Deneyim yok, mücadele yok, araştırma yok. Peki nereden geliyor bu “bilgi”? Erkeklikten... Gücünü nereden alıyor? Erkek dayanışmasından…

MEYDAN

Edebiyata Giriş: İfşa Sonrası Erkek Dayanışması

Edebiyat dünyasındaki erkek şiddeti vakaları bir bir patlak verince bu çevreden erkeklerin de bir bir feminizm ve kadın mücadelesi uzmanı oluverdiklerini gördük. Daha düne kadar feminizmin yüzüne bakmayan, feminist kuramı “gerçek” kuramdan saymayan adamlar, bugün feminist harekete akıl verecek kadar öğrendiler konuyu. Öyle çat diye, hemen iki gün içinde…

 

Bu yazıyı, edebiyatçı erkeklerin fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddetine maruz kalmış ve bunları ifşa edememiş biri olarak yazıyorum. Amacım, piyasadaki itibarlarına dayanıp gücünü tecrübesizliğimizden alarak genç kadınları taciz eden adamların üç beş istisna olmadığını göstermek, edebiyat piyasasındaki ifşa sonrası erkek dayanışmasını açık etmek ve (henüz) ifşa edilmemiş erkekleri görünür hale getirmek.

 

Bilip de susanlardan başlamak istiyorum. Edebiyat çevresine benim gibi sadece ucundan değivermiş biri dahi bilir ki bu çevrede sır yoktur. Siz masadan kalkıp evinize gidene kadar yaşadığınız olay çoktan etrafa yayılmıştır bile. Kimin kiminle birlikte olduğu, kimin kimden ayrıldığı, kimin kimi sevdiği veya sevmediği gibi kişisel ilişkileri ilgilendiren konular hemen sohbet malzemesi olur. Demem o ki başat sosyal çevresi edebiyatçılardan oluşan birinin edebiyat dünyasında gerçekleşen bunca taciz ve şiddet vakasından birini bile duymamış olması pek mümkün değil. Bilip de susmak erkek dayanışmasına dâhil.

 

Bilip de susanlar olduğu gibi gerekmediği halde konuşanlar da var. İfşalar Twitter üzerinden başladığı ve yayıldığı için daha çok orada yer alan edebiyatçı erkeklerin söylediklerini gördük, gördüğümüze de tepkimizi gösterdik. Fakat edebiyat dünyasının ciddi bir kısmı Facebook’tan iletişim kuruyor ve şu günlerde edebiyatçı erkeklerin bir bölümü de Facebook’ta at koşturuyor. Ben biraz bu erkekleri almak istiyorum mercek altına.

 

Paylaşacağım örnektekilerin çoğu “Ben de kadın haklarını savunuyorum ama…”cı güruhtan. Kimisi süreçle dalga geçiyor, kimisi kadınlara hakaret ediyor, kimisi dümdüz tehdit savuruyor. Hepsinin konuya dair çok emin oldukları görüşleri var ve bu görüşlerin kesinlikle en doğru görüşler olduğu kanısındalar. Akıl veren verene… Biri ötekinin paylaşımını beğeniyor, öbürü berikinin yazdığını alkışlıyor. Hep birlikte coştukça coşuyorlar. Arsızlığın boyutu öyle büyük ki hangi birini neresinden tutup düzeltmeye çalışacağını şaşırıyor insan.

 

Yazımda örnek olarak alıntılayacağım [1] yorumların sahipleri hemen köpürmeden şunu bir netleştirelim: Tek tek kim olduklarıyla ilgilenmiyorum, benim için bir önem teşkil etmiyorlar. Bu yorumları bu beyler çok özel oldukları için değil, ana sayfama bu yorumlar düştüğü için aldım. Derdim ayrı ayrı bireylerden ziyade, kemikleşmiş erkeklik kültürüyle. Yani kim böyle şeyler yazıyor, düşünüyorsa hepsiyle ve daha fazlasıyla…

 

Yorumların arkasındaki patriyarkal mekanizmanın nasıl işlediğini daha iyi gösterebilmek adına yorumları üç başlık altında toplayarak incelemek istiyorum: Feminist Suçlayıcılar, Olağan Şüpheciler ve Atanamayan Gandalflar.

