"Hayatı nasıl yorumladığımız bize bağlı bir şey. Yorumladığımız şeklinden hoşlanmıyorsak bunu değiştirmemiz gerek. Ya hayatımızı ya da yorumumuzu, hiç fark etmez. Sonuçta algıladığımız gerçekliği yaşadığımız için, bir yerde bir değişiklik yapmak gerekir."

KÜLTÜR

YAZI

“Herkesin cevapları kendi içinde saklı. Herkesin engeli de kendisi.”

Alkım, kişisel gelişim danışmanı. ‘Kişisel gelişim’ kulağa dünyanın en uyduruk şeyi gibi gelebilir. Ama onun kullandığı bazı yöntemler işe yarıyor. 15 yıl medyada çalışmış. Reklam yazarlığı, prodüksiyon danışmanlığı, kreatif direktörlük, program koordinatörlüğü yapmış. Kişisel gelişim işine gireli üç yıl olmuş. Şimdi 42 yaşında. Halinden, başkalarına yardım edebilmekten memnun.

 

john limon: Nereden çıktı bu iş?

 

Alkım Uyar: Konuyla ilgili bir sürü eğitim almıştım, okumalar yapmıştım, merakım vardı. Sonra ne yapayım diye düşünürken koçluk diye bir şey ortaya çıktı. Orada burada bundan bahsedildiğini duymaya başladık. Çevremdeki insanlar da bana “Sen koçluk yapsana” falan demeye başladı, “Çünkü yapıyorsun zaten ve bunu yapmaya uygun birisin”… Merak ettim, araştırınca hoşuma gitti.

 

Neden?

 

Çünkü terapiye gitseniz, psikanalize gitseniz çok uzun yıllar sürüyor, hani karşı değilim, gerekli durumlar var. Ama bazen de öyle psikanaliz gerektirmeyen birtakım engeller olabiliyor ve bunlar daha kolay tekniklerle, daha hızlı bir biçimde çözülebiliyor.

 

Zamanla bir konuya mı odaklandın?

 

Şöyle oldu aslında… Belli kurumlar, yöneticilerine böyle eğitimler aldırmaya başlamıştı. Yöneticilik yaparken, insanın kendini tanıması, motivasyon, liderlik üzerine eğitimler aldım. Entelektüel bir merak seviyesinden daha belirgin bir merak seviyesine kurumsal eğitimlerde geçtim. Belli kökenleri olduğunu fark ettim bu yaklaşımların. Ben kişisel olarak mesela tasavvufla ilgili birisiyim. Bir tasavvuf grubumuz var. Beş yıldır her hafta sohbet yapıyoruz ve bunu kendi hayatımızda, günümüzde nasıl yorumlarız diye düşünüyoruz sürekli. Bazı yaklaşımların, bu yeni moda ‘new age’ spiritüel yaklaşımlarla örtüştüğünü gördüm. Yavaş yavaş, belli teknik ve uygulamalarla, ufak dokunuşlarla insanların hayatlarında kalıcı ve güzel, yaşam kalitelerini artıracak değişiklikler yapılabiliyor, bunu yapabilmek hoşuma gitti.

 

Eğitim almaya da devam ettin herhalde…

 

Evet, mesela çok disiplinli bir koçluk eğitimi aldım.

 

Nasıl bulunuyor bu eğitimler?

 

Ben hep kulaktan, arkadaş çevresinden buldum. Çünkü böyle bir kesim var. Kendini geliştirmek ve hayata dair farklı bir bakış açısına gelebilmek için kendi donanımını artırmak isteyen bir grup insan var.

 

Nasıl insanlar onlar?

 

Bilmem ne sektöründen ya da şu kadar okumuş falan, diyemem. Tabii ki belli bir gelir ayırmak gerekiyor buna, para gerektiren bir şey. O yüzden çok sıkıntıda olan insanlar değillerdi ama çok böyle ‘creme de la creme’ gibi bir şey de yok. Orta üst gelirli insanlar genelde, belli bir eğitim seviyesine sahip insanlar. Yaş olarak da çok çok gençlerden ziyade bir 30, 35 üzeri insanlar vardı bu eğitimlerde.

