Son aylarda, sessiz ve derinden giderek okuyucularını mest eden bir web sitesi var. Adı Şenlik. 

TARİH

Koşun kadınlar, Şenlik var!

Şenlik’i duydunuz mu? Bu sitede #Çocukluk, #Temizlikdiliveedebiyatı, #Karşılaşmalar ve #Dayanışma gibi pek çok farklı etiket altında, kadınların dimağlarında yer eden, okuyucuyu duygudan duyguya sürükleyen irili ufaklı anılar okuyorsunuz. Kusma hikâyeleri, çocukluk arkadaşlıkları, içinde anneanne ve babaannelerin geçtiği anılar, zihinlerde yer eden karşılaşmalar…  Sadece okumakla kalmıyor, seslendirilmiş kimi anıları dinleyebiliyorsunuz da. Şenlik’teki anıları okumak ve dinlemek, kaçınılmaz olarak size kendi anılarınızı çağırıyor ve başlıyorsunuz yazmaya. En azından bende böyle oldu… Şelale gibi akan anılarımı yazayım derken Şenlik ekibinin düzenlediği anı yazma atölyelerinin birinde buldum kendimi. Bir baktım ki ben de bu ekibin bir parçası olmuşum artık. Şenlik’in kurucuları Kiraz (sadık 5harfliler okuyucuları Kiraz Akın’ı tanıyacaktır) ve Senem, Şenlik’e benim gibi gönül vermiş Melek ve Ayşe, hep birlikte Şenlik üzerine sohbet ettik.

 

 

Anıl: Şenlik, kurulduğunda sizden davet aldığım bir yer olsa bile “keşfettiğim” bir site oldu. Zira Twitter üzerinden “Sizi de yazmaya bekliyoruz” şeklinde bir davet geldiğinde sonra okumak üzere beğenip bir kenara koymuştum. Üstünden biraz zaman geçti, bir an “Nasıl bir yermiş burası?” dedim ve siteyi açıp bir anı okudum. Sonra bir anı daha, bir anı daha… Siz nasıl bir araya geldiniz peki? Şenlik’in ortaya çıkış sürecini sizden tekrar dinlesek?

 

Kiraz: Twitter’dan tanışıyoruz biz Senem’le. Ben sadece 5Harfliler’e değil, pek çok dergiye yazı yazıyordum. Yazılarım derli toplu dursun diye bir site açtım bir ara. Hiç yayınlanmamış şeyleri de koyuyordum oraya. Muhtelif işler için 30’lu ve 40’lı yılların gazetelerini taramıştım. Çok geniş bir gazete taraması yapmışım ben, farkında değildim. Bazı minik şehir haberleri; o yılların ruhunu, bilmediğimiz İstanbul’u anlatan haberler… Kimi gazete haberlerinde bir hikâye oluyordu ve habere yansıyandan fazlası olduğunu fark ediyordum. Twitter’da bu haberleri her paylaştığımda ilk beğenenlerden biri Senem oluyordu. Sonra bir noktada laf atmaya başladık birbirimize. 

 

Senem: Mesela Kiraz’ın Twitter’da paylaştığı bir haber Aksaray’da geçiyordu. Her yeri sular basmış. Bizim çocukluğumuz o bölgede geçti. Haber fotoğrafında dolmuşları gördüm. Zaten Kiraz’ın o arşiv işi benim çok hoşuma gidiyordu, sıkı takipçisiydim. Laf attım Kiraz’a, dedim ki “Eskiden ne kadar az araba vardı, arabaya binmek de seyrek olan bir şeydi hayatımızda. O yüzden çoğunlukla dolmuşta, minibüste kusardık.” Fikir o kusma meselesinden çıktı. Gerçekten de çoluk çocuk o araçlara alışıncaya kadar geçen zamanda pek çok kusma hikâyesi var. Anneler torba taşır, tuzlu leblebi olur, nane şekeri olur… Buradan böyle bir mevzu yayıldı. İki tane anı yazdım yolladım. Kiraz da “A ne güzel” deyince nasıl bir şey yapabileceğimizi düşünmeye başladık. Zaten Kiraz’ın kafasında anılarla ilgili, kadın anılarıyla ilgili bir şeyler yapmak varmış. 

 

Kiraz: Bir şey yapmak istiyordum ama adını koymak zordu. Senem çok hafifleterek söylüyor ama bana dedi ki “İki tane yazım var, içinde kusan insanlar var. Onları yollayayım mı?” Bu yazılar sitede şimdi, başlıkları “Minibüs ve “Kusmuk. Bir durdum ve düşündüm: Kusmakla ilgili hiç yazı yok. Hatırlamıyorum en azından o an. Bana “İçimde bir his var, kusarsam rahatlayabilirim” diyor. Bunu söyledik birkaç röportajda. Ben de “Benim de aklımda var bir kusma hikâyesi” dedim. Eski bir anıyı hatırladım: Bir teknedeyiz, annem ve annemin arkadaşı var. Herkes kusuyor. Değişik bir hikâye değildi ama yazmayı denemek için güzel. O yazıyla Senem’i “tavlamaya” çalıştım. Ardından yazıyı ona yolladım. Şöyle bir hat oluştu:  O bir şey yazıyor; onun yazdığı şey bende bir anıyı çağırıyor, yazıp ona yolluyorum. Yani, Şenlik organik bir fikirden çıktı aslında. 2020’nin Mayıs ayında Senem’le ilk defa görüntülü konuştuk. “Burada iyi bir fikir var” dedik. Anılara odaklanma fikri böylelikle ortaya çıktı. O günden beri de karınca gibi çalışıyoruz. 

