalışan kadın çizgi romancılar, neden yaptıkları işleri neredeyse tamamen internet üzerinden satıyorlar? İnternet, sanat üretimine ve sanatçı-okur ilişkilerine ne tür olanaklar sağlıyor?

Bir de bunlar var

Ortadoğu’da Kadın Sesleri – 3
Malvina Hoffman ve İnsanlık Heykelleri
“Küçülen Kadınlar”

Pin It on Pinterest