 

 

Feminist Suçlayıcılar:

 

İfşalar hakkında yapılan yorumlardan bir kısmı feministlere çeşitli suçlar atfeden ifadelerden oluşuyor. Bunlardan en yaygın olanı feministlerin insanları linç ettiği yönünde. Linç ithamları hakkında hem sosyal medyada hem de çeşitli platformlarda çokça yazıldı. Buna rağmen hâlâ Facebook’ta edebiyatçı erkeklerin “Linç, normalleştirildi. Yazık!” ve benzeri yorumlarını gördüğümüz için ben de bir kez daha hatırlatmış olayım: Linç bir şiddet biçimi. İfşalarsa bir şiddeti görünür hale getirmek için yapılıyor. Cinsel tacizi ifşa etmek ve buna karşı dayanışma oluşturmak şiddet değil, şiddete karşı (öz)savunma. Esas normalleştirilen taciz kültürü olduğu için böyle büyük bir kuvvetle itiraz ediyoruz. Bunun aksini ileri sürüp bunda ısrarcı olmak mevcut taciz kültürünü kuvvetlendiriyor ve buna karşı ses çıkarmamızın önünde engel oluşturuyor. İşte bu erkek dayanışması.

 

Linç ithamlarına bağlı olarak bir de intihar eden yazarın vefatının sorumluluğunu feministlere yükleyen yorumlar var. Bu konuya da çokça yanıt verildi. Sürekli faille empati kurmanın mevcut şiddet ve taciz kültürüne katkıda bulunmaya ve kimi zaman doğrudan faillliğe veya potansiyel failliğe işaret ettiğini defalarca tüm yönleriyle açıkladık. Yine de hâlâ taciz ettiği için değil, taciz ettiği insanlar tarafından öğrenildiği için intihar eden bir adamın vefatının yükünü ifşacı kadınlara yükleyen çok sayıda edebiyatçı erkek var. Sanki kadınlar ifşa edilen adamların intihar etmesini amaçlamış gibi davranıyorlar. Yetmiyor, bir de bundan memnunmuşuz izlenimi yaratıyorlar. Yine Facebook’ta gördüğüm “Elde bir intiharımız var. Daha mutlu olduk mu?” yorumu ve türevleri tam da bu sebepten kabul edilemez ve tepeden tırnağa antifeminist.

 

Bir başka grup, feministleri bir şey bilmediği ve asıl ilgilenmeleri gereken meselelerle ilgilenmemekle suçluyor.  Facebook’ta feministlerin feminist olmadığını öne süren paylaşımlarla karşılaşmak mümkün. Buna örnek olarak yıllardır sık sık karşılaştığımız klişeleşmiş bazı suçlamaları barındıran “Bu moda olan hareketlerin hepsi üst gelirli ülkelerdeki üst gelirli ‘feminist’lerin zırvaları. Taşeron çalışan işçinin uğradığı taciz vs. olunca ruhları duymaz.” yorumunu ele alalım. Bu ve benzeri yorumlar; feminizmi popülist olmakla, burjuva olmakla, yerli ve milli olmamakla suçluyor, bu nedenle ifşacı kadınları ve onlarla dayanışanları feminist bulmuyor ve yaptığımızın zırvalık olduğunu ifade ediyor.

 

Feminizmin burjuva ideolojisi olduğu yönündeki tartışmalar, takip edebildiğim kadarıyla, bundan 35-40 yıl önce başladı ve azalarak bitti. Dayağa Karşı Yürüyüş’ten (17 Mayıs 1987) bugüne feminizm, bilhassa Kürt kadın hareketi, ev içi ve dışı emek sömürüsünü, iş yerinde tacizi ve bunun sınıfsal boyutlarını defalarca tartıştı, tartışıyor. Sol örgütler de özgün kadın örgütlülüğünün ve mücadelesinin ne denli gerekli olduğunun bilincinde. Dahası ifşa sadece feministlerin kullandığı bir yöntem değil, dünyanın çeşitli yerlerinde sosyalist geçmişi olan bir yöntem. Edebiyat ifşalarının yerli ve milli olmaması iddiasına sebep olan şey, ifşanın geniş bir kesimce kullanılmasının yanı sıra, erkek şiddeti ve tacizinin dünyanın her yerinde görülmesi. Bu nedenle popülizm ithamı da aslında patriyarkanın her yerde hüküm sürmesine işaret ediyor. Her feminist kadının her meseleyle aynı oranda ilişkilenmesini beklemek, feminizmi liberal ve bireyci bir yerden eleştirmek demek. Söz konusu yorumlar tam da bu bakış açısına itiraz ettiği için, kendi içinde politik bir çelişki barındırıyor. Fail erkekler yerine tacize ve şiddete uğrayan kadınları suçlayarak feminist mücadeleyi yıpratmaya çalışıyor. Erkekler arasındaki bu dayanışma, edebiyat dünyasını bizim için daha da yaşanılmaz hale getiriyor.