 

Senem: Anılar dile gelince başkalarına da kendi anılarını hatırlatması… O yüzden yazdığımız anılar biraz da birbirinden doğdu galiba. Ben başta “Bir site yapacaksak kadınlar içlerindeki her şeyi anlatsın, sadece anı olmasın” demiştim ama Kiraz anılara odaklanmak istedi. İyi ki öyle yapmışız. Kadın tarihi açısından bakınca çok enteresan geliyor şimdi. Anı, insanın defterine yazacağı bir şey ya da çok ünlü olunca yazacağı bir şey. Gündelik hayatın anıların anlatmak “Bizim gibi insanların anısı neden başkasını ilgilendirsin ki?” diyerek hiç düşünmediğim bir konuydu. Ama bunun kadınlar arasında gerçekten ortaklık kurabilecek bir şey olduğunu zamanla anladım. 

 

Kiraz: Kadın medyasında ya da yayıncılığında bunun yaygın adı “deneyim yazısı” belki.. Fakat biz “anı” demeyi tercih ettik, çünkü “deneyim” büyük bir şemsiye açıyordu. Anı biraz daha zorlayıcı bir format. Senem’in dediği gibi, insanların hatıra defterine yazdığın şeyi bir web sitesine yazmalarını istiyorsun. “Bu zorlu olacak” diye düşünüyordum. 5Harfliler’e gelen deneyim yazılarını hatırlıyorum. Bazıları korkunç bir karanlığın içinden konuşuyordu, çünkü artık burasına kadar gelmiş onu yazan kişinin. Dönüp dönüp bakıyordum ben o yazılara. “Burada bir şey var ve o şeyin başka halleri de var mutlaka; bu yazılar nerelere gidebilir, nasıl evrilebilir?” diye düşünüyordum. Türkiye’de yaşamak çok zor, biliyorsunuz işte. Sıkıştık, her şey çok sıkışmış halde. İş yapmak için kendimize alan açmak zorundayız. Bütün bunlar benim kişisel hayatımda bir dönüm noktasına denk geldi. Yurt dışında geçen 14 yılın sonunda Türkiye’ye geri dönmüştüm. Anlamlı ve değişik bir şey yapmak istiyordum, yapılmamış bir şey belki. Bunu da çok önemsiyorum. Öte yandan, yalnız olmuyor bu işler. Tek başına yapamıyorsun. Birileri olacak, dayanışacaksın. Hele ki bizim yaptığımız gibi bir iş mutlaka kolektif olacak. Çeşitlilik, değişik seslerin duyulması ve kadın mücadelesini içeren bir üretimin mutlaka kolektif olması lazım. O yüzden Senem’in ve kısa süre içinde işe dahil olan Tomris Güven’in varlığı hayatiydi. Senem şimdi “Bu senin fikrindi” diyor ama önemli olan o değil. Sabahtan akşama kadar fikir üret; yalnız olduğun sürece bir yere varmıyor onlar. Ben de “Senem olmasaydı bu iş olmayacaktı” diyorum. Ben yayıncıyım. 20 küsur yıldır yayıncılık yapıyorum. Ansiklopedi, dergi, kitap, web… Kafam da öyle çalışıyor, bir şey yapacaksam yazı üzerinden yapıyorum. Dolayısıyla bildiğim bir yolu seçtim. 

 

Anıl: Melek’le Ayşe’ye soracağım şimdi. Siz nasıl kendinizi Şenlik’te buldunuz?

 

Melek: Biz aslında Twitter’dan takipleşiyorduk. Senem’in kusmakla ilgili anıları toplanınca, Kiraz bana “Bizim bakmak istediğimiz şeyler var, sen de anlatır mısın?” diye geldi. O yazıları okuduğumda, “Sanki bir masanın etrafında oturursun ve laf lafı açar, bir ortam oluşur ya hani… Burada da yazı yazıyı açmış ve kadınlarla birbirimize anılarımızı anlatıyormuş gibi hissettim. Ben de oturmak istiyorum o masaya” dedim. İlk konuşmamız bu şekilde oldu. Ondan sonra “Ne yazabiliriz? Ne olabilir?” sorularını birbirimize sık sık sorduğumuz bir iletişim haline geçtik. Ben de yazı göndermeye başladım. 

 

Ayşe: Kiraz’la hem Facebook’tan hem Twitter’dan takipleşiyorduk zaten. Okul ve işlerimle ilgili iyi hissetmediğim bir dönem Şenlik’in mottosuna denk geldim: “İçimde bir şey var, yazarsam iyi gelebilir.” İlk okuduğum Ruj adlı anıdan inanılmaz derecede etkilendim. Ben Yozgat’ta doğdum, İzmir’de büyüdüm ve sonra İstanbul’a geldim. Kendi kişisel hikâyem kültürel çelişkilerle dolu ve hepsini anlatarak içimden atmak istiyordum. Gerçekten de en uygun janr, anı gibi geldi. Yazmaya başladıkça, şikâyet ettiğim “gelenek, anane” diye bana dayatılan şeylerin aslında Türkiye’de yaşayan kadınların çoğuna dayatılan şeyler olduğunu anladım. Sadece politik veya kültürel aktörlerin değil, sıradan insanların, sıradan kadınların anıları var Şenlik’te. Hatta Senem sık sık o kadınların anılarını önemsediklerini söylüyor. Bu bana çok iyi geldi, çünkü o mahallelerde büyüdüm, yaşadım. 