 

Bu eğitimler okul gibi yerlerde mi veriliyor?

 

Özel eğitim kurumları var, kulüp gibi, atölyeler düzenleyen yerler var, kendi bireysel olarak eğitim veren kişiler var. Çok ‘kişisel gelişim’ demek istemiyorum çünkü kişisel gelişim lafı böyle biraz şey oldu… Çok popüler ve aynı zamanda biraz hafif içi boşalıyor ama aslında tam da ‘personal development’, gerçekten kişisel gelişim yani. Kişinin kendi hayatını ileriye ve iyiye doğru geliştirmesi için edinmesi gereken bilgiler…

 

Sonunda bu iş yapılabilir diye düşündün…

 

Yapılması gerekir diye düşündüm. Böyle bir ihtiyaç var, buna gerçekten insanların ihtiyacı var. Bir de böyle bir meslek grubu var ve bunun içerisinde var olunabilir. Türkiye’de de oturmaya başladı böyle bir sektör.

 

İlk n’aptın?

 

Bireysel koçluk. Önce arkadaşlarımın beni tavsiye etmesiyle, ihtiyaç duyan kişiler gelmeye başladı. Çevremdekiler “Çocuğum ergen, iletişimde zorluk yaşıyoruz” veya “Yapmak istediğim iş bu mu, bilmiyorum” gibi şeyler duydukları zaman “Bizim tanıdığımız biri var, bir gitsene” dediler, böyle başladım aslında.

 

İlk seans nasıl oldu? Tuhaf hissetmedin mi?

 

İlk seferinde çok tanıdığım biri gelmişti. Seramik atölyesinden bir arkadaşım geldi.

 

Nereye geldi?

 

Benim evime geldi. 55 yaşında, emekli bir kadın. Evli, çocuğu var. Onunla çalışmaya başladık. Çok cesaret verici oldu çünkü çok fayda gördüğünü söyledi.

 

Senin için nasıldı? Evinde birisiyle seans yapıyorsun falan…

 

Çok garip olmadı. Çok normal oldu. Niye normal olduğunu da hiç düşünmedim, o kadar normal oldu ki…

 

Nerede oturdunuz mesela?

 

İşte salonda, ikili koltuklarda falan oturduk. Ben gittiğimde yine salonda ya masada ya da ikili koltukta…

 

Yani biri öbürüne misafirliğe gitmiş gibi…

 

…gibi oluyor ama belli bir teknik takip edildiği için konu oradan oraya akmayacak şekilde ve hani belirli bir ciddiyetle. Neye benziyor? Mesela çocuğuna çoğu insan ders aldırmıştır, eve özel hoca tutmak gibi, buna benziyor biraz. Ama şimdi zaten daha farklı, ofis var, seans yaptığımız yerler var, daha bir ‘official’ oldu ama aslında içerik hiçbir şekilde değişmiyor. Belki imaj olarak, insanlar daha kurum gibi bir yere girdiğini hissettiği zaman, daha bir otorite ile karşı karşıyayım duygusu yaşadıkları için daha açık oluyorlar almaya. Ama her seferinde sonuç aldım, işim mi rast gitti… biraz iyi yaptım galiba ve gerçekten belirgin sonuçlar aldım. Danışanlarım mesela kariyer hedeflerine ulaştılar, bambaşka hayatlara geçiş yaptılar.

 

Peki bunları görünce ne hissettin?

 

Çok büyük bir mutluluk.

 

Korkmadın mı?

 

Nasıl?

 

Yani insanların hayatının değişmesinde bir payın oldu sonuçta…

 

Korkmadım, sevindim. Şöyle bir şey değil: sen karışıp da şöyle yap, böyle yap demiyorsun ki. Herkesin cevapları kendi içinde saklı. Bu çok önemli bir şey. Herkesin engeli de kendisi. Birisi bize bir şey yapıyor, birisi bizi engelliyor gibi görünüyor ama o insanla baş etmenin mutlaka bir yolu var ya da o insanı zaten engelleyici biçimde hayatımıza sokan biziz.

