"Hızla giden bir arabanın içinde, tacizci bir adamın yanında, nereye götürüldüğümü bilmeden elim kolum bağlı oturuyordum."

MEYDAN

“Olay”

Yaşadıklarımı yazmaya, diğer kadınlarla paylaşmaya karar vermemin üzerinden iki ay geçtikten sonra oturdum bilgisayarın başına. Neden bu kadar geciktirdiğimi, neden oturup yazamadığımı henüz bugün sorguladım. Ve fark ettim ki kendi yaşadığıma, kendi kendime yabancılaşmışım, olaylar aklıma geldiğinde bilerek ve isteyerek bunu yaşayan bir başkasıymış gibi davranmışım. Oturup “adam ‘beni’ kaçırdı, ‘beni’ arabaya kilitledi, ‘benim’ göğsüme dokundu, ‘ben’ arabadan atladım,” diye yazmak demek, bu kaçışa son vermek olacaktı, ‘kendi’ yaşadıklarımla yüzleşecektim. İşte bunu bugün fark ettim, bunca zamandır olay aklıma geldiğinde nasıl da hakkında rahat rahat konuşabildiğimi yeni anladım. Neden bilmiyorum, artık yaşadığımı sahipleniyorum ve anlatıyorum. Ellerim titreyerek, gerçekten ‘ben’ yaşamışçasına anlatıyorum.

 

Hâlâ erkek bir şoförün kullandığı arabaların ön koltuğuna oturacaksam eğer, o kapıyı açarken istisnasız her seferinde elektrik çarpar. Oturduktan sonra kaskatı kesilir, gözümü yola diker ve ‘hazırol’da giderim. Kemer takmak zorundaysam eğer, yol üç saat de sürse sol elim kemerin ucunda olur, her an hızla açmaya hazır şekilde. Yok, üç seanslık terapi bunları çözmeye yetmiyor.

 

Şeriat kurallarının geçerli olduğu bir ülkeye, üç aylığına çalışmaya gitmiştim. Türkiye’deki şirketim benim de içinde bulunduğum 25 kişilik bir ekibi o ülkeye gönderdi, ortak program da diyebiliriz. 13, 14 kadındık, gerisi erkek iş arkadaşlarımız. Hepimiz ayrı saatlerde çalışıyorduk, şirket kaldığımız otele hepimiz için her gün çalışma saatimize göre ayrı araç gönderiyordu. Şanslıysak birkaç kişi birlikte, değilsek tek başımıza, her gün gelen farklı araç ve şoförü tanımaya çalışarak gidiyorduk işe.

 

Gece nöbetimin üçüncü gününde, 00.00’da işbaşı yapmam gereken bir Perşembe akşamında, kaldığımız otelin lobisinde 23.30’da aracı beklemeye başladım. Hangi şoför ve hangi aracı göndereceklerini her zamanki gibi bilmiyordum, önemsemiyordum da. 23.45 civarı, telefonuma gömülmüş sosyal medyada gezinirken kanduralı bir adam geldi, şirketimin adını vererek şoför olduğunu ve aracın dışarıda beklediğini söyledi. Her gece olanın dışında bir şey yoktu, adamın ardından dışarı çıktım, arabanın arka kapısını açmaya çalıştım.

 

Arka kapı açılmadı, şoför kapının bozuk olduğunu, öne oturmamı söyledi. Bir anlık tereddüdün ardından, zaten şoförlü arabaların arka koltuğuna oturmaya çok da alışamamış biri olarak öne oturdum. Arabaların çoğunda şirketin logosu olmuyor, yine de sordum ‘logo nerede’ diye, ‘logo yok ama bu şirketin aracı’ dedi kötü İngilizcesiyle ve asabiyetle, ‘adamı niye sorguya çekiyorum ki’ diye düşünüp daha fazla sesimi çıkarmadım.

 

Kemerimi taktım, çantamı kucağıma aldım, şoför kapıları kilitledi, yola çıktık.