 

 

 

 

 

Anıl: Şenlik neydi, şu an nasıl ve nasıl bir yere evrilecek sizce? 

 

Senem: Bir kere, başladığımız yerde değiliz. Başlarda kendimize bazı katı prensipler koyduk, ama o prensipler yol aldıkça kendilerini imha etmeye başladı. Öyle gerekiyordu. Bunu yaparken zaman zaman kendimizle de hesaplaştık; gerilimler oldu, ama sabit kalmayı seçmedik. O anlamda Kiraz bence çok yol açıcı bir arkadaş. Onun yaratıcı fikirleri öyle çok ki, bazen üst üste geldiğinde “Kiraz bunlar harika ama ne olur, yavaş yavaş yapalım.” diyoruz. Bir süre sonra işler ritme oturuyor. Ardından, yaptığımız işin boyutu değişiyor. Bazı şeyler değişiyor, değişebilir ama çok temel birkaç şey hiç değişmedi, herhalde değişmez. Birincisi Şenlik’in biraz önce Ayşe’nin dediği gibi sesi olmayan, yazı yazma konusunda sıkıntılı olan, “ünsüz” insanların mutlaka öne çıkacağı bir platform olması. İkincisi, mutlaka ve mutlaka kadın dayanışmasını yükseltebilecek bir iyimserliği barındırması, kadın düşmanlığının ve patriyarkanın karşısında olması. Onun dışında yazıların formatı mı değişir, işin içine şiir mi girer bilemem… Bence gelecekte, pandemi izin verdiği ölçüde, toplumsal hareketlerle de yan yana gelebileceğiz. Başladığımız yerde değiliz, durduğumuz yer de mutlaka değişecektir.

 

Anıl: Sitenin olasılıklara açık olma özelliği sizi zorluyor mu, peki? 

 

Kiraz: Hayır, tam tersi. Bence bu, maceranın ta kendisi. Biz Şenlik için çok çalıştık, hâlâ çalışıyoruz. Bir rüzgâr çıkması gerekiyor; arkadan esecek ki devam edeceksin.  Benim için bu rüzgâr tam da o olasılık. Mesela şimdi şiir meselesi gündeme geldi: Şenlik-şiir. Bilemiyorum yapacak mıyız, ama her durumda bunları konuşmak, tartışmak bile çok güzel. Senem’in az evvel “Kendini imha etti” dediği prensiplerin çoğu teknik yazarlıkla ilgili. Biz en başta katı bir çerçeve çizdik kendimize. Temmuz 2020’de yaptığımız ilk anı yazma atölyesinde “Anı şöyle yazıldığı zaman okuyucuya daha iyi geçiyor olabilir” gibi birtakım çerçeveler belirledik. Onlar esnedi. Geriye dönüp baktığımda, el yordamıyla ilerlediğimizi görüyorum. Toplam yedi atölye yaptık şimdiye dek. İlk beş atölyede “şunu yapacağız, bunu yapacağız” dedik, Türkiye tarihiyle eklemleneceğiz, dayanışma hikayelerinin peşinde koşacağız, yazılar aracılığıyla birbirimizin yoluna ışık tutmaya çalışacağız dedik. Altıncı atölyeye geldiğimizde, yayınladığımız yazı sayısı da 150’ye yakındı, belli temalar etrafında yazılar birikti, örüntüler çıktı ortaya. Şenlik şuna doğru evriliyor: Anılardan büyük başlıklar altına kayıyoruz; “Başımıza gelenler” başlığına.

 

Ayşe: Geldiği noktayla başlangıçtaki halinden ziyade benim için şu mesele çok önemli: Sitenin, anılarını yazmak isteyen insanları dışlayan bir yapısı, atmosferi yok. Kendinize “Buraya yazı göndersem doğru olur mu acaba?” sorusunu sormuyorsunuz. Açıldığı günden beri bu kadar çok yazı geldiyse, o niteliğini koruduğu için. Mesela yayın kurulunda konuşuyoruz, tartışıyoruz. O konuşmalar sonucunda soğuk baktığım fikirlere bile ısınıyorum; sanırım kolektif çalışmanın muhteşemliği orada. Sitenin ara yüzü de insanı kucaklayan cinsten. Bir de, daha önce de dediğim gibi, Şenlik’in arka sokaklara ulaşma arzusunu çok seviyorum ve o özelliği hâlâ muhafaza ettiğini düşünüyorum. Okura ve potansiyel yazara mesafeli, soğuk bir yapısı yok. 

 

Anıl: Sitenin herkese açık olması “Kimin anısı daha önemli?” mevzusunu ortadan kaldırıyor. Hatta tam tersi, “öteki” olarak adlandırabileceğimiz toplumsal grupların anılarına daha da kıymet veriyorsun, çünkü orada o ötekiliğin izlerini bulabiliyorsun. Anının kendisi, yapısı itibariyle sınıfsal ve kültürel ayrımları kaldırıyor. Herkesin anısı vardır çünkü. 