 

Nasıl yani, bir işe girdin, müdürün delinin teki mesela…

 

Onu idare edemiyorsan, sende bir şeyi çok fena tetikliyorsa, o sende tetiklediği şey zaten anahtar. Oradan kendi içine bakman gerekiyor. Bende neyi tetikliyor, niye tetikliyor, bende nasıl bir yara, içte nasıl temel bir inanç var ki ben bundan bu kadar rahatsız oluyorum? Zaten bunu çözdüğünde o deli müdürden hiç etkilenmemeye başlıyorsun. O deli kalsa da hayatından çıkarman gerektiğini ve bunu becerebilir, başarabilir olduğunu fark ediyorsun ve kolaylıkla çıkarıyorsun. Ya da çok tuhaf bir biçimde o senin hayatından çıkıp gidiyor. Bunu  da çok gördüm yani. Ama bunu çözmediğin koşulda boyun eğsen de aynı şey, direnç göstersen de aynı şey. İkisi de bir tür bağımlılık ilişkisi göstergesi. O bağımlılığı gerçekten sağlıklı bir biçimde kırmadığın müddetçe ondan kaçsan da daha delisi geliyor.

 

Geçirdiğin yarı profesyonel dönemde de danışanlardan para aldın, değil mi?

 

Evet, yarı profesyonel dönemde yarı para aldım.

 

Nasıl belirledin ücreti?

 

Bu işi yapan insanların seans başına aldıkları paralar var. Kendi durumuna göre -hani yenisin, ofisin yok- daha az bir para alıyorsun. Karşındakinin durumu, yakınlık derecesi ve ihtiyacının dozuyla da orantılı bir şey. Ama gereksiz bir indirim yapmaya da karşıyım ben. Çünkü o, yaptığın şeyin değerini hem kendi açından hem de bunu alan açısından hafifletiyor. Duygu olarak yani.

 

Sonra…

 

Sonra şirketleştim zaten. Bu arada Keşif Yolculuğu diye grup çalışmaları dizayn ettim, onlara başladım.

 

Nasıl bir çalışma bu?

 

Mesela, iç sistemlerimizi anlatıyorum. İnsanoğlu bir konuda şöyle düşündüm ya da hissettim dediğinde aslında bir sürü iç sistemin vektörel ortalamasını söyler. Örneğin sadece beyin yapısı bile üç ayrı bölümden oluşuyor. Bunu niye anlatıyorum? Kendi içimizde bir bütün değiliz. Yani duygularımız bir şey söylerken aklımız başka bir şey söylüyor olabilir. Hatta aklımız kendi içinde bölünüp iki, üç ayrı şey söylüyor olabilir. Bu sistemlerin hepsi bir arada olduğunda; istek, inanç ve duygu olarak aynı hizada olduğunda gerçekten bir insanın yapabileceklerinin sınırı kalmıyor.

 

Bu anlattıkların aslında bilimin de konusu…

 

Bilimsel arkaplanları da var. Günümüzde çoğunluk bilimsel anlatılan bir şeye daha sıcak yaklaşıyor. Bir pozitif tarafı var…

 

Bilim sürekli değişen bir şey, sen kendini nasıl yeniliyorsun? 

 

Bu söylediğim şey mesela beyin bilminin son araştırmasının sonucu değil. Temel bir şey. Karaciğerde şu enzimler var, gibi. Sonuçta ben tıp insanı olmadığım için son gelişmeleri takip etmem aktif bir biçimde imkansız. Çok ciddi şekilde uzmanlık gerektiriyor. Ama mesela düşüncenin bir enerji yaydığı, her şeyin titreşimden ibaret olduğu artık ispat edilmiş bir şey. Eskiden beri söylenir stres hasta eder diye. Gerçekten stres anında salgılanan hormonun organlara ne yaptığıyla ilgili bulgular var. Bunlardan yararlanıyoruz.

 

Kurumlara nasıl eğitimler veriyorsun?

 

Kurum için ilişkiler yönetimi, algı yönetimi ve buna bağlı olarak performans ve motivasyon yönetimi.

 

Bu işi daha çok kadınlar mı yapıyor?

 

İşi yapan daha çok kadınlar değil ama gelenler daha çok kadınlar.

 

Neden?

