"Aslında kayyım denince bir irade meselesi söz konusu. Kayyımın ismi belediyeye girmiş olabilir ama kayyımın kendisi zaten topraklarımızda. "

MEYDAN

Gelsin Baba, Gelsin Koca, Gelsin Kayyım, Gelsin Cop!

Diyarbakır’da kayyım atanan belediyelerde çalışan iki kadınla kayyım atamalarından sonra belediyelerde yapılan değişiklikler ve özellikle kadın kurumlarının akıbeti üzerine bir söyleşi yaptık. Bu röportajı Adana’da, Akdam ve Mor Çatı’nın düzenlediği 19. Kadın Sığınakları ve Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı’nda gerçekleştirdik. Halihazırda zor şartlarda çalışan bu kadınları daha da zora sokmamak için isimlerini gizli tutuyoruz.

 


Silvan’da kayyımın gelmesini bekliyor muydunuz? Ne zaman haber aldınız?

 

A: Kayyımın geleceği zaten konuşuluyordu. OHAL sürecinde bir paketle kayyım geleceği daha önce söylendi. Cizre ve Yüksekova’nın il olması, Şırnak ve Hakkari’nin ise ilçe olması durumu vardı. Bunlar zaten kayyım atamalarıyla beraber mecliste konuşulan konulardı. Sonrasında bu madde çekildi ama aradan bir iki hafta geçtikten sonra tekrardan kayyım atamalarını yasallaştırdılar. Duyum vardı ama kayyımın gelip de nelere müdahale edeceği, nereye kadar müdahale edeceği hakkında bir ön bilgimiz yoktu.

 

Silvan’da kayyımın gelmesiyle birlikte ilk yöneldiği alanlardan biri Kadın Merkezi oldu ve Kadın Merkezi’nin anahtarları değiştirildi.

 

Gelir gelmez mi yaptı bunu?

 

Gelir gelmez. Bizim kreş vardı. İlk gün kreşe bir müdahale oldu. Özel harekatçılar tarafından kreş basıldı. Birkaç gün sonrasında ise Kadın Merkezi’ne yine aynı şekilde baskın yapıldı. İşgale gider gibi özel harekat polisleri kurumumuzu bastı. Baskın sırasında hiç kimseye bilgilendirme yapılmadan kurumun anahtarları değiştirildi. O esnada orada olan bekçi, ne yapıyorsunuz, niye anahtarları değiştiriyorsunuz, ne olacak burası, gibi sorular sordu. “Biz anahtarı değiştirdik. Sen de şimdilik burada kal. Ne olacağına daha karar vermedik” diye bir cevapla ayrıldılar oradan. Tabii onlar bunu yaparken OHAL süreci olduğu için hiçbir şey yapamıyorsunuz, hiçbir müdahalede de bulunamıyorsunuz. Direkt gözaltı, tutuklamaya kadar gidebiliyor. Kadın Merkezi kapandı zaten. Kadın Merkezi’yle birlikte Kadın Merkezi’nin faaliyet atölyeleri de kapatıldı.

 

Ne atölyeleri bunlar? Ne tür faaliyetler yürütüyordunuz?

 

İki atölyemiz vardı. Buralarda bizimle iletişime geçen, şiddet gören dezavantajlı kadınlar vardı. Kadın arkadaşlar onlara eğitimler veriyor, birlikte çalışıyorlar, ürettiklerini satışa sunup elde ettikleri geliri de kendi aralarında komün tarzında paylaştırıyorlardı. Birbirlerine hem sosyal açıdan hem de ekonomik açıdan destek olmaya çalışan kadınlardı bunlar.

 

Bir de bizim bulunduğumuz belediyelerde oluşturduğumuz kadın parkları, açık yeşil alanlar içinde yine kadınların işlettiği kafeler vardı. Bizim Sin Kafe vardı mesela. Sin Kafe’yi yine aynı şekilde dezavantaj grubunda bulunan kadın arkadaşlar işletiyorlardı. Bir düzene de oturtmuşlardı orayı. Küçük ilçe olmasından kaynaklı aileler çok fazla gidip kamusal mekanlarda oturma fırsatı bulamıyorlardı. Özellikle kadınlar gidip bir kafede rahatça oturamıyorlardı. Ama kadınlar burayı işlettiği için daha çok ailelerin gittiği nezih, daha rahat oturabildikleri bir mekan olmuştu. Sosyalleşebildikleri bir mekanları vardı. Burası da kapatıldı.