 

Bir de feministlerin, erkeklerin daha ciddi ve elzem gördükleri kadın meseleleri yerine, ifşalara odaklandığını ileri süren yorumlar var. Nereden ve nasıl geldiğini anlayamadığım(ız) bir bilgiye dayanarak, bizim sadece edebiyat dünyasındaki tacizlerle ilgilendiğimizi varsayabiliyor erkekler. Örneğin, pandeminin çeşitli ülkelerde kız çocuklarının eğitimini olumsuz etkilediğine ve aile içi tacizi arttırdığına dair birtakım veriler paylaşıp “Feminist arkadaşlar?” diye hesap sorabiliyor bir adam. Sanki bütün bunların sorumlusu feministlermiş gibi, sanki biz bunları bilmiyormuşuz yahut önemsemiyormuşuz gibi… Oysa bugün ifşalar oldu diye zahmet edip baktıkları konular bizim yıllardır gündemimizde. Bu kadar çok cephede mücadele verirken bir de bu bilirkişi erkeklerin suçlamalarıyla uğraşmanın hayatımızı ne kadar zorlaştırdığını görmeyip yahut görmemeyi seçip sürekli kadınları eleştirmek erkek dayanışmasının olmazsa olmazı.

 

Feministlerin tartışmalarını takip etmeden kendini feminizm bilirkişisi ilan etmek, erkeklikten.

 

Olağan Şüpheciler:

 

Kadın ne zaman konuşsa karşısına hep söylediğini değersizleştirmeye çalışan bir şüpheci çıkıyor. Bu şüphenin temel sebebi elbette patriyarka; ancak Türkiye özelinde, mevcut yargı sisteminin erkek şiddetini cezasız bırakması, (somut kanıtlar olsa bile) failden yana olması ve kadının söylediğine baştan şüpheyle yaklaşmasının [2] etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum. Edebiyat dünyasının erkekleri de yargı sistemi gibi failden yana. Kadınlara inanmıyorlar. İnanmamakla kalmayıp öfkeleniyor, tehdit ediyor, kadınları yaşadıklarını abartan canavarlar olarak gösteriyorlar.

 

“İnsan tacizcisine ‘Sevgili…’ diye hitap edip kitap imzalar mı? Hadi diyelim imzaladı, yıllarca bekleyip sürü psikolojisiyle ‘beni taciz etti,’ diyebilir mi? Hadi diyelim bunu da yaptı. Çiğlik cinsiyet ayırmıyor, en az tacizci erkekler kadar tehlikelisiniz.” yorumuyla başlayalım. Yorumun sahibi kimden ya da hangi kitaptan bahsediyor, ilgilenmiyorum. Ben de beni taciz eden adamlarla aynı ortamda bulunmak, utanmadan geldikleri stantta pişkince bana uzattıkları kitapları imzalamak zorunda kaldım. Tam olarak bu tür yorumların getirdiği erkek dayanışmasından çekindiğimiz için birçok şeyi istemeyerek veya korkarak yapmak durumunda kalıyoruz. Yine aynı sebepten edebiyatçı erkeklerin “sürü psikolojisi” dedikleri kadın dayanışmasının güçlü olduğu anlarda konuşabiliyoruz sadece. Çoğumuz konuşamadık bile. Kadınları tacizcilerden daha tehlikeli görmenin kabul edilir yanı yok. Bizleri tacizcilerden daha tehlikeli görmek, cinsel taciz ve şiddetin yarattığı tahripten bihaber olmanın, fail erkeklerle empati kurabilirken tacize ve şiddete uğrayanlarla empati kurmamanın göstergesi.