 

Tam olarak bilmiyorum ama kadınlar kendileriyle daha çok uğraşıyor sanırım.

 

Gelenlerin yüzde kaçı kadın?

 

Yüzde 70-80. Benim tahminim kadınların kendilerini çözmek için daha fazla cesaret gösterdikleri. Erkekler zannedersem kadınlara göre kendileriyle, kendi egolarıyla, kendi iç süreçleriyle uğraşmaktan daha fazla kaçınıyor.

 

Neden?

 

Yetişme şekli olabilir. Kadınların düşünme biçimlerinin daha detaycı, daha farkındalığa yatkın olmasından olabilir. Erkeklere daha baskın bir şekilde yüklenen roller var. Para kazanmak gibi. Gerçi artık roller net olarak öyle değil. Tam olarak bilemiyorum açıkçası. Erkeklerin daha az farkındalıkları var falan demek istemem yani. Erkekler çözümleri daha çok kendi içlerinde değil de dışarıda arama eğilimindeler.

 

Grup çalışmalarında kadınlar ile erkekler arasında fark görüyor musun?

 

Erkekler biraz daha kapalı. Ama bir kere geldikten sonra enteresan bir şekilde daha kooperatif oluyorlar. Bir eşiği atladıktan sonra, o kararlılık noktasına geldikten sonra daha gözükara olabiliyorlar.

 

Genel olarak insanların derdi ne?

 

Elbette dünyada açlık var, susuzluk var, çok ciddi problemler var. Ama dünyanın en gelişmiş yerleri dahil, insanlardaki en büyük açlık, sevgi açlığı. En temelde, kendine koşulsuz bir şekilde değer verme konusunda çok sorun yaşadığımızı görüyorum. Değerler sistemimiz genelde belirli başarılara, belirli davranış kalıplarına bağlı şekilde gelişiyor. Çocukluktan beri böyle yetiştirildiğimiz için. Başarılı olursam değerliyim, güzel olursam değerliyim ya da tatlı ve nazik olursam değerliyim, gibi. Bunlar güzel şeyler, insanlar başarılı, güzel, tatlı olsunlar ama değer duygumuz bundan ayrı bir şey olmalı. Zaten var olduğumuz için değerliyiz çünkü.

 

Bu nasıl sorunlara yol açıyor insanlarda?

 

Çok çeşitleniyor. İşkolik olabilirsin, alkolik olabilirsin, ilişkilerinde güvensiz olabilirsin, yapmak istediğin bambaşka alanlara adım atamayabilirsin veya başlama sıkıntın yoktur ama yarıda motivasyonun düşüyor olabilir. Kırgınlık, kızgınlık, herhangi bir tür negatif duygu, “Tam tatmin olmuyorum yaşantımdan” diye bir duygumuz varsa onun düşüncede bir karşılığı vardır. Altta, sistemde yanlış giden bir şey vardır. İdeali budur, herkes dört dörtlük hayatlar yaşamalıdır, gibi bir şey söylemiyorum. Ama hayatı nasıl yorumladığımız bize bağlı bir şey. Yorumladığımız şeklinden hoşlanmıyorsak bunu değiştirmemiz gerek. Ya hayatımızı ya da yorumumuzu. Hiç fark etmez. Sonuçta algıladığımız gerçekliği yaşadığımız için. Bir yerde bir değişiklik yapmak gerekir. Düşüncenin doğrusu ya da yanlışı olmadığına ama insana iyi geleni ve kötü geleni olduğuna çok inanıyorum. Düşünce bizim seçtiğimiz bir şey. Niçin kendimize kötü geleni seçiyoruz? O kötü gelen düşüncede duruyoruz çünkü o başka bir düşünce sistemine bağlı. Bunları çözmek gerekiyor.

 

Kadınlarda daha çok rastladığın bir dert var mı?

 

Tabii var. Anne travması. Annenin kendisini önemsememesi, kendi taleplerini rahat dile getirememesi, kendi duruşunu sergileyememesi durumunda kız çocuk bu rol modelini edinmek istemiyor. O zaman da anneyle barışık büyüyemiyor. Bu da çok çok önemli bir şey çünkü kendiyle barışık olmama halinin zemini bu. Bir kere anneyle bir biçimde barışık olmak, hayatta olmasa da kafada barışık olmak çok önemli bir şey. Gerçekten onu anlamak ve gerçek anlamda bir sevgi bağı içinde barışık olmaktan söz ediyorum.