 

Kiraz: Anılar eşitleyicidir, herkesin anısı var. Burada bir adalet terazisi var; kimin ne kadar eğitimli, hangi sınıftan olduğunun bir önemi yok. Anlatılacak her anının mutlaka bir karşılığı olacak okuyucuda. Bütün bir kadınlık deneyiminin içinden konuşmak gibi…

 

Melek: Başta çerçevemiz biraz daha belli ve belki de biraz daha dardı. Oradaki kaygımız da şuydu: İnsanlar ne yapmak istediğimizi anlasın. Geriye dönüp baktığımda bunu çok gerekli görüyorum, çünkü ortada yeni bir site, yeni bir başlangıç var. Farklı bir şey yapmak, insanları dahil etmek istiyoruz. Yazılar geldikçe okuyan ve anlatmak isteyen insanlar “Ben böyle anlatamam” deyip geri çekilmedi. “Ben bunu böyle anlatıyorum” dedi. “Ben de bunu böyle hatırlıyorum” dedi. Bizim onlara “Hayır, böyle anlatamazsın, böyle hatırlayamazsın” diye karşı çıkmamız mümkün değildi. Dolayısıyla renklendik. Nereye gideceğimizi öngörmemiz mümkün değil, çünkü kimin, neyi, nasıl anlatmak istediğini bilmiyoruz. Herhalde en heyecanlı kısmı da bu. Sürekli farklı sesler, farklı renkler geliyor. Bu da bizi çok hareketlendiriyor. 

 

Anıl: Sitedeki etiketler ve bunların altındaki anılar, kadınları ortaklaştıran ne kadar çok şey olduğunu gösteriyor. Diğer yandan, anıları onlu yıllar halinde dönemlere ayırınca toplumsal arka plandaki farklılıkları da seziyorsunuz. Sizin için bunların anlamı ne? 

 

Ayşe: Ben “çocukluk” etiketine özellikle değinmek istiyorum. Türkiye’de çocuk olmak zaten kendi başına sancılı bir süreç. Sadece biyolojik bir semptom gibi görülüyor bence. “Yemini ver, suyunu ver, bitki gibi bir şekilde büyüyor” anlayışı yaygın. Kendi çocukluğumda çocuklara “sen anlamazsın” veya “sen bilmezsin” denirdi, onlara sinek vızıldaması muamelesi yapılırdı. Öte yandan, çocukluk anıları bize çocukların yaşadıkları toplumda epey aktif aktörler olduklarını gösteriyor. Bunu, kişilerin çocukluk anılarını o denli berrak biçimde hatırlamalarından, yaşanan şeylerin bir parçası olmalarından anlıyoruz. Büyük kelimelerle anlatılan bir sürü şeyi anılarla somutlaştırıyorsunuz. Örneğin sınıf meselesini Ruj başlıklı anıda net görüyorsunuz. Bu anılar bir yandan bir çocuk kültürü oluştururken, bir yandan da yetişkinlik kültürüne katkı sağlıyor gibi geliyor bana. 

 

Kiraz: Şenlik’te görüyoruz ki o çocukların hepsi, her şeyi kaydetmişler. “Anılarını yaz” dediğin zaman önce o defterler açılıyor. Hafıza da böyle çalışan bir şey. İlk anılarını daha net hatırlıyorsun. Çocukluk anıları bence kurgudan en çok uzaklaşan anılar, çünkü sen ruhunda açılan gedikleri, ruhunun en huzurlu olduğu anları aktarıyorsun oraya. Orada bir hesap var, hâlâ açık. Sana birisi “Yaz” deyince veya yazma olanağı bulduğunda önce onu yazıyorsun. Çocukluk çok çarpıcı. Sıkışıyoruz bazen, çünkü hep çocukluk anıları geliyor Şenlik’e. Dengelemeye çalışıyoruz ama bazen de “Olsun, ne olacak, yayınlayalım gitsin” diyoruz. 

 

Anıl: Anıların geçtiği yıllara göre toplumsal arka planın farklılaştığını hissediyorum ben. Ama belki de bu bir okur yanılgısıdır, çünkü ben onun hangi on yılda geçtiğini bilerek okuyorum. Hatta, Şenlik’te bir anıyı okurken ilk dikkat ettiğim şeylerden biri bu oluyor. Okurken hemen “Hangi on yılda geçmiş bu?” diyorum. Bilmiyorum, belki bir takıntıdır. Bir okur deneyimi olarak da görebilirsiniz bunu. Öte yandan, yılları hiç koymuyor olsanız, bunları ayırt edebilir miydim, emin değilim. Her durumda ortada toplumsal bir arka plan var. İmgelerle ilgili bir durum da olabilir. Mesela 70’lerde geçen bir film bende yer etmiştir. O yüzden 70’lerde geçen bir anıyı okurken zihnimde öyle bir atmosfer canlanıyor. 