 

Bazı erkeklereyse şüphe etmek, kadınları tacizcilerden beter görmek, yaşadıklarımızı abarttığımızı söylemek yetmiyor, erkek dayanışmasında bir seviye daha üste çıkıp tehdit ve hakaretler savuruyorlar. Yazarlarına, şairlerine, arkadaşlarına arka çıkıyorlar. “Yayınevimizdeki herhangi bir şaire, yazara delilsiz, ıspatsız herhangi bir ithamda bulunanı ya da böyle bir ithama teşvik etmeye çalışanı, görürsem, duyarsam, hissedersem, çok net söylüyorum; sorumluları bulup doğduğuna pişman ederim. Fırsat bu fırsat kafasıyla “taciz” gibi çok hassas bir konuyu suiistimal edip birilerinden intikam alma aracı haline getirmek en hafif tabirle; kahpeliktir! Alçaklaşmayın.” diyorlar. Bu yorum, diğer yorumlara göre, sosyal medyada daha çok dolaştı ve tepki aldı. Yorumun sahibi burada meselenin farklı olduğu ve bir kadını korumaya çalıştığını ifade eden cevaplar verdi. Ne münasebet yahu? Kadınları koruyup kollamak neden erkeklere düşsün? Gerekirse biz koruruz hem kendimizi hem de birbirimizi. Ayrıca paylaşımın ardındaki mesele ne olursa olsun, bu türden paylaşımlar erkek dayanışmasını güçlendiriyor. İfşa sonrası hemen bangır bangır bağıran, hakaret ve tehdit eden, somut kanıt görmezse failin arkasında duracağını, bununla kalmayıp ifşa sahiplerine zarar vereceğini söyleyen bir paylaşım yapmak, iyi niyetten bağımsız olarak, dosdoğru erkek şiddetine katkıda bulunuyor.

 

Bu gruba bir örnek daha verelim: “Valla bu bokunu çıkarma işi artık tüm kadınlarda. Twitter’da bilmem kim tecavüzcü diyor hop işyerini tagliyor. Kimsin, adamı tanıyor musun? Olay neydi? Sorarsan da tecavüze destek olmuş oluyorsun. Dünya sonunda çilek alerjisi olanlara ve 200-300 sosyopat kadına kalacak herhalde.” Abarttığımızı düşünen ve meseleye hemen kadından şüphe ederek yaklaşanların kadın mücadelesine verdiği zarardan daha önce bahsettiğim için ve hakaret kısmı aşikar olduğu için bu örnekte işyeri meselesine odaklanmak istiyorum. İfşa, sosyal sermayelerinden biri olan itibarı sarsmak için yapılıyor. Fakat hepimiz biliyoruz ki kadınlar hatırlasa da birçok kurum ve kişi bir süre sonra olanları unutuyor. Ahmet Kural’ın şiddet faili olduğuna kanaat getiren mahkeme kararının üzerinden bir yıl bile geçmeden bilmem nerenin “iyilik elçisi” olması bunun bir örneği. Bu yüzden itibarın kısa bir süre için sarsılması ifşacı kadınlar için tatmin edici olmayabiliyor.

 

İfşa sürecinde kadınlar çok yıpranıyor. Bir erkeği patriyarkal şiddet edimleri sebebiyle yine patriyarkal bir topluma ifşa edip gerçek bir dönüşüm gözlemlemek çok zor. Bu nedenle de net taleplerle geliyor kadınlar ifşaya. Hem madem empati kuruluyor, o zaman cinsel taciz ve şiddet yüzünden istifa etmek zorunda kalan, belli işyerlerine başvuramayan veya işten ayrılması mümkün olmadığı için her gününü korku ve kaygıyla geçiren kadınlarla empati kuralım. Çalışma hakkı erkek şiddeti ve tacizi yüzünden fiilen elinden alınmış kim bilir kaç kadını görmezden gelip ifşa edilen birkaç adamın nadiren de olsa işten çıkarılmasına itirazlar etmek erkek dayanışmasını kuvvetlendiriyor.

 

Erkekleri ve erkekliği sorgulamadan kendini feminizm bilirkişisi ilan etmek, erkeklikten.

 

Atanamayan Gandalflar:

 

Bir de yol göstermeye pek meraklı olup da istediği güruha kavuşamamış olanlar var. Epey uzun Facebook gönderilerinde ifşalar hakkındaki görüşlerini (Kim sorduysa?) yazıyorlar. Bu iş böyle yapılmaz, diyorlar. Bir tanesi “İFŞA, LİNÇ ve CEZANIN SONSUZLUĞU ÜSTÜNE MECBURİ AÇIKLAMA” diye bir başlık bile atmış paylaşımına. Bu erkekleri feminist ifşa hakkında yorum yapmaya, açıklama getirmeye, yöntem göstermeye “mecbur” bırakan nedir, göremiyorum.