 

Yaklaşık 20 dakika sürecek yol için çok yavaş gittiğini fark ettim, hızlanmasını rica ettim. Yine kötü İngilizcesiyle ‘hangi yoldan?’ diye sordu. Dediğimi anlamadığını, farklı bir yoldan gitmesini istediğimi sandığını düşündüm. Bir kez daha el, kol hareketleriyle hızlanması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Sağ elini bana doğru fazlaca açarak, rahatsız edici şekilde savurarak ve koluma hafifçe çarparak kendi dilinde bir şeyler söyledi. Öyle rahatsız oldum ki, en basit İngilizceyle otele dönmesini söyledim. Bu söylediğime cevaben ‘hangi otel?’ diye sordu. Korkudan ellerimin titrediğini hissettim. Korktuğumu anladı, artık saklayacak bir şeyi kalmamış olacak ki, gaza bastı.

 

Hızla giden bir arabanın içinde, tacizci bir adamın yanında, elim kolum bağlı oturuyordum. Üstelik nereye gittiğimi de bilmiyorum, yollar hiç tanıdık gelmiyordu.

 

‘Otele dön!’ diye bağırdım korkuyla, birden bire İngilizce konuşmaya başladı. ‘Ne oteli, bana eşlik etmeyecek misin?’ dedi. Sol eliyle direksiyonu tutarak hızla araba kullanmaya devam ederken, sağ elini bacağımın üzerine koydu. Tacizi sürdürecekken elini alıp hızla ona doğru savurdum ve arabayı durdurması için bağırdım. Arabayı durdurmadı, elini tekrar kaldırıp bu kez sertçe göğsüme yapıştı. ‘Dokunma bana!’ diye bağırarak elini bir kez daha attım, ‘sana dokunmamı mı istiyorsun’ diyerek elini iki bacağımın arasına uzattı.

 

Yazması da, hatırlaması da hiç kolay değil. Beş dakikalık gözüken son iki paragrafı, bir buçuk saatte yazabildim. Hatırlarken korkmuyorum, ama kanım çekiliyor, ter basıyor, titriyorum. Mantığım korkmama izin vermiyor, ama bilinçaltım olsa gerek, bir şeyler tepki veriyor.

 

Son kez dokunduğunda o kolu nasıl sıkıca kavrayıp ittiğimi, o küçücük alanda nasıl tekme tokat adama saldırdığımı, arabanın nasıl yalpalandığını hayal meyal hatırlıyorum. Kemerimi ne ara çözdüğümü ve arabanın kapısını ne zaman açtığımı ise hiç hatırlamıyorum. Bundan sonra hatırladığım an, yere kapaklanmamak için ellerimin üzerinde durmaya çalıştığım an. Ve aklım başıma gelip plakayı almak için kafamı kaldırışım, ama kararmış gözlerimle sadece uzaklaşan arabanın siluetini görüşüm. Bir de o arbedede vites koluna çarptığını sandığım sol bacağımdaki korkunç acı.

 

Olaydan sonra Türkiye’ye döndüğümde üç seans terapiye gidebildim. Terapist, travma sonrası stres bozukluğu yaşayanların o anları hatırlamamasının çok normal olduğunu,  hatta bu durumun taciz iddialarını mağdurlar nezdinde soruştururken kullanıldığını anlattı. Üç seans bitti, o ülkeye geri döndüm, iki buçuk ay daha kalıp çalıştım, tekrar Türkiye’ye döndüm, bu olayı birçok insana daha rahatça anlattım, hatta olayla ilgili defalarca espri bile (biliyorum hiç normal durmuyor, ama böyle böyle normalleşiyor sandım) yaptım. Tüm bunlar olurken, sıklıkla o silik olan anları hatırlamaya çalıştım, travma sonrası stres bozukluğu artık bitmiş olmalıydı, o anları getirebiliyor, beynimde okuyabiliyor olmalıydım. Olmadı. Adama vurunca araba yavaşladı ben öyle mi atladım (ki yara almadan atladığıma ve ellerimin üzerinde durabildiğime göre öyle olmalı) yoksa adam benimle dövüşürken arabanın hâkimiyetini mi kaybetti, yolda başka araç var mıydı, hâlâ bilmiyorum.

