Burçin Mutlu Pakdil geçtiğimiz ay bir galaksi bulduğu haberiyle gündemimize bir yıldız pırıltısıyla girdi. Kendisiyle galaksisi ve daha pek çok şey hakkında konuştuk.

ECİNNİLİK

Röportaj: Burçin’in Galaksisi, Fizik Aşkı, Karadeliklere Zaafı

Burçin Mutlu Pakdil geçtiğimiz aylarda bir galaksi bulduğu haberiyle gündemimize bir yıldız pırıltısıyla girdi. Duyduklarımıza çok heyecanlanmakla beraber, yapılan haberlerden tam olarak ne bulduğunu ve neye heyecanlandığımızı bir türlü anlayamadık. Kendisine ulaşıp şu hikâyeyi bir doğru düzgün dinleyelim, uzayda neler oluyor aşinalık kazanalım, karadeliklerin gizemine dair biraz olsun aydınlanalım istedik. Burçin de bizi kırmadı.

 

Hazal: İlk soruya en basitiyle başlayalım diyoruz. Sen tam olarak ne buldun Burçin?

 

Bunun komik bir tarafı var: ben yaptıklarımızı aileme, eşime anlatıyordum sürekli ama o kadar teknik anlatıyormuşum demek ki kimse detay sormuyordu. Ancak haberler çıktıktan sonra “Sen ne yaptın ya?” dediler. “Üç aydır size bunu anlatıyorum. Bugün mü, şimdi mi ilginizi çekti?” dedim.

 

Hazal: “Galaksi buldu” diye bir manşet lazımmış demek ki.

 

Evet, ilgilerini çekebilmek için birazcık sansasyon lazımmış. Şimdi ben ne buldum? Biz bir galaksiyi çalışmaya başladık. Bu galaksiyi çalışmaya başlamamızın sebebi de, bir Hoag Cismi var. Bu Hoag Cismi öyle bir galaksi ki nasıl oluştuğu, bu yapının nasıl bu hale geldiği bir türlü anlaşılamamış bir galaksi. Galaksileri şekillerine göre sınıflandırıyoruz biz, yani nasıl oluştuklarını şekillerinden anlamaya çalışıyoruz. Hoag Cismi’nin ana gövdesi top gibi yıldızları bir arada bulunmuş bir cisim. Yıldızlardan oluşan bir kütle. O kadar simetrik bir top ki…

 

Hazal: Diğer galaksiler simetrik değil mi? Ya da şuradan başlayalım: Kaç tür galaksi var?

 

Dört tip galaksi var. Top gibi olan galaksiler var; merkezlerinde yıldızlar birbirlerine çok yakınlar. Dışarıya doğru bu yıldızlar birbirinden gittikçe uzaklaşıyor ve gittikçe yıldızlar kayboluyor. Yani galaksinin sınırlarını göremez hale geliyorsunuz. Merkezi tamamen böyle parlak bir kütle. Buna eliptik galaksi diyorlar. Bir de disk şeklinde bir galaksi türü var. Bu galaksiler de bildiğiniz bir disk gibi. Bazen bar gibi yapılar, halkalar ve spiral kollar olabiliyor. Galaksiler çok da simetrik değildir aslında. Bizim içinde bulunduğumuz galaksi de spiral bir galaksi. Spiral şeklinde kolları olan bir disk. Merkezinde top gibi bir kütle var, yıldızlar var. Böyle kendi içinde kolları olan spiral bir disk. Bunlar bizim en çok gördüğümüz galaksi tipleri. Bir de şekilsiz galaksiler var, irregular denilen. Onlar da hiçbir şekil oluşturmamış galaksiler. Bizim olduğumuz spiral, en çok gördüğümüz galaksilerden biri. Bir de çok nadir gözlenen, çok özel etkileşimlerle oluşmuş galaksi yapıları ve türleri var. Bunlardan biri demin zikrettiğim Hoag Cismi. Onun özelliği de, tam merkezde bu yıldızlar süper simetrik bir şekilde yayılmış, dizilmişler. Bunun yanında arada hiç disk olmadan etrafında da süper simetrik bir halka oluşmuş. Normalde böyle bir şeyin oluşabilmesi için galaksinin kendi içinde bir düzensizlik geçirmesi ve bir halka şekli oluşturması gerek, ama bunun için de arada bir bağlantının olması lazım. Diyoruz ki, acaba iki galaksi birbiriyle çarpıştı ve o sırada bir halka mı oluştu? Ama bu kadar simetrik yapısının olması bunu da mümkün kılmıyor. Çok çeşitli teoriler var bu konu hakkında, fakat tek bir tane bu cisimden olduğu için hangisi doğru buna karar veremiyoruz.