 

Klasik ifşa yorumları sıralı tam listede her zaman ilk beşte olan “Kurunun yanında yaşın da yanmasına izin vermeyin.” ve “Neden sustunuz bunca zaman?” ve benzeri cümleleri yineleyen, tacizlere vaktinde tepki verilmesini talep eden, tüm bunları bir de emir kipinde yapan çok yorum var. Kadınlara feminizm öğretmeye kalkmanın feminizmle bağdaşmadığının bilincinde dahi değiller. “Atılan tweetlere bakıyorum, feminizmi erkek düşmanlığına konumlayan çok kadın var. Özgürleşmeyi de sadece kadınlar için istiyorlar.” paylaşımında olduğu gibi feminizmin ne olduğunu bizden daha iyi bildikleri kanısındalar. Kimin nasıl özgürleşmesini istediğimize bizden daha çok hâkim oldukları iddiasındalar.

 

Yapılan ifşalar bazı çok bilen erkeklerin kafasını karıştırmış olacak ki kadınlar için neyin taciz olup olmadığını anlamadıkları için, erkekler için neyin taciz olup olmadığına odaklanmayı tercih etmişler. Ana sayfamda “Cinsel taciz ile ısrarlı asılma arasındaki çizgi nerede başlayıp bitiyor?” sorusunu gördüm örneğin. Şaka gibi! Israr, tanımı gereğince, ancak bir kişi karşısındakine “Hayır!” dedikten sonra başlayabilir. Israrlı asılma ve cinsel taciz arasında bir çizgi yok. O hayali çizgiyi çizen, erkek aklayıcı patriyarkal düzen. Peki bunu öğrenmeye çalışıyorlar mı? Hayır. Erkek dayanışması tatlı geliyor. Kendilerine durumu izah etmeye çalışan kadınları tersliyorlar. Yol gösterici beylerin gereksiz özgüvenini çok güzel örnekleyen bir erkek cevabını alıntılamak istiyorum: “… Eskilerin deyimiyle kur yapmayı, karşısındakinin eline dokunmayı, sevgi sözcüklerini yasaklayalım isterseniz. Bir kadın ilk girişiminizi red ediyorsa, erkeğin hemen pes edip gitmesi mi gerekiyor? Israr etmemeli mi? Şimdi anlatabildim mi? Ya da siz anlamak istiyor musunuz?” Aynı cevap içerisinde hem daha iyi bildiğini iddia etme hem bir kadına had bildirmeye çalışma hem de feminizmden ne kadar uzak olduğunu sergileme mevcut. Feminizme ve kadın mücadelesine dair en ufak bir fikri olan herkes bilir ki HAYIR, HAYIR DEMEKTİR ve bir kez “Hayır!” denmiş olması yeterlidir. Bu bilirkişi beylerin çoğunda bu bilgi bile yok. Bilgisizliklerine aldırmadan yol göstericiliğe soyunuyorlar (bkz. mansplaining/erizahat).

 

Bunca şeyin bilirkişisi olur da yayınevlerinin tutumunu değerlendirmenin bilirkişisi olmaz mı? Var tabii. Bu beyler, kararlı duruşuyla ifşacı kadınlara destek olan yayınevlerinin yaptığını beğenmemişler. Örnek olarak şu paylaşımı alalım: “Ayrıntı, İletişim, Everest gibi büyük yayınevleri, tacizci erkeklere kapıyı kapattı. Tamamen rüzgâr meselesi olduğunu düşünüyorum bu olayın. Öyle değil diyorsanız Varlık, Kitaplık, Gösteri ve diğer dergiler de açıklama yapsalar ya ‘biz de bundan sonra tacizci erkeklere dergimizde yer vermeyeceğiz,’ diye? Cemal Süreya’yı, Ece Ayhan’ı, küçük İskender’i filan unuttunuz, olayın üstünden zaman geçince kaynaşır gideriz yine.” Öncelikle, yayınevleri ya da genel olarak edebiyat çevresi bundan önceki ifşaları unutmuş olabilir; ancak biz feminist kadınlar unutmadık. Bu ifşaları da unutmayacağız. Bununla birlikte, tek tek kimlerin ifşa edildiğinden daha önemli olan şey, edebiyat dünyasında yerleşik bir şiddet ve taciz kültürü olduğu. Üstelik Cemal Süreya döneminden 2020’ye edebiyat dünyasında erkek şiddeti ve tacizine dair herhangi bir şey değişmemişse, bu, kadınlardan yana duruş sergileyen yayınevlerini değil, edebiyatçı erkekleri utandırmalı. Ben bu tür eleştirilerin neden yapıldığını hiçbir şekilde anlamıyorum. Edebiyatta ilk kez toplu bir feminist ifşa gerçekleşmiş, birçok adamın tacizi ortaya dökülmüş. Durum böyleyken insanın ilk odaklandığı şey nasıl yayınevlerinin kadınları desteklemesi olur? Bu kriz anında bunu önceleyebiliyor olmak nasıl bir lükstür? Ah erkeklik, ah!