 

Bu anlarla ilgili düşüncelerim ‘kilidi ya da kemeri açamayabilirdim, adam usta bir şoför olup yavaşlamayabilirdi, yeteri kadar güçlü olamayabilirdim, beni istediği yere götürebilirdi, ya da arabadan atladığımda ciddi bir yara alabilirdim, arkadan bir araç geliyor olsaydı altında kalabilirdim, bunları düşünmek bile istemiyorum’la sınırlı kalıyor. Çünkü daha fazlasını düşünmek istemiyorum, elbette düşünmedim de.

 

Beni asıl sarsan şey, sonrasında yaşadıklarım. Her sosyal kesimden, her kültürden birçok erkeğin nasıl farkında olarak ya da olmayarak işbirliği içinde olduğu… Feminist, aktivist ve gönüllü bir kadın olarak bu hikâyeleri yıllardır bizzat yaşayanlardan duyuyorum, yıllardır tacize ve tecavüze uğrayan kadınlarla iç içeyim. Fakat konuyla ilgili ne kadar bilinçli olursam olayım, sonrasında yaşananların yıkıcılığını atlatmak, göğsünü gere gere karşılamak hiç de kolay değilmiş.

 

‘Sonrasında yaşananlar’ dediğim, arabadan atladıktan hemen sonra yerden kalktığım an başladı. Ayağa kalkıp nerede olduğuma baktığımda, hiçbir şekilde tanımadığım ıssız bir yerde olduğumu ve daha da kötüsü karşımda 6,7 erkeğin dikilip bana baktığını fark ettim. Önce ‘hah, insan!’ dedim ve ‘burası neresi’ ya da ‘en yakın taksi durağı nerede’ gibi sorular soracak oldum ancak birkaç saniyede kendime geldim. Arabanın içinde şoförle dövüşüp kendisini giden arabadan aşağıya atan bir kadına, ayağa kalktığında tabiri caizse ‘pis pis’ gülen adamlardı bunlar. Olanları görmemiş olmaları neredeyse imkânsızdı ve normal insanlar gibi gelip yardım etmeye çalışmak, hiç olmazsa şaşırmak yerine ‘pis pis’ gülüyorlardı. Tam manasıyla çıplak bir kadın görmüşçesine süzüyorlardı beni baştan aşağıya. Arkamı dönüp gördüğüm en geniş yola doğru nasıl koştum, neden koştum, bilmiyorum… Çok büyük bir şans eseri, delicesine koşarken uzakta bir taksi gördüm, yönümü ona çevirdim, taksi boştu, bindim ve iş yerinin adresini verdim. O otele gitmek istemiyordum.

 

Taksiye bindiğimde telefonum çaldı, açtım, şirketin beni almaya gelen gerçek şoförü arıyordu. Beni beklediğini söyledi, nerede olduğumu sordu. Saate baktığımda 23.49 olduğunu gördüm. Bana saatlerce sürmüş gibi gelen şeyler sadece birkaç dakika sürmüştü. Üstelik şirketle hiçbir bağlantısı olmayan o adam benim saat kaçta, nerede, hangi şirketin aracını beklediğimi biliyordu!

 

İkinci savaşı karakola gittiğimde verdim. Tam beş ayrı polise, saatler süren aralıklarla olayı anlatmak zorunda kaldım. Şeriat kanunlarına göre adamın yargılanması için ‘tam olarak nereme dokunduğu çok önemliydi’. Ülkenin dilini bilen iş arkadaşım bir erkekti, ben elimle tarif ederek beş kez anlattım, o polislere beş kez tercüme etti. Sonrasında ben 48 saat boyunca yemek yiyemedim, 48 saatin sonunda yediğim salatayı çıkardım. Bana yardımcı olan ve tercümeleri yapan arkadaşım ertesi günü tuvalette kusarak geçirdi.

 

Karakol dönüşü üçüncü savaşım başlamıştı. Lobisine kimlerin girip çıktığı belli olmayan, sıklıkla fuhuş yapıldığından şüphe ettiğimiz, bu olay olana kadar farklı çeşitli güvenlik sıkıntıları nedeniyle tam 17 kez Türkiye’deki şirketimize şikâyet ettiğimiz o otelden artık çıkmamız gerekiyordu. Çünkü o otele, bizi takip eden, bizi arabasına nasıl alacağını bilen insanlar girip çıkıyordu. Üstelik o adam dışarıdaydı, nerede kaldığımızı da biliyordu. Otelin kamera kayıtları da, o gece benim kafam telefonuma gömülüyken adamın etrafımda birkaç kez daire çizip beni incelediğini, bu esnada otel görevlisiyle konuştuğunu gösteriyordu.