 

Sonra kültür merkezimiz kapatıldı. Kültür merkezimizde bağlama, gitar, resim atölyeleri vardı. Gençlere, çocuklara ve kadınlara yönelik kurslar veriliyordu. Kayyım gelir gelmez kültür bünyesinde bulunan sözleşmeyi feshetti. Kültür Müdürlüğü bünyesinde çalışan, sosyal çalışmaları yürüten kurumların ve bu kurumlarda çalışan arkadaşlarımızın sözleşmelerini feshetti. Bu arkadaşlarımızın yerine İŞKUR’dan kendi bildiği insanları getirip koyacağı gibi bir takım laflar duyduk.

 

Kadın merkezinde çalışırken birçok sıkıntıyla karşılaştık. Hem oradaki güçler tarafından hem de o kadınların yaşamış olduğu çatışma dönemlerindeki travmalardan ötürü çektikleri sıkıntıları atlatmak adına çok çaba gösterdik. Tam toparladık, kadınların rahatça gelebildikleri, dertlerini sıkıntılarını ifade edebildikleri bir ortam yarattık… Şu anda kapalı ve mühürlenmiş durumda bu mekanlar. Zaten, belediye hizmet binası olsun, Kadın Merkezi olsun ya da kreş olsun, etrafı TOMA’larla çevrili bir mekana hiçbir kadın gitmek istemez ki… Kadınların çok fazla sosyal aktivitede bulunabileceği yer yok. Dolayısıyla bu atölyelerimiz, Kadın Merkezi’miz biraz daha onların sosyal aktivitelerini yürütebildikleri, hem gelip kafa dinledikleri, hem dertlerini paylaştıkları bir mekandı. Böylelikle bu da ellerinden alınmış oldu. Şu anda biz materyallerimize dahi ulaşamıyoruz.

 

Materyallerimiz derken ne kastediyorsun? Kadınların kişisel bilgileri de buna dahil mi?

 

Sadece kadınların değil aldığım bütün danışmanlık bilgilerinin hiçbirine şu anda ulaşamıyorum. Bu materyallerin içerisinde istismar vakaları, şiddet vakaları, risk taşıyan başka vakaların bilgileri var. Bunlar, başvuranlarla bizim aramızda kalması gereken—benim kurum arkadaşlarımla bile paylaşmadığım—gizlilik taşıması gereken nitelikte bilgiler. O bilgilere el konulmuş durumda. Eşinden şiddet gören ama belli bir süre daha evde kalmayı tercih eden kadınların hikayelerinin kaydı var mesela. Başvurucuların mahremiyeti söz konusu. Aslında şu anda onların yaşamları da risk altında. Bizim canımızı en çok sıkan konulardan biri bu. Durum nereye gidecek, nasıl bir yol, yöntem izleyecekler bilmiyoruz. O yüzden çok tedirginiz.

 

Peki, Sur’da durum nasıl?

 

B: Arkadaşımın da dediği gibi zaten başbakanın kendisinden, söylemlerinden, toplantılardaki konuşmalarından az çok biliyorduk başımıza geleceğini. Bizden önce kapatılan Silvan, durumu netleştirdi. Bayram iznine çıktığımızda belediye binasını kuşattıklarını öğrendik ve o sürede belediyeyi sahiplenen halk ve belediye çalışanlarının iki gün boyunca geceli gündüzlü belediyede nöbet tuttuğunu biliyoruz. Belediyeye kayyım geldi, yerleşti. Kurumumuz zaten savaş sürecinde yeterince yıprandı. Abluka bölgesinde kaldığı için bir süre kapalı kalmıştı. Kurum çalışanları ve kurum yönetimi tamamen belediye kadın birimine geçerek kadın biriminden çalışmaları sürdürüyordu. Dışarda daha çok mümkün olduğunca danışmanlık verip yardım dağıtımı yapıyorduk. Çünkü bizim merkezimiz arada köprü vazifesi görüyordu. Diğer illerden gelen yardımların organizasyonu yapılıyordu. Biz o dezavantajlı gruplara yakındık, çünkü arkadaşlık, yoldaşlık, dostluk, komşuluk gibi bütün ilişkileri geliştiriyorduk. Kurumumuz mahalle içinde olduğu için gerçekten bir yerde komşu gibiydik artık. Farklı bir bağımız vardı orada yaşayanlarla.

