Emre'nin dramı bitmiyordu...

ECİNNİLİK

Sandığı Kadar Modern Olmayan Emre’nin Dramı – 2

Douglas Coupland, JPod’da “erkekler 40’lı yaşlarda acılaşmaya başlarlar” diye genelleme yaparken Emre’yi örneklem kümesinin dışında tutmuş olmalıydı. Türkiye’ye dönüş yolunda Emre’nin Hinge, OkCupid ve Coffee Meets Bagel hesaplarını silerkenki yüz ifadesini görse böyle düşünmezdi. Emre kendince gayet tatlıydı çünkü. Tea Meets Pretzel>Coffee Meets Bagel. 44 yaşından gün aldığı bu günlerde eski yıllara göre daha mutluydu artık. 29 yaşında ayrıldığı Türkiye’ye geri dönmüştü. Bir şeyler eksik kalmıştı yıllarca, ama artık tamamlanma vakti gelmişti. Ying looking for Yang. Yalnızlık ve soğuk insanlarla dolu bir kültürden çıkınca, semt pazarında “abicim” diye seslenen pazarcının yakınlığı bile onu etkiliyordu. Emre’nin ait olduğu yer burasıydı. Arkadan öne 2 kişi uzatır mıydı? Uzatırdı.

 

Emre bir yuva kurmak istiyordu. Ruh eşini arıyordu. Soranlara “nasip, kısmet, acelesi yok” diyordu, ama bir yandan da müstakbel eşiyle balayına çıktığını ve pederin Didim’deki yazlığında İngiliz komşularına balkondan şöyle seslendiğini hayal ediyordu: “Happy wife, happy life.” Emre’nin prensesi nerdeydi?

 

Son yıllarda yalnızlıktan ne yapacağını bilememiş, bu yüzden sosyal medyaya sarmıştı. Tam tamina 67000 tweet. Haftalık ortalama 20 taneden, toplamda 759 adet LinkedIn paylaşımı. Instagram. Slack. Arada sırada güzel kızlar Linkedin vasıtasıyla çalıştığı firmaya iş başvurusu yapıyorlardı. CV’leri sistemde kayıtlı olmasına rağmen Emre, tekrar tekrar profillerine bakıyordu. Onların profillerine bakıldığı bildirimini aldıklarını bilerek yapıyordu bunu. Vermek istediği mesaj açıktı. GÜÇ. “Ben istersem işe alınırsınız” Capiche?

 

Emre Kendi Podcastini Yayınlıyor

 

Red Pill. Blue Pill. Hepsini hatmetmişti. Bu sıralar film diyaloglari yerine Robert Kawasaki-Rich Dad Poor Dad kitabından alıntılar yapıyordu. Awaken the Giant within Emre. Görünürde hiçbir işe yaramıyordu bunlar. Hedeflediği kişilerin ilgisini çekememişti. Belirli bir yaştan sonra yeni insanlarla tanışmak zaten zordu. Biraz hayal kırıklığı yaşamaya başlamıştı. Kendisiyle ilgilenenler hem fiziksel olarak hem de kafa yapısı olarak beklentilerinin çok altındaydı. Ooooof. Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda kitabında, yani 1929 yılında, faşizmin başlıca özelliğinin “kendini ön plana süren bir erkeklik” (self-assertive virility) olduğunu anlatmıştı. Emre de sanki  bu kitabı okumuşcasına övündüğü erkekliğini ve fikirlerini ön plana çıkartacağı ve yatacağı bir platform ihtiyacındaydı. Podcast. Kimsenin dinlemeyeceği bir podcast daha. Neden olmasın? Arkadaşıyla beraber yayınladığı 3. bölümde tam corona virüs sonrası oluşacak yeni normalden bahsediyorlardı ki, konu hasbelkader transgender kişilere ve eşcinselliğe geldi. 15 yıl yurtdışında yaşamış Emre’nin ağzından şu cümleler döküldü:

 

“Allah sizi böyle yaratmış abi. Yaşayın gidin işte. Rezillik bunun adı, başka bir şey değil.”

 

Arkadaşı sessiz kaldı Emre’nin bu yorumuna. Emre bunu garipsedi.

 

Emre iş arkadaşı Selma’nın ondan hoşlandığından emindi, ama Selma’nın yaşı biraz geçkinceydi. Emre kesinlikle çocuk istiyordu. IVF. Surrogacy. Bir sürü para demek. Selma’yla olmazdı. “Umarım anlar” diye düşündü Emre. Geçen gün kahvecide tanıştığı ona gülümseyen kadın çok hoştu, ama muhabbet ilerlememişti bir türlü.

 

“Kadınları anlamak imkansız, beyinlerinden ne geçtiğini anlayamıyorsun.” diye şikayet ediyordu Emre yayınladığı podcastteki 17. bölümde.

 

“Keşke tanıştığım kadınların benim hakkımda ne düşündüklerini bilsem. En azından umutlanmam.”