 

Kiraz: 70’lerde yazılmış bir yazı sana “70’lerin yazısı bu” dedirtiyorsa onun bir anlamı var ama dedirtmiyorsa da bir anlam var hâlâ orada. Okuduğum bir anı 50’lerde de geçiyor olabilir, 2010’da da olabilir. Bu bize bir şey söyler. Mesela Kırmızı Pilav bizim çok sevdiğimiz bir yazı. Orada bir çocuk bir sürü adama yemek yapıyor. O çocuk hâlâ var ve hâlâ birtakım adamlara yemek yapıyor. Öte yandan, Kalkan Balığı başlıklı bir yazı yayınladık. 12 Eylül’ü anlatıyor. Tam o dönemi anlatıyor yani, başka bir zaman diliminde geçmesi imkânsız. O benzerlik de farklılık da bize hep bir şey söylüyor. Yazı sayısı arttıkça dönemlere ayırma meselesini ele alacağız. 

 

Anıl: Evet, doğru. Ama ben 2000’lerden sonra geçen anıları çok rahat ayırt edebiliyorum gibi geliyor. Çünkü çok ciddi bir kırılma var bence. Ne bileyim, toplumsal dönüşüm…

 

Kiraz: Çok güzel bir şey söylüyorsun bence. Hem bir kırılma var, hem de yazan insanlar o dönemi anlatmıyorlar. Bunlar o kadar öznel anlatılar ki sadece iç dünyalarını anlatmışlar aslında. “Dönemler iç dünyalara ne denli sızar?” sorusu önemli. Buna rağmen o toplumsal kırılmayı fark ettiysen güzel bir şey. Yazarlarımız dönemlere dair somut ipuçları vermiyor pek. Belki vermelerini teşvik etmemiz lazım. O dönem neler oluyordu? Mesela sokakta gördüğü apartmanın kaç katlı olduğunu söylese, “14 katlı bir apartman” dese o dönemin yapı stokuna dair bir bilgi vermiş olacak. “Tek katlı evlerden oluşuyordu o zamanlar” dese, hop başka bir yere gidecek. Çok önemsediğimi yeni fark ettiğim bir şey söyleyeceğim. Ben bu kadınlar kadar cömert, açık yürekli ve dürüst bir yazar grubu görmedim şimdiye kadar. Hayatımda çoğu akademik bir sürü yazarla çalıştım. Resmiye Hala yazısı buna çok güzel bir örnek. Orada yazara “Akrabalardan bir kadın kemoterapi için gelip senin evinde kalacak” denmiş. Yazar kadının gelmesini istemiyor, çünkü kemoterapi görmüş birisiyle halleşmek istemiyor. Babası “Hayır, mecbursun” diyor. Kadını başta istemediğini yazmasa, yazı hiçbir şey kaybetmeyecek, ama orada belli ki yazar için açık kalmış bir hesap var. Yüzleşmek istiyor. Sonra ekliyor: “Şimdi olsa elini tutardım, hiç bırakmazdım.” Bunları yazıdan çıkarırsan, yazı hiçbir şey kaybetmiyor. Bu öyle bir açık yüreklilik ki! Kendini de kötü bir duruma sokuyor aslında belki biraz. O hesabı kapatmak istiyor o yazıda. Pek çok yazının içinde böyle küçük küçük hesaplaşma parçaları var. Çok etkileyiciler. 

 

Melek: Şenlik için yazmaya başladığımda ben de önce eski anılara döndüm. Kim yazmaya başlasa ister istemez önce çocukluk anılarını hatırlıyor. Şimdiki zamana yaklaşmak biraz daha zor oluyor açıkçası. Ben mesleğim gereği çocuklarla çalışıyorum. Çocukluk döneminin, bütün detayların yıllar sonra net ve berrak hatırlandığını gördüğümde bunun üzerinde biraz fazla düşünmek zorunda kaldım. Neyi hatırlayacaklarını kestiremiyorum. Her şeyi hatırlayabilirler. Benim fark etmediğim, önemsemediğim durumlar, “Sana fikrini soran oldu mu?” deyip geçebileceğim çocuklar var. Bunu fark ettiğim zaman hissettiğim sorumluluk arttı. Bazen bunu herkese ispatlama gereği duyuyorum. Aileleri çocuklara çok özensiz, çok dikkatsiz, çok gelişigüzel davrandığı zaman “Bunları çok iyi hatırlayacak! Hatırlayacağı şeyin bu olmasını mı istiyorsun?” diye bağırasım geliyor. Bu anneler, gündelik yaşamın içinde, Şenlik’te yayımlanan anıların içindeki kadınlar. Çocuklara bunları hatırlatacak olan kadınlar. Bitmeyen ev işlerini yapan, konu komşuyu düşünen, sürekli sıcak ve taze yemek hazırlama derdinde olan kadınlar çocukluk anılarındaki o kalbi kırık, öfkeli, hırsını bir rujdan çıkarmaya çalışan çocukların anılarını yaratacaklar. Bunu fark ettiğim zaman değişik bir ruh haline girdim. Bunları düşündükçe herkesle paylaşmak, sürekli “O bunu hatırlayacak, o bunu hatırlayacak!” demek istiyorum ebeveynlere. 

 

Anıl: Ben de kendi tezimi bellek çalışmalarının kavramları üzerinden giderek yazdığım için belleğin ilgimi çeken bir diğer yanından bahsetmek istiyorum. Hatırlama biçimleri bugünden kuruluyor. Yani, bellek, geçmişle olduğu kadar bugünle de alakalı bir şey. Siz kendi anılarınızı yazarken, bugünle olan ilişkiniz üzerine düşündünüz mü? 