 

Sonra bize kayyım geldi. Şu an kurumumuz açık fakat, kısa bir süre önce, kayyımın yönlendirmesiyle belediyede yetkilendirdikleri bir kişi bizi belediyeye çağırıp, “Siz ne yapıyorsunuz orada yedi kişi? Yedi kişi niye orada duruyorsunuz? Ne gerek var? Çalışmanız ne sizin? Kadınları kocalarından mı ayırıyorsunuz?” gibi sorularıyla oturduğu yerden, bütün uzuvlarından erkeklik ve erklik fışkırarak göz dağı vermeye çalıştı. “Biz sizi kapatacağız. Şu an bizim elimize bakıyorsunuz. Ne olacağına valilik karar verecek. Artık bilmiyorum, belki kapatırız, belki belediyeye çekeriz, belki işten çıkartırız.” Bu cümleleri art arda sıralayınca gerçekten demoralize olmuş bir şekilde kuruma geri döndük. Ama biz savaş sürecini atlattık. Çok rahat söylüyoruz belki, sıcağı sıcağına yaşadığımız için hissizleştik, duyarsızlaştık belki ama gerçekten, savaş sürecini atlattığımız için kayyım deyince aklımıza sadece, kurumumuz kapanacak, kadınlardan uzak kalacağız, onlara yardımcı olamayacağız gibi düşünceler geliyor.

 

Kayyım neden öncelikle belediyelerin kadın merkezlerini hedef alıyor?

 

Biliyoruz ki bu başlı başına kadın iradesine, kadın çalışmalarına yönelik bir saldırıdır. Aslında ne darbe, ne terör mücadelesi kadın kurumunu kapatmak. Bizim belediyemize gelen kayyım, diğer birimlere kendi seçtiği kişileri müdür olarak atadı fakat kadın birimine ve kültür birimine müdür ataması yapmadı. Zaten bir belediyenin kadın birimi varsa, kadın politikaları, kadın hizmetleri, artık adı her ne ise, kadın çalışmaları ve kültür çalışmaları yapan bir birimi varsa bu, belediyenin mahalle ile ne kadar dayanıştığını, bağlı bulunduğu ilçeyle bağının ne denli kuvvetli olduğunu gösterir. Çünkü belediyenin bu birimleri halkla ilişkiler olan birimlerdir, direkt temas halindedirler. Kayyım, bizim belediyenin kültürünü ve kadın çalışmalarını feshettirerek teması kesti.

 

Aynı zamanda müfettişler önce kültür birimine bir ziyarette bulundu. Kültür birimine yaptıkları ziyarette yine birkaç kişiye—bundan tam emin değilim söylenti ama—işten çıkarılacakları söyleniyor. Çünkü şöyle bir şey var; kayyım kayyım diyoruz sürekli ama, aslında o bir insan. Onun daha önce İŞKUR yetkilisiyle görüştüğünü biliyoruz, vali yardımcısı ve emniyet yardımcısıyla sürekli bir arada bulunuyor zaten. Arkadaşlardan İŞKUR’dan yüz kişinin alımının yapıldığını duyuyoruz. Belediyeye İŞKUR üzerinden gelen kadın temizlik görevlisinin aynı zamanda bizim kadın danışma merkezimizde danışanımız olması gibi bir durum bile var. Bu aslında gerçekten her şeyi anlatan bir olay. Biz bunu sonradan farkettik, ikinci, üçüncü görüşmemizden sonra. Bu Sur’un bir gerçeği, bölgenin bir gerçeği, bizim gerçeğimiz. Yani iki tarafın da burada nasıl arada kaldığı gerçekten görülüyor.