 

Yol gösterici beylerin dayanışmasının bir uzantısı da kadınların yaşadıklarını basitleştiren ve küçümseyen yorumlar. Mesela rahat rahat “sms ile yapılan tacizin karşılığı insan yaşamı mıdır? Toplarsın o mesajları verirsin savcılığa, sonuç çıkmasa da adamın gözünü korkutursun. Adamı deşifre etti ya, artık kitapçıya bile korkmadan girebiliyormuş. Abartıya bakın hele. Sokağa çıksa sms mesajları önünü kesecek sanki.” diyor erkekler. Onların gözünde ufak bir mesele olan şeylerin bile kadınlarda ne boyutta hasar yaratabileceğini bilmiyor ama her şeyi biliyormuş gibi konuşabiliyorlar. Oysa biz o en “ufak” şeylerin bile koşaradım tırmanabileceğini tecrübe ettik. Erkek şiddeti bir bütün. İyi şiddet-kötü şiddet gibi ayrımlar yapmak, basit diye nitelendirilen şeylere anında dur dememizin önüne geçiyor. Sadece savcılığa gitme ve tehdit etme gibi yolları meşru kabul etmekse, kadınları devlet hukukunun “ufak” gördüğü konularda susmaya teşvik etmekten başka bir şey yapmıyor. Türkiye’de kadınların erkek şiddeti ve tacizi konusunda hukuka itimadı olabilir mi? Kaldı ki iş, şikayetçi olmakla bitmiyor. Dava süreci bizi aylarca tekrar tekrar aynı travmayla yüzleşmeye mecbur bıraktığı için, sonuç vermeyeceğini öngördüğümüz vakalarda şikayetçi olmayı göze alamayabiliyoruz.

 

Bunların dışında bir de feminist ifşalarla dalga geçen, “O da mı taciz, bu da mı taciz?” diye şakalaşan, “mizah” yoluyla nasihat vermeye kalkışan bir kesim var ki onların bu kendini bilmezliğine, arsızlığına, aymazlığına hiçbir şekilde alan açmak istemiyorum.

 

Bahsettiğim şeylerden hiçbirini bilmeden kendini feminizm bilirkişisi ilan etmek, erkeklikten.

 

***

Bu üç yorum grubundan herhangi biriyle ilişkilendirmeden özel olarak ele almak istediğim bir paylaşımla sonlandıracağım alıntıları. Bir erkek Facebook hesabında ifşacı bir kadının bir tweet’inin ekran görüntüsünü paylaşıp üstüne “İşte size bir ruh hastası!” yazıyor. Bu yazdığı onu kesmemiş olacak ki ardından şu gönderiyi paylaşıyor: “Yeteneksiz edebiyatçılar eskiden ne kadar solcu olduklarını sergilemeye çalışırlardı; günümüzde ise ne kadar feminist olduklarını sergilemeye çalışıyorlar anlaşılan. Bir ruh hastası, tacizcisi intihar etti diye sevincini belirtiyor, 15 dakikada 2000’den fazla beğeni alıyor. Yuh artık!” Bu paylaşımın altındaki yorumlarda erkekler birbirlerini destekliyorlar, birbirlerinin sırtını sıvazlıyorlar.

 

Bir erkeğin ifşacı bir kadını alenen hedef göstermesi kesinlikle kabul edilemez. Buna dair başka hiçbir açıklama yapmanın gereği yok. Bu, düpedüz kadın düşmanlığı (mizojini). Bunu yapan ve/veya destekleyen erkeklerin her biri benim nazarımda potansiyel şiddet faili.