 

Hazal: Bu Hoag Cismi dediğin, daha önce keşfedilmiş tek bir tane galaksi değil mi?

 

Evet, bir tane. Ama çok zor bulunan bir galaksi olduğu için, bu galaksiye uzaktan yakından benzeyen galaksilere Hoag tipi galaksiler deniyor. Bunun için özel gözlemler ve çalışmalar yapıldı ve şimdiye kadar sadece on ya da on iki tane galaksi bu Hoag tipine girdi. Bu tipler incelendiğinde de, merkezlerinde simetrik olmayan yapılar bulundu. Yani hiçbiri onun gibi simetrik bir yapıya sahip değil. O yüzden diğerleri Hoag tipi oldu ama Hoag Cismi hala özel. Bu yüzden buna uzaktan yakından benzeyen bir cisim gördüğünüzde hemen incelemeye başlıyorsunuz. Çünkü çok zor bulmak.

 

Oşu: Sen de Hoag’a benzeyen bir galaksi üzerinde mi çalışıyorsun?

 

Benim üstünde çalıştığım galaksi, birlikte araştırma yaptığım kişinin (Patrick Treuthardt) on yıl öncesinde bir çalışma yaparken arka planda gördüğü bir cisim. Merkezi var, etrafında halka var. Acaba diyorlar biz de bir Hoag mı bulduk? Ama üstüne hiç düşünmüyorlar bir daha. Ta ki benim doktora tezime kadar. Sonrasında ben araştırıyorum bu galaksiyi. Hakikaten çok benziyor Hoag’a. Çok simetrik, halkası çok güzel. Arada hiçbir şekilde bir bar veya disk bulamadım, simetriyi bozacak hiçbir şey bulamadım. Ama modelliyorum modelliyorum, bir türlü içime sinmeyen artık bir yapı çıkıyor. Belki ben “Bu artık yapı bu haliyle bir modelleme hatasıdır” desem insanlar bunu kabul edebilirdi. Çünkü bilim camiasının bu yapıyı algılaması zor. Yani algılaması derken, teorilerde de oluşumu imkânsız olarak gözüktüğü için. Ama benim içime sinmedi bunun bir modelleme hatası olması ve analizlerimin sonucunda orada çok sönük bir halka olduğunu farkettim.

 

Hazal: Modelleme dediğin nedir?

 

Biz nasıl çalışıyoruz galaksileri? Teleskoplarla fotoğrafları çekiliyor bu galaksilerin. Çok yüksek kalitede fotoğraflar. Fotoğraf analiz araçları ve özel bilgisayar programları var. Normalde fotoğraflardaki piksellerin parlaklığına bağlı olarak çalışılıyor. Ben bu fotoğraflardan piksellerin değerlerine bağlı olarak modeller oluşturup onları asıl fotoğraftan çıkarıyorum. Çıkardığımda eğer benim düzgün (smooth) modelimin dışında bir şey varsa, o yapı için de model oluşturuyorsunuz ve daha yakından anlamaya çalışıyorsunuz. Ben bu galaksinin farklı filtrelerdeki fotoğraflarını buna benzer metotlarla inceledim. Çok simetrik, Hoag kadar simetrik değil ama şimdiye kadarki adayların arasında o simetriye en yakın düzene sahip merkezindeki dağılımını gördüm. Daha sonra ben bu modeli asıl fotoğraftan çıkardığımda altında, bu merkez yapının altında, çok sönük bir halka yapısının olduğunu fark ettim. Dediğim gibi ilk başta ben de bunun bir modelleme hatası olduğunu düşündüm ama ne kadar farklı metotlar ve yeni modeller denersem deneyeyim bir türlü o yapıdan kurtulamadım. Sonradan fark ettim ki bu aslında, birbirinden bağımsız metotlarla da elde edince, o merkezin altında gizlenmiş bir halka. Yani biz aslında Hoag’a çok benzeyen ama aynı zamanda da daha önce hiç gözlenmemiş, iki halkalı bir galaksi bulmuş olduk.

 

Normalde zaten bu kadar simetrik, top yapıda bir galaksi bulmak çok nadir olur. Genelde düzensiz olurlar. Çünkü galaksiler böyle tek başlarına duran cisimler değildir. Gazlar var etrafında uzayda, bu gazlar sürekli etkileşim halindeler, devamlı bir aktarım, bir iletişim var, yakınlardan büyük veya küçük bir galaksi geçtiğinde rahatsız olurlar, hatta çarpışırlar, birbirlerine girerler… Devamlı bir iletişim halinde oldukları için süper simetrik galaksiler bulmak pek mümkün değil.