 

Bize bizzat bir müdahale yok henüz, kurum kapatılmadı. Ama biz artık şunu biliyoruz: Bugün kapatılmadı mı, o zaman yarın. Yarın kapatılmadı mı, o zaman öbür gün. Çünkü müdürsüz bırakıldık. Müdür bizim Kadın danışmanlık Merkezi olarak resmi işlerimizin yürütücüsüdür ve idari anlamda bir misyonu vardır. Hiyerarşik anlamda değil de daha çok prosedür anlamında müdürün böyle bir vazifesi vardır. Kadın politikaları biriminde önce masaların daha sonra diğer eşyaların çıkartılması, sonrasında da oradaki sekreterin görevden alınmasından belli. Şu mesaj verilmek isteniyor: Sizi boşaltacağız ama yavaş yavaş, pişire pişire, ısıta ısıta. Böyle muamelelere maruz kalsak da devam ediyoruz. Son ana kadar çalışmalarımızı yapacağız. Belki farklı gelişecek olaylar, farklı bir reaksiyon göstereceğiz, yani o anki refleks ne olur bilmiyorum. Çok yerden kapatılınca belki daha çok baskılanıyoruz ama biz sürdüreceğiz, devam edeceğiz.

 

Siz bu arada Diyarbakır Sur’la ilgili kapsamlı bir çalışma yaptınız. Yayınladığınız bu rapordan bahseder misiniz biraz?

 

Savaştan sonra bir alan çalışması yapıldı, yaklaşık bin haneye ulaşıldı. Bu raporu bir sürü yer yayınlandı. Demokratik Bölgeler Partisi yayınladı, İHD gibi birçok STK kendi bünyesinde yayınladı.

 

Bu bir alan çalışmasına dayalı gözlem raporu, sosyolojik inceleme. Psiko-sosyal bir çalışmanın sonucunda ortaya çıktı. Haliyle tüm dokümanların—topladığımız veriler vs.—kurumda, benim danışmanlığını yaptığım merkezde bulunması gerekiyor, ama demin anlattığımız sebeplerden ötürü orada durmaları tehlike arz ediyor. Kaldık burada arada. Yani bu noktada biz neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmiyoruz ve aynı korkuyu yaşıyoruz. Teşhir, oradaki şiddetin türevleri, şiddete maruz kalan kadınlar, engelliler, daha farklı durumlar var ben aktarmak istemiyorum şimdi bunları. Ne yapacağız gerçekten bilmiyoruz. Biz önlemimizi elimizden geldiğince kadın kimliğimizle inisiyatif kullanarak alıyoruz. Bizim de önlemlerimiz var, paylaşmak istemiyorum ama o rapor ve onun resmî boyutu gerçekten can yakıcı bir durum oluşturacak.

 

Peki bu evrakları şu anda bir şekilde sakladınız, başka bir yere götürdünüz mü?

 

Tabii görüşme formları, arkadaşım da bilir, kesinlikle yanımızda; herkes yanında tutar. Bu kişisel bir şeydir. Kurumda görüşme aldığında görüşmenin notlarını bırakamazsın. Bu meslek ahlakına uygun değil. Halihazırda ortalıkta bir danışmanın, bir görüşmenin notunu bırakamazsın. Görüşme tekniklerinin içinde de bunlar var zaten. Ama bir liste de var tabii. Yani danışan listesi ve iletişim bilgileri. Çok korktuğumuz bir şey bu. Çünkü alan çalışmalarında o hanede o süreçte ve süreçten sonra ne yaşandığını biz not almışız. Tüm bu olayları herkes nasıl yaşadı, nasıl tepkiler oluştu? Konuşamayan çocuklar var, ciddi alt ıslatma sorunu yaşayan, kekemelik yaşayan, travma, ikinci travma durumları var. Aileler içinde bazılarının çocukları bu süreçte üniversiteye gidememiş, birçoğu aile içi şiddete sebep olmuş, eşinin işsizlik durumu kadına yansımış, kadının gördüğü şiddet çocuğuna yansımış… Zincirleme bir şiddet haritası çıkarıldı.