 

Ayşe: Şenlik’teki ilk yazım Bulgur Püskürmesi, çocukluğumda geçen bir anıyı anlatsa da, bugünün dünyasına da taş fırlatıyor gibi hissediyorum. Çocukluğumda geçirdiğim büyük bir ev kazasında sırtıma bir hafta boyunca çiğ tavuk göğsü koydular mesela. Bütün bunlar, evde yapılan o devalara, şifalara inanılmaz derecede mesafeli olmama yol açtı galiba. Alternatif tıpla alakalı her şeye mesafeli olmama yol açtı. Anıların bir ayağı geçmişte ama bir ayağı da günümüzde; bir organizma gibi canlı ve kalbi güp güp atıyor adeta. 

 

Senem: Ben buraya yazı yazmaya başladığımdan beri bu meseleye kafayı takmıştım. Mesela sitede Kemal Bey adlı bir yazım var. Küçük bir çocukken Kemal Türkler’le nasıl karşılaştığımı anlatıyorum. Ben bugün bu hayatı, yaşadıklarımı başka türlü kavrıyor olsaydım, belki Kemal Türkler ile karşılaşmamızın bir anlamı olmayacaktı. Belki de hiç hatırlamayacaktım onu. Geçmişini durduğun yere göre tanımlıyorsun. Misal bugün sağcı, milliyetçi biri olsam Kemal Türkler’in bendeki yeri bambaşka olacaktı. Bu yüzden de bugün evde, etrafımızda ve hatta tanımadığımız yerlerde çekinik duran kadınların yazmasını o kadar çok istiyorum ki! Çünkü onların geçmişe bakıp bugünü nasıl kurduklarını çok merak ediyorum. Bugün nerede duruyorlar ve o geçmişi nasıl anlatacaklar? Mesela köydeki hayatını anlatacak ama bugün orayı onaylayarak mı yoksa eksikleriyle mi anlatacak? Nereden nereye gelmiş hayat, hayatlarımız, fikirlerimiz ne kadar değişmiş onlar görünür olacak. O açıdan bence bu çok güzel bir olanak. Bugün ve geçmiş arasındaki bağlantı, dil ve ona göndermeler yapmak. Ben en çok bunu kafaya takıyordum, hâlâ öyle.

 

Anıl: Bir de köklerimizle ilgili sonradan öğrendiklerimiz var. Kendimizi geçmiş anlatılarımızla birlikte kuruyoruz ve orada eksik gedik ve yanlış bir şey olduğunu öğrendiğimiz anda o üstünde durduğumuz zemin sarsılıyor muhtemelen. Çünkü tekrar kim olduğumuzu şekillendirmemiz gerekiyor zihnimizde. 

 

Kiraz: Travma işte bu. Ailelerde var, insanlar arası var, ülkeden kaynaklı travmalar var. Bütün bunları çantalarımızda taşıyoruz. Şenlik belki de bu yüzden işe yarayacak. Şenlik için “Sacayağı gibi” diyoruz. Kadınlar sistemle nasıl başa çıkıyorlar, sistemle başa çıkmak için aralarında nasıl anlaşıyorlar ve nasıl çözümler buluyorlar? Bu bir ayağı. Şenlik bir yazı sitesi ve kadınların daha çok yazı yazıp rahatlamalarını sağlamak istiyoruz. “Daha iyi nasıl yazabiliriz, anlatıyı en çok okuyucuya nasıl anlatabiliriz, hangi ayrıntılar öne çıksın veya çıkmasın?” sorularını soruyoruz kendimize. Bu ikinci ayağı. Üçüncü ayağı da Türkiye tarihiyle eklemlenmesi. “12 Eylül gibi bir şey insanlara ne yaptı?” sorusunun cevabını bulduğumuz yer. Her kadın bir kuyu gibi. Anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor… Şenlik’i açtıktan bir ay sonra biri Twitter’dan mesaj yazdı bana. “Anıların birbirileriyle konuşabileceğini hiç düşünmemiştim ben” dedi. Anılar kendi aralarında birbirleriyle konuşuyorlar.

 

Anıl: Bir ortaklık var.  

 

Kiraz: İnsanların bu anılardan etkilenip gündelik hayatlarında bir şeyler yaptığını anlıyorum. Vapur Sefası yazısında bir kadın var Nebahat diye. Vapurda ıslanan kadınlar Nebahat’e gidiyorlar; kadın içinde yeni çamaşırlar olan bohçalar veriyor ıslanmış misafirlerine. Twitter’da biri yazıyı “Bugün Nebahat hanım olmak için ne yaptın?” diye sorarak paylaşmıştı. Çok gülüyorum ben buna. Onda bir karşılığı var belli ki. Suat Hanım ve Ahşap Kapılar yazısı Samiye ve Nezahat diye iki kadın komşudan bahsediyor. Başka bir kadın bana “O Samiye ve Nezahat’tan o kadar etkilendim ki sadece merhabalaştığım komşuma yemek yapıp götürdüm” dedi. Komşusu da teşekkür edip kapıyı suratına kapatmış. 