 

Rabia, 26, Emre’nin başarısız flört girişimi:

Aslında kim olduğumu bilseler benden nefret edeceklerinden emin olduğum insanların haklarını savunuyorum o grupta Emre. Bunu yaparken rahatsız olmuyorum. Vakit kaybettiğimi de düşünmedim hiç. Çünkü inandığım bir şey sonuçta. Bunun için Almanca bir kelime var mı? Bu durumu tanımlaması için yani. Ben “le big mac” dendiginde benimle gülümseyecek Fransız birini aradım hep, yani olaylara benim gibi dışardan bakabilen. Anlıyor musun?

 

Emre: Sen boşver başkalarını, sen kendini düşün. Ben Almanya’da da yaşadım. Almanca aslında o kadar da zengin bir dil değil. Her şey için de kelime aramana gerek yok.

 

(Konuşma biter)

 

Seninle tanıştığımda “Yaş sadece bir sayıdır. Hiçbir şey için de geç değildir” türü söylemlerinden anlamalıydım Emre. Ben kendi yaş grubumdaki erkeklerden hoşlanıyorum. Sonuçta ben 46 yaşına geldiğimde sen 64 olacaksın. Sence sağlıklı bir ilişki olur mu bu? Benim için en güzel ilişki biriyle aynı süreçlerden geçtiğim ilişki türüdür. 20. yılındasın iş hayatında. Sen emekli olunca ne yapacağını düşünüyorsun, bense ne zaman terfi alacağımı. Bana tuhaf gelen, Zeki Demirkubuz’un Kader filmindeki esnaf tarzı “senin için her şeyi yaparım” türü arabesk söylemlerin var. Sen ne yapabilirsin benim için? Toplumun sana verdiklerini bana da vermesini mi sağlarsın? Saygınlık mı kazandırırsın? Beni deli diye yaftalanmaktan mı kurtarırsın? Sana ne söylesem “ben o yollardan çoktan geçtim” türü cevaplar alıyorum. Her şeyi küçümsüyorsun. Haliyle sıkılıyorum senden. Seninle düzgün bir şekilde iletişim kuramıyorum. Samimi bir şekilde soruyorum: sen ne yapabilirsin benim gibiler için? O kadar acımasız ve boş geliyorsun ki bazen Emre, merhamet enjekte etmek istiyorum beyninin boş kısımlarına. Bilimsel olarak mümkün mü bu, birine empati yeteneği kazandırmaktan bahsediyorum?

 

Selma, 49, Emre’nin iş arkadaşı:

Seni ilk kez, işe başladığımızda aldığımız ortak eğitimde herkes okuduğu kitaplardan bahsederken bana heyecanla, “peki hiç İskender Pala okudun mu,” diye sorduğunda farketmiştim Emre. Maalesef seninle birazcık konuşunca beynim seni otomatikman kategorize etmişti. Hep derler ya, bir yerden sonra tanıştığın herkes sana daha önce tanıştığın başka birilerini anımsatır. Ben sanırım artık o yerdeydim. Sen de bana konuşma tarzınla ve hareketlerinle daha önce tanıştığım, fırsatı olmadığı için cahil kalmış insanları anımsatıyordun. Konuşmamızın arasında övünür gibi ‘ben biraz eski kafalıyım’ demiştin. Onay bekliyor gibiydin benden, eski kafalı olmanın iyi bir şey olduğu onayını. O günden sonra, sanki seni her gördüğümde duruşun, bakışın kısaca senle ilgili her şey bu cümleyi bağırmaya başlamıştı: “ben biraz eski kafalıyım.”

 

İçimde acıma ile karışık bir merhamet duygusu uyandırıyordun. Sonuçta uzun yıllar Türkiye’de değildin, hiçbir yerle tam anlamıyla bağ kuramayışını anlayabiliyordum. Bu durum seni masum kılmıyordu, yani sana baktığımda aman ne ızdıraplar çekmiş bir azize görmüyordum, ama bu düşünce kesinlikle sana ve senin gibilere daha fazla müsamaha göstermem için yeterli oluyordu. Günde 15 saat çalışmak zorunda olan kaçak bir göçmeni, 10 yıldır o ülkede yaşamasına rağmen yerel dili akıcı bir şekilde konuşamadığı için küçümser misin? Ben yapmam. Yine de öğle yemekleri için gittiğimiz ve senin kasıntı bir şekilde oturduğun o restaurantta, sana iki beden küçük gelen açık mavi renkteki dapdar gömleğinin içinden bedenini hareket ettirmeye çalışırkenki Pinokyovari halinle beni güldürmeyi başarıyordun.

 

Senin cahilliğindeki tek sorun senin cahilliğinden utanmamandı. Bunu değiştirmeye çalışmıyordun. Seninki meydan okuyan bir cahillikti. Senden bir Martin Eden çıkmazdı. Duygusal zekan bir hayli düşüktü. Buna rağmen benim de sende acıma duygusu uyandırdığımı anlamam geç olmadı.