 

Haliyle bizim için gerçekten mahremiyet kısmı tehlike arz ediyor. Biz çalıştığımız alanın manevi anlamda önemini tabii ki biliyoruz. Bölgede, alanda, sahada, mahallede çalışmak her zaman çok farklıdır. Plazanın içinden, cam binaların içinden birbirimize değiyoruz ama alanda bir hayat var gerçekten. Beklerim, gelin görün derim. O korku dışında hiçbir kaygımız yok. Çünkü savaşı aştık artık. Kayyım bizi istediği kadar delsin yani. Kevgire döndük artık kesemez ki.

 

Kadın mücadelesinin dört duvar arasında sürdüğünü düşünüyorsa, hayli yanılıyor kendisi. Kadın mücadelesi evden başlar ve her yerdedir.

 

Kayyım kadınlara uzak bir kavram değil aslında…

 

Evet, her kadın kayyımın ne olduğunu bilir aslında. Çünkü kayyım senin adına senin hayatına dair kararları alır. Kayyım deyince sistemin çeşitli güçleriyle bölgenin gasp edilmesi, kurumun kapatılması, alan çalışmalarının önlenmesi gibi şeyler anlaşılıyor. Ama aslında kayyım denince bir irade meselesi söz konusu. Kayyımın ismi belediyeye girmiş olabilir ama kayyımın kendisi zaten topraklarımızda. Geçen kıştan beri kadınların karnındaki bebeğe kadar hayatlarımızı etkileyen her şey kayyım. Cemile’nin buzlukta kalması, Selamet’in karnında bebekle öldürülmesi, Taybet İnan’ın vurulması… Bir başka kadın arkadaşın sünger dağıtırken, yan taraf bir anda taranmaya başlanınca, bir anda ellerini kaldırması. Bu da kayyım. Gözaltılar da oldu. Kadın kurumumuzda çalışan kadın arkadaşımız gözaltına alındı, hem de valilik önünden. Gerekçesi de yoktu: “Neden o saatte oradasın,” diye gözaltına alındı. Böyle absürt durumlar ortaya çıkıyor. Ama esas olan, kayyımın belediyeye, kuruma gelmesinden ziyade topraklarımıza gelmiş olmasıdır.

 

Yerinde Yaşam zaten bu yüzden ortaya çıkan bir kampanyaydı. Arkadaşlar da bunun önerisini verdi. Mesele, bizim bulunduğumuz noktada ne kadar irademizi gösterdiğimiz meselesidir. Biz bir Polonya değiliz belki ama bir Polonya gibi olabiliriz. Dokunabiliriz birbirimize. Bunu biliyoruz en azından.

 

Kayyımın, yirmi sekiz belediyede, hep ilk önce kadın çalışmalarına yönelmiş olması hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

B: Ben kendime göre cevaplayayım, belki arkadaşım farklı cevaplar. En çok korktuğun şeyi en fazla bastırırsın. Bu her yerde böyledir. Psikolojide de böyle sosyolojide de böyle. Seni en çok rahatsız eden şey neyse önce ona yönelirsin. İnsan davranış bilimlerinin içinde de bu var. Biz de bunu böyle görüyoruz. Bu Türkiye’nin, Ortadoğu’nun dünyanın gerçekten genelinde böyle. Neyden korkuyorsun, ilk önce onun ayağını keseceksin. Çünkü en çok birbirine dokunan onlar yine.

 

A: Ve sen kimin üzerinde hükmetmeye çalışıyorsun? Mesela bu devlet yine aynı şekilde kadın söylemleriyle sürekli kadın üzerinde bir hüküm sürmeye çalışıyor. Evdeki erkeğin söylemi de aynı. Yani demek istediğim; eril zihniyetin iktidarı beslemesi ve iktidarın beslendiği noktanın yine eril zihniyet olması kadın merkezlerini doğrudan hedef yapıyor. Çünkü kadın merkezleri bu noktada en sıkı mücadeleyi yürüten, mücadeleyi belirli bir aşamaya getiren yerler. Senin iradene karşı en çok risk oluşturan, o iradeni kabul etmeyen, o iradene karşı mücadele edenler kimler? Kadınlar. Kadın merkezleri de bundan kaynaklı devletin ilk hedefinde olan yerler.