 

Anıl: Bu da kendi başına bir anı olsun bence. 2020’li yılların anısı… 

 

Melek: Ben bazı yazıları yazarken o anının parçası olan kendime çok yakın hissediyorum, bazılarını da çok dışarıdan ve farklı biriymiş gibi yazıyorum. Bu, zaman zaman hoşuma gidiyor ama zaman zaman da hayatı çok içime sinmeyerek yaşadığım zamanlar olmuş diye üzülüyorum açıkçası. Çocukken sokakta top oynayıp koşturduğum zamanlarda “Bu da erkek Fatma” denmiş bana; orayı idare edebilmişim. Orada istediğimi yapmışım, orada sıkıntı yok ama ergenlik başlangıcından sonra bir şeyler oturana kadar her şey farklılaşmış. O ara boşluktaki çocuğa biraz üzülüyorum. Yine de, içime sinmeyerek yaşadığım şeylerin şu an geride kaldığını fark ettiğimde mutlu oluyorum. 

 

Anıl: “Yazık olmuş o ara zamandaki çocuğa” demen bile bugün durduğun yeri gösteriyor. Bir olayı yaşadıktan onu nasıl anlatacağımız bir ay sonra ve beş sene sonra çok değişiyor. Biz değişiyoruz çünkü. O yüzden bütün bunlar bir yorum meselesi. 

 

Melek: Çok haklısın. 

 

Kiraz: Biz yazarları, bir anıyı nereden hatırlamaları gerektiğini ve neyi dert edindiğimizi söyleyerek biraz yönlendirmeye çalışıyoruz. Bazen “Hiçbir şey demesek acaba nasıl anılar gelecek?” diye düşünüyorum. Melek’in az evvel “Çocukların her şeyi hatırladığını aklımda tutuyorum” demesi gibi. “Bugün Nebahat hanım olmak için ne yaptın?” denmesi veya komşuya yemek götürmek gibi… İğneyle kuyu kazmak ama varsın iğne olsun elimizdeki, yeter ki kazalım, ne olacak ki? Şenlik’in en etkili yanı, farkı şu bana kalırsa: Yaşları 70 üzerinde olan kadınlara ulaşmaya çalışıyoruz, bunu yapabildiğimize okuyucu o yazıları çok seviyor. Çünkü o kadınlar başlarına gelenleri bir tür bilgelik içinden anlatıyor, sesleri en az duyulan kadınlar bunlar. Yazmak hiç söz konusu olmamış, kimse sormamış bile zaten sen ne yaşadın, başına neler geldi? Şimdi, geriye dönüp bakmasını isteyince, bize ne anlatabilirsin diye sorunca akıllarına ilk gelen hikayelerin değeri çok büyük oluyor. Yani birkaç türlü çarpıcılık var burada. Biri, neden önce onu anlatmak istedi, anlattığının önemi nedir, bugünle nasıl konuşuyor o anlattığı? 

 

Anıl: Peki, anı atölyelerinden bahsedebilir misiniz? 

 

Kiraz: Atölyelerde bir anıyı nasıl ele alabileceğimizden, bakış açılarından, kamerayı nereye koyacağından, zaman kiplerinden, içinde hiçbir şey yokmuş gibi görünen, çatışma içermeyen ama yığınla şey söyleyen anılardan, profil ve anı farkından bahsediyoruz. “Biz anlatalım siz dinleyin” formatında olmuyor atölyeler; sohbet ediyoruz, her gelen bir şeyler katıyor. Şenlik’te yayımladığımız yazıların derdi, yazıların güzelliği, akışı veya sorunsuz olması değil, bir şeyleri ortaya çıkarması. Şenlik, anlatıldığı durumda başkalarında karşılığını bulacak, anlatanı rahatlatacak her şeye açık.

 

Anıl: Şenlik’le ilk defa bu röportajla karşılaşmış ve anılarını yazmak isteyen okurlara ne önerirsiniz? 

 

Kiraz: Şenlik’i okusunlar. Etiketlere baksınlar. Etiketlerin onlara hatırlatacağı şeyleri düşünsünler. “Ayıp Olur” gibi bir etikete bakınca “ayıp olur” diyerek yapmak zorunda kaldıkları şeyleri düşünebilirler. Temizlik etrafında biriken hikâyeler de var. O etiketler yol haritası oluyor okurlara. 

 

Anıl: Sitede, sizi duygusal olarak etkileyen ve size ilham veren anılardan birkaç tanesini söyler misiniz?

 

Ayşe: Bir tanesi Ruj. Diğeri de Melek’in yazdığı Paranın Üstü anısı. Hem bir sıradanlık barındırıyor ama bir taraftan da öykü gibi. İnanılmaz bir kalemi var zaten Melek’in. O Paranın Üstü anısını sanki ilkokul çocuğunun şiir ezberlemesi gibi ezberlemişim. Çok güzel. Cüce İntikam etiketi altındaki bütün anıları çok seviyorum ben. 

 

Melek: Öyle Bilsinler başlıklı anı çok hoşuma gidiyor. Orada kadının kendini güvende hissedememesi, yaşadığı korku ve çözüm bulma ihtiyacını hem de orada olmayan bir şeyden güç bulma çabasını görüyoruz. Ardından iki kadının birbiriyle dayanışması ve belki de çocuklara bunları açıklayamamaları… Hepsi bir arada, anıyla ilgili düşünülecek şey var, o yüzden o anı benim en çok hoşuma giden anı. 