 

Biraz düşününce hareketlerini, ne bileyim kapı tutmalarını, ofisten geç ayrıldığımızda “aman seni yalnız bırakmayayım taksi gelene kadar yanında durayım” deyişlerini, yeğeninin üniversiteye giriş sınavında kaçıncı tercihine yerleştiğinden böbürlenişlerini, sadece bana yaptığın ve benim yalnız olduğum varsayımı üzerine kurulmuş  “yalnızlık Allah’a mahsustur” temalı açıklamalarını, yanımda kasılmalarını, kendini övmelerini ya da topluca çıktığımız öğle yemeğinde ben alakasız bir konudan bahsederken “ne kadar derinsin sen” türü cümlelerine şahit oldukça, benden hoşlandığını anlamış ve senden nasıl kurtulabileceğimi planlamaya başlamıştım.

 

Emre bugüne kadar sana açılma ihtiyacı hissetmedim hiç. Sana bir şey söylemem lazım. Ben lezbiyenim. Bir sonraki flört denemende, birine asılırken ya da sırf 49 yaşında olduğu için her önüne çıkanla evlenmek isteyebileceğini varsaydığın bir kadına yavşarken bu olasılığı da göz önünde bulundur olur mu? Sen İskender Pala kitaplarınla mutlusun ama ben senin kendi gerçeklerini benim gerçeğim sanmandan mutsuzum.

 

Ferda, 33, başarısız arkadaşlık girişimi:

Bundan birkaç ay önce gittiğim bir kahvecide not tutuyordum. Kapı her açıldığında çalan zil sesinden birinin daha dükkana girdiğini anlamıştım. Tüm masalar boşken içeri giren kişinin tam yanıma oturmasından benimle konuşmaya çalışacağını da. Yanılmadım. 5 dakika geçti, geçmedi. Yanımdaki kişi bana küçümseyici gelen ses tonuyla şöyle dedi: “Günlük mü tutuyorsun?” Yüzüne baktım. Hiç cevap vermeden zoraki bir şekilde gülümsedim. Yazıma döndüm. Kaç defa böyle zoraki şekilde gülümsediğimi hatırlamıyorum bile. Bugüne kadar gittiğim kahvecilerde yanıma oturan ve benimle konuşmaya çalışan kadın sayısı nedense 0. Neden bugüne kadar yanıma bir kadın oturup konuşma başlatma gereksinimi duymadı hiç? Neden bu kahveciden BEN erkenden ayrılmak zorundayım? Bunları düşünürken tekrar dönüp yanımdaki tipe baktım. Telefonuyla oynuyordu.

 

Türlü türlü zoraki gülümsemeler. Zoraki gülümsemek benim için bir baş etme yöntemine dönüştü nerdeyse.

 

1- Karşımdaki birey gerçekten aptalca bir şey söylediğinde “ne kadar aptalca olduğunu anladım, ama ne diyeceğimi bilemedim” zoraki gülümsemesi.

 

2- Umumi tuvaletlerde tuvaletten çıkan kişinin gülümsemesine karşılık olarak verdiğim zoraki gülümseme (diğer türlü kaba olduğunu düşünüyorum)

 

3- Bir konuda 1 dakikadan uzun konuştuğumda dinleyicinin bakışından ne dediğimi hiç anlamamış olduğunu farkettiğimde verdiğim zoraki gülümseme, yani bir bakıma “beni ağlatacak kadar ölümcül olmayan bir hayal kırıklığı.”

 

4- “Daha fazla sormasan iyi olur” zoraki gülümsemesi.

 

Ve bunların kombinasyonları. Yanımdakine verdiğim 1 ile 4’ün bir birleşimiydi mesela.

 

Belki ben senin gibilerin kümülatif toplamından ötürü ilerleyen yaşlarımda tüm servetimi anti-aging kremlerine yatırmak zorunda kalacağım. Şöyle diyecek insanlar benim için: “Ah zavallı teyze. Pek iyi bakamamış kendine, erkenden çökmüş.”

 

Zoraki gülümsemelerimdeki artış beni korkutmaya başladı. Kendi yüzüm korku filmlerindeki histerik karakterin delirmeden önceki son anlarını anımsatıyor bana böyle anlarda. Espiriye zoraki gülümserken kahveciden ayrılıyorum.

 

 

Ana görsel kaynak.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YSandığı Kadar Modern Olmayan Emre’nin Dramı
Sandığı Kadar Modern Olmayan Emre’nin Dramı

O bir dünya vatandaşıydı. Daha fazla uğraşamayacaktı artık, eleştirmekten yorulmuştu.

Bir de bunlar var

Yollardan ve Dağlardan Sonra
Evden Çalışıyorum
Matilda’nın Kariyer Mücadelesi

Pin It on Pinterest