 

Kadına yönelik bir saldırıda, korkutma girişiminde ilk önce kadını taciz tecavüzle korkuturlar, belki de bu yüzdendir. Yani kadın üzerinden bir irade kurmaya çalışma durumu var. Kadını en çok ne acıtır? Bir erkeğin bir kadına zor kullanarak yönelmesi acıtır. Kadın arkadaşlarımızdan biri de buna değindi bugün aslında. Ben de çok hak veriyorum ona bu konuda. “Ben bunu senin karına yaparım,” demektir bir yerde kadın birimine girmek. Bütün toplumun kadınlarına biz bunu yaparız demek. Orası senin için baştan aşağı tehlike oluşturabilecek merkezlerin yuvası gibi gözüküyor. Çünkü sen orayı mesleki anlamda kadınların birbirlerine değerek faaliyet yürüttüğü bir yer olarak görmüyorsun ki. Sen oradaki çalışmayı alıp kendi bünyende nasıl değerlendiriyorsun? “Bu bir terör çalışması olabilir. Buradaki eğitim farklı bir eğitim olabilir. Buradaki sözcükler bunu yansıtabilir.” Kendi dünyanda, temayülüne göre onu anlamlandırmaya çalışıyorsun. Yoksa bizim yaptığımız çalışmalar ortada. Ben kurum çalışanı olarak ilk defa katılıyorum bu kurultaya ama arkadaşlarım daha önce katıldılar. Çalışmalarımız, kişiler, kimlikleri, çalışma alanları, uzmanlıkları, pratikleri, hepsi ortada. Zaten paslaşarak gelip gidiyoruz. Yani böyle bir durumda ben mesleğim dışında farklı bir çalışma yapsaydım, bu Kurultay’ın bir parçası olarak ilk önce sen gelip bana soracaksın: “Neden psiko-sosyal çalışmalar yapmıyorsun da faklı bir çalışma yapıyorsun?”

 

A: Kayyım, psiko-sosyal çalışma yürüttüğüm için farklı ithamlarda bulunmuş benim hakkımda. İşte toplumsal cinsiyet eğitimini örgüt eğitimine bağlamak, kadına yönelik şiddetle mücadele eğitimini yine örgüte bağlamak. Sosyolog ama sosyoloji dışında şeyler yapıyor gibisinden. Ben 8 Mart’tan yargılanıyorum. İki mahkemem var, birisi 8 Mart’a diğeri 25 Kasım yürüyüşüne katıldığım için. Şu anda bölgede polisler tarafından hedef alındığım bir noktadayız. Yani kadın mücadelesini yürüttüğünüzde sizi hazmedemeyen, sizin hakkınızda soruşturmalar açan, sürekli ifadelere çağıran, sürekli sizin çalışmalarınızın önüne engel koymaya çalışan, sahaya indiğinizde sahada bile gelip sizi taciz edercesine önünüzü kesip kimlik sorup çalışmanızı engellemeye çalışan tutumlarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Bu yaklaşıma rağmen yine de çalışmalarımızı devam ettirdik ve daha da devam ettireceğiz.

 

 

Ana Görsel: Doris Salcedo’nun Bogota Adalet Sarayı’na “müdahalesi”.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ECİNNİLİK

YRöportaj: Burçin’in Galaksisi, Fizik Aşkı, Karadeliklere Zaafı
Röportaj: Burçin’in Galaksisi, Fizik Aşkı, Karadeliklere Zaafı

Burçin Mutlu Pakdil geçtiğimiz ay bir galaksi bulduğu haberiyle gündemimize bir yıldız pırıltısıyla girdi. Kendisiyle galaksisi ve daha pek çok şey hakkında konuştuk.

MEYDAN

Y“Ya ben Çilem’im. Ben güzelim. Ben güçlüyüm. Ben umutluyum.”
“Ya ben Çilem’im. Ben güzelim. Ben güçlüyüm. Ben umutluyum.”

Çilem Doğan artık özgür. Peki, şu aralar nasıl hissediyor, neler yapıyor, kendisine sorduk.

Bir de bunlar var

“Yerinde kalma hakkı” için bu akşam Mis Sokak
“Ya ben tehlikeyi çok sevdim, ya tehlike beni”: Hrant için Adalet için
Sanat Camiasında Prekarya

Pin It on Pinterest