 

Senem: Benim en sevdiğim anı, anonim bir yazı: Yol Haritası. Bebeğini kaybetmiş bir kadının sürecini anlatıyor. Kadının orada babaanneyle kurduğu bir ilişki var ve o babaanne -aslında bir anda beklenmedik şeyler yapan negatif bir karakter olmasına rağmen – sonunda kadına acayip bir biçimde kuvvet veriyor. Yazıya çok zor dökülebilecek bir anı, içindeki kötü bir karakterle birleşip, pozitif bir etkiye yol açıyor. Beni çok çarpmıştı.

 

Kiraz: En sevdiğim anı her zaman Minibüs olacak. Hem her şeyi başlattığı için hem de çok iyi yazılmış bir yazı olduğu için.  Yazıyı yüksek sesle okuyun, müziği var. Kalp ritmi gibi atıyor, o ritim bir an sekse  “Eyvah kalbi tekledi” diyeceksin. Beni çok garip bir yerden etkileyen başka bir yazı da Enes’in Fotoğrafı oldu, çünkü yazarı Melek bir atmosfer yaratma üstadı. O yazı arada kaynadı gitti; tam olması gerektiği gibi. Arada kaynayacak bir yazıydı o. Hiçbir zaman manşete çıkmayacak, hiçbir zaman fosforlu harflerle yazılmayacak, kimse kimseye anlatmayacak o yazıyı muhtemelen ama okuyanda da net bir his kalacak. 

 

Anıl: Benim en etkilendiğim anı Kent galiba. Kedisini kaybeden, bir süre sonra da doğum yapan bir kadının ağzından, çok etkileyici bir dille yazılmış. Okuduğumda ben de kedimi yeni kaybetmiştim, bu yüzden de çok etkilendim sanırım. Hayatın farklı öğelerini ölümün kendisiyle ve o süreçle çok güzel birleştirmişti. Bir de Melek’in Şişme Mont anısını çok seviyorum, çünkü mizahi tınıları da çok seviyorum yazılarda. Şişme Mont bir nesnenin etrafında örülmüş bir anı. O pofuduk montlardan bir türlü kurtulamazsın, sürekli giyilir. Güldürüyor böyle gündelik detaylar beni.

 

Kiraz: Melek o mont yazısının altına “Kurtulamadık ve unutamadık” yazmıştı. Üç gün falan güldüm ona.

 

Anıl: Bir de Senem’in Simone yazısından çok etkilendim. Alman bir kadının kızının aktif bir cinsel hayatının olmasından mutlu olmasını anlatıyor. Başka memleketlerde insanın içini ferahlatan şeylerin yaşandığını bilmek güzel. 

 

Ayşe: Sen Twitter’da “Türkiye’de böyle anne bulmak zor” gibi bir yorum yapmıştın hatta Anıl. Beni çok düşündürmüştü yorumun.

 

Anıl: Türkiye’de anne ve babalar evlenene kadar cinsel bir deneyiminin olmadığını varsayar; öteki olasılığı akıllarına getirmezler ve bu konuşulmaz. Bunun konuşulmuyor olması çok yaralayıcı bence. Evli olmayan kadınlar ağır bir jinekoloji hastalığı geçirdiklerinde bunu anneleriyle, aileleriyle paylaşamıyor olmaları çok acı. 

 

Melek: Her mahalleye bir Simone yollasak insanlar yavaş yavaş değişir mi acaba?

 

Anıl: Simone’lar kaçar o mahallelerden. Burası Türkiye, Melek. Taşlanırlar. 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YAnne Olmak ya da Olmamak: Bütün Mesele Bu Olmamalı
Anne Olmak ya da Olmamak: Bütün Mesele Bu Olmamalı

Geçtiğimiz aylarda çıkan Gönüllü Çocuksuzluk kitabı, bilinçli bir şekilde ebeveyn olmama tercihini derinlemesine ele alarak önemli politik ve toplumsal sorular soruyor.

KÜLTÜR

YEle Avuca Sığmayan “Hafif kahramanlar”: Aksu Bora ve Emel Uzun Avci ile Söyleşi
Ele Avuca Sığmayan “Hafif kahramanlar”: Aksu Bora ve Emel Uzun Avci ile Söyleşi

Romans, polisiye, bilimkurgu, Gotik edebiyat… Kadınlık ve kadın kahramanlar popüler türlerin kalıplarına da sığmıyor ve dönüşüyor. Aksu Bora ve Emel Uzun Avcı’yla derledikleri Hafif Kahramanlar kitabı üzerine konuştuk.

MEYDAN

YÇocuksuzluk Tercihi
Çocuksuzluk Tercihi

Kadınlık arzuları değişiyor ve çocuksuzluğu tercih eden kadınların artması da bunun bir göstergesi.

KÜLTÜR

YKedim öldü. Ve bu bir kayıp!
Kedim öldü. Ve bu bir kayıp!

Hayatımıza eşlikçi olarak kabul ettiğimiz evcil hayvanlar öldüğünde hakkıyla yas tutabiliyor muyuz?

Bir de bunlar var

Orta Çağ’da cadılığın gelişimi
Futbol Kadını Bozar mı?
Ölümcül Alışkanlıklar: Erken Modern Osmanlı Toplumunda Livata, Hukuk ve Cemaat İlişkileri

Pin It on Pinterest