 

Sana nasıl geldi üç yıl boyunca böyle şeylerle uğraşmak?

 

Çok güzel geldi, zevkli geldi. Beni çok geliştirdi. Diğerlerine bir fayda sağlıyor olma duygusu, destek unsuru olabilmek iyi bir duygu. Benim için yardımlaşmak, almak-vermek temel bir değer. Güzel oldu kısacası.

 

Sen birisine danışıyor musun?

 

Danışıyorum tabii. Bazen sıkıştığım zaman gidip ortağımın karşısına oturuyorum danışan gibi. Onun bildiği yöntemlerle araştırıyoruz, kafa yoruyoruz. Bir sohbet grubum var. Hepimiz artık birbirimizi çok iyi tanıdığımız için o grup dinamiğinden yararlanıyorum. Destek sistemleri çok önemli hayatta. Geçmişte terapi gördüğüm zamanlar oldu ama şu anda, kendi bilgi birikimim ve geçirdiğim süreçlerin sonunda daha rahat nefes alabildiğim, kendime daha rahat yol gösterebildiğim bir noktaya geldim. Açık iletişim kurabildiğim çevrelerde insanlarım var. O yardımı almak da gerekiyor. Sürekli ve düzenli olarak.

 

Sence konuşmak niye bu kadar önemli?

 

Çünkü var olduğumuzu diğerleriyle anlıyoruz. Diğerlerine göre kendimizi tarif ediyoruz. İnsanoğlu toplumsal bir varlık. Kendimizi sağlıklı bir şekilde tarif edebilmek için yeni diyaloglara gerek oluyor. Çünkü eski diyaloglar yüzünden zaten belli bir biçimde tarif etmişiz kendimizi çocukluktan beri. Orada işimize yaramayan, artık bize hizmet etmeyen birtakım birikmişlikleri temizleyebilmek için bunun yerine yeni diyaloglar koyabilmek gerekiyor. Bir de temas… İnsanın insana ihtiyacı var. Mesela, kalp damar sağlığını iyi yönde etkileyen oksitosin hormonu örneğin yakın insan ilişkisinde salgılanıyor. Tamamen fiziksel bir karşılığı da var.

 

Başka?

 

Kafalar ne kadar açık olursa o kadar evrimleşiyoruz ve dünya o kadar daha güzel bir yer haline geliyor.

 

Kafaları açalım, diyorsun.

 

Evet, öyle diyorum.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

Y@nornek’in #herumutortakarar’ı Açık Arşiv Oldu
@nornek’in #herumutortakarar’ı Açık Arşiv Oldu

Nilay Örnek'le resimli apartman dedektifliğinden web sitesine uzanan yolculuğu üzerine...

SANAT

YB’r Şeyler Eks’k demezsin, yo!
B’r Şeyler Eks’k demezsin, yo!

Çağıl Kaya'yla bugün çıkan albümü B’r Şeyler Eks’k’i ve cazdan rap'e uzanan müzik serüvenini konuştuk.

MEYDAN

Y‘Asıl kimse çocuklara saygı duymuyor’
‘Asıl kimse çocuklara saygı duymuyor’

Nasıl çocuklara öncelik verilen politikalar geliştirebiliriz? Eğitim Reformu Girişimi'nden Yeliz Düşkün anlatıyor.

KÜLTÜR

YŞantiyeden sahneye, oradan kürsüye
Şantiyeden sahneye, oradan kürsüye

Ebru Nihan Celkan: İnsanlar da kendi acılarından yola çıkarlarsa ve kendilerini oldukları gibi ifade etmeye başlarlarsa değişim olur.

Bir de bunlar var

Şantiyeden sahneye, oradan kürsüye
Mesela Kukunuz ya da “Genital Gençliğiniz”
Kadın Mimarlar III: Lina Bo Bardi ve Tarihte Kendine Yer Açmak

Pin It on Pinterest