 

Kadın olma deneyimi olmayan, aktif bir şekilde toplumsal cinsiyet eşitliği için çaba göstermeyen, feminizm hakkında elle tutulur bir şey okumamış insanların feminizm, kadın mücadelesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği hakkında her şeyi bizden iyi bildiklerini sanmaları erkekliğin ta kendisi. Deneyim yok, mücadele yok, araştırma yok. Peki nereden geliyor bu “bilgi”? Erkeklikten… Gücünü nereden alıyor? Erkek dayanışmasından…

 

Toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekten dert edinen bir erkek sadece şiddet faili ve istismarcı erkeklerin itibarı sarsıldığında mı ilgilenir konuyla? Edebiyatçı erkekler kadınları taciz ederken susup bir tek ifşa zamanı mı uzman kesilir başımıza?

 

Kadınlara bol bol söz dizenlerin tacizci, istismarcı ve şiddet faili erkeklere söylenmiş toplasanız üç cümlesi yok. İfşalara sebep olan erkeklik hakkında, ifşalara dair yazdıklarının onda birini bile yazmadılar. Üstüne bir de boş boş ahkâm kesip kadınların asabını bozuyor, yüküne yük ekliyorlar. Ciğerimizdeki nefesi sömürüyorlar.

 

İşte edebiyat çevresinde uzun yıllar önce inşa edilmiş erkeklik bugünlerde böyle sürdürülüyor. Edebiyatçı erkekler, birbirlerinin tacizini de tecavüzünü de şiddetini de istismarını da şiddetini de gayet iyi bildikleri halde birbirlerine “bulaşmıyorlar”. Bir erkeğin bir sözünü onlarca kadının beyanından üstün görüyor, erkeğe inanıyorlar. Kadınları suçluyor, feministleri eleştiriyorlar. Failler hakkında konuşacakları yerde kadınlar hakkında konuşuyorlar. Birbirlerine laf anlatmaları gerekirken kadınlara parmak sallıyorlar.

 

Erkek dayanışması tam da bu.

 

Hayatlarında hiç herhangi bir yayınevinde otururken etrafta kaç kişi olduğunun hesabını yapmak, bir yazar/şairle görüşürken arkadaşlarına “Şurada, şu kişiyleyim, haberin olsun,” mesajı yazmak, bir banyoya yahut bir masa arkasına sığınıp nasıl kurtulacağını düşünmek zorunda kalmamış edebiyatçı erkekler bize akıl vermeye kalkıyor.

 

Hayatlarında hiç girer girmez kapı kilitlerini kontrol etmek, telefonun acil durum butonunu kullanmak, başına ne geldiğini anlamak için kendini hırpalamak, “Konuşursam ne olur?” kaygısı yaşamak zorunda kalmamış erkekler, kadınlara yol yordam göstermeye çalışıyor.

 

Sokakta yahut evinde taciz edilme, şiddet görme, öldürülme korkusu yaşamamış erkekler… Taciz eden, şiddet uygulayan, öldüren erkekler…

 

[1] Alıntıladığım yorumları, tırnak işareti düzenlemesi hariç, olduğu gibi aldım. Yazım yanlışları bana ait değil.

[2] Kadının beyanı esastır.” ilkesinin tam olarak bunu engellemek için var olduğunu hatırlatmak isterim. Defalarca söylediğimiz gibi, “Kadının beyanı esastır.” ilkesi “Kadının her söylediği her zaman doğrudur ve bunun aksi iddia edilemez.” anlamına gelmez, somut kanıt olmasa da beyan esas alınarak soruşturmanın başlatılması anlamına gelir. Esasen, tıpkı nafaka gibi, bu da cinsiyetten bağımsızdır. Mağdurun beyanının esas alınmasına işaret eder. Ancak hem şiddette hem de boşanmalarda “mağdur” çoğunlukla kadın olduğu için bu yasalar yaygın olarak kadınlarla ilişkilendiriliyor.

 

 

Kapak görseli: 8 Mart 2020, Karaköy.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Anayasa Değişikliği Çevreyi ve Kenti Nasıl Dönüştürecek?
Neoliberal Zamanlarda Kent, Tüketim ve Etik veya Zorlu’ya Selda Bağcan Gelse Gider Misin?
Gezi Parkı Direnişi Kısa Tarihi

Pin It on Pinterest