 

İkinci bir emre kadar işe gitmememiz söylendi Türkiye’deki patronlarımız tarafından. Yönetimden gelen basit bir ‘geçmiş olsun’ mailinden sonra olayın ‘şu veya bu şekilde’ çözülmesini bekledik. Günlerce çözülmedi. Günlerce aynı otelde kaldık. Günlerce uyumadım, yemek yemedim, tek isteğim olan sigarayı yaktıktan sonra elimde tutmayı beceremedim. Sanki vücudum işlemiyordu, üzerime koca bir fil oturmuş gibiydi. Tek bir patronum istersem Türkiye’ye dönebileceğimi söyledi, dönemedim. Dönersem benim adımın üzerinden yürüyen yazışmaların duracağından ve otelin değişmeyeceğinden emindim, kadın veya erkek diğer arkadaşlarımı orada bırakamadım. Ne benim yaşadığım olayı, ne de otelde kalan iş arkadaşlarımın korkularını ciddiye aldılar. Bir tanesi günler sonra nihayet otel değişirken arayıp “Ben onu otelin lobisinde yaşanan basit bir taciz olayı sanıyordum” dedi.

 

Erkek patronlarımıza derdimizi anlatamamanın çaresizliği, o otelde hiçbir güvenlik önlemi olmadan kalıyor olmanın zorluğu, bütün ağırlığıyla üzerime çöktü. Hâlâ da kalkmış değil. Bu güvensizlik, bu çaresizlik beni tüketiyor. Arabada yaşadıklarım değil, başka birçok erkeğin o tacizciden aslında çok da farklı olmadığını tam manasıyla anladığım, sonrası tüketiyor.

 

İş arkadaşlarımdan birkaçının “Bilseydik ‘bizi de güçlü kuvvetli, iri kadınlar kaçırdı taciz etti’ diye patronlara söylerdik, otelimiz daha önce değişirdi” dediğini duydum sonrasında. “Boş ver ne olacak, başına bir şey gelmeden kurtulmuşsun, bu sayede oteliniz değişti ne güzel” diyeni de…

 

Adam birkaç gün sonra yakalandı, küçücük bir odada, arada hiçbir engel olmadan yüzleştirildim ve teşhis ettim, o cezaevine girerken ben ufak bir sinir krizi geçirdim.

 

Ve sonrasında verdiğim savaşların sonuncusunda pes ettim.

 

Olayın olduğu ülkenin kanunlarına göre, taciz kanıtlandığı takdirde adamın en az 10 yıl hapis cezası alması gerekiyor. Yine ülkenin kanunlarına göre, benim davacı olarak o ülkenin vatandaşı olmayan bir avukatım olmadan, davayı takip etme iznim yok. Ve ben bir davanın olup olmadığını bile bilmiyorum, çünkü şirketin atayacağı avukat, olayın üzerinden neredeyse bir buçuk sene geçmesine rağmen, atanmadı. Benim de avukat için, dava için harcayacak enerjim, bir avukatım olursa bir şeylerin değişeceğine dair inancım kalmadı.

 

Olayın beni hiç olmazsa daha da fazla etkilemesine imkân vermemek için üzerini kapadım ve gördüm ki; hangi şirkette ne pozisyonda çalışırsam çalışayım, hangi ülkede olursam olayım, bir kadın olarak bununla yaşamak zorundayım. En azından şimdilik… Küçük bir umutla ‘şimdilik’ diyorum, çünkü bugün gördüm ki, üzeri öyle kolay kapanmıyormuş…

 

Ana görsel: Edna Andrade

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YBenim Bebeğim, Başkalarının Kararı
Benim Bebeğim, Başkalarının Kararı

Benim hayalim evlenip aile kurmak değil. Ben hissetmeye başladığım o bebeği doğurmak istiyorum.

Bir de bunlar var

Boğaziçi Direnişi Kolektif Eylemin Gücünün Kanıtıdır
Canım Ablam
“Tanıdığım transseksüellerden biri bile eceliyle ölmedi”

Pin It on Pinterest