 

Hazal: Şimdi “Burçin’in Galaksisi” mi diyoruz bu bulunan cisme?

 

Şunu herhalde açıklamakta fayda var; “Burçin’in Galaksisi” denmiyor aslında. Aslında astronomi alanında hiçbir cisme özel isim verilmiyor. Yani normalde Hoag Cismi denilen cismin de bir katalog numarası var, rakamlarla ifade ediliyor. Bizim Andromeda Galaksisi dediğimiz komşu galaksinin de bir numarası var. Yani aslında bilimsel camiada biz onları bulundukları koordinatlarıyla tanımlıyoruz ve o numaralarla adlandırıyoruz. Eğer özel bir galaksiden bahsediyorsak, belki o zaman daha kolay olsun diye özel isimler takılabilir. Ama bu özel isim de aslında resmi bir isim değil. İnsanlar “Burçin’in Galaksisi” diye ifade ettiler ama biz bilimsel bir makale yazarken onu katalog numarasıyla gireceğiz. Ne zamanki başka bir bilim insanı gelip bizim galaksimize “Burçin’in Galaksisi” der ve bu yayılır, o zaman bu isim daha bir oturmuş olur.

 

Hazal: Big Bang Theory’de filan buldukları gök cismine sevgililerinin ismini veriyorlardı, bunlar hep yalan mı?

 

Onların hepsi yalan ya. Normalde bilim camiası için öyle bir şey söz konusu değil. Sadece katalog numaraları geçiyor. Ama mesela Hoag Cismi’nin ismi çok oturmuş bir isim. Kataloglarda hala numarasıyla geçse de, araştırmacılar makalelerde özel isimle kullanıyor. Bilmiyorum bizim galaksimiz için astronomi camiası ne der ileride. İnsanlar hatırda kalması için ve hangi cisimden bahsedildiği belli olsun diye makalelerde parantez içinde “Burçin’in Galaksisi” diyebilirler, zaman gösterecek.

 

Oşu: İlk defa anlamış hissediyoruz meseleyi. Haberleştirilme biçimi o kadar bilgiden yoksundu ki. Bakıyoruz bakıyoruz tam ne bulunmuş, ne olmuş anlamak mümkün değil. Peki, fiziğe ilgin ne zaman, nasıl başladı?

 

Bu soru biraz zor bir soru, insanın ilgisinin başladığı bir nokta yoktur ya… Küçükken hep yıldızlara bakalım, gökyüzünü izleyelim isterdim. Gökyüzünün sürekli hareket halinde oluşu her zaman çok ilgimi çekmiştir. Her zaman “Bu nasıl oluyor? Hiç aklım almıyor. Uzayda bu kadar yıldızlar var deniyor, nasıl bu kadar küçük görünüyorlar?” gibi sorular sorardım. Belli bir yaş verebilir miyim bunun için emin değilim. Kendimi bildim bileli sayısal alan sosyal alana nazaran benim daha çok ilgimi çekmiştir. Çünkü bir hesap yapabiliyorsun, elinde kanıtlar var. Ablamla konuşuyoruz -sizin de bildiğiniz gibi kendisi sosyal bilimci- mesela ablam her şeyi sorgular. Diyorum abla, hiç mi delil yok? Önce elinizde veriler olur onların üzerinden teoriler üretirsiniz ya, ablamın çalışması çok subjektif geliyor bana, onun çalışmalarını anlayamıyorum, herşey çok değişken. Küçükken de böyleydim ben; elimde rakamlar olsun bunları bir formülün içine koyayım bir sonuç elde edeyim. Bu beni tatmin ediyordu.

 

Hazal: Ablanın kim olduğunu da belirtelim tabi burada, en sevdiğimiz 5Harfliler yazarlarından Burcu Mutlu. İkiniz de bilimi seçmişsiniz ama iki ayrı yönde. Ablanın etkisi oldu mu seçtiğin kariyerde?

 

Ablam benim için bir rol modeldir. Herhalde küçük kardeşlerin büyük kardeşlere karşı böyle bir imrenmesi oluyor. Ablamın hayatımda büyük etkisi olmuştur diyebilirim. Mesela hiç unutmam ortaokuldayken bize bir ödev verdiler; idealinizdeki insanı yazın. Düşündüm düşündüm, ablama sordum: “Abla ya, ben çok zeki bir insan olmak istiyorum. En zeki insan kimdir?” Ablam da, “herhalde Einstein’dır” demişti. Sonra Einstein’ın hayatını, hikâyelerini okumaya başladım, çok ilgimi çekti. Daha önce kimsenin düşünmediği şeyleri düşünüyorlar, bilinmeyen şeyleri. Bu şekilde düşünmek nasıl bir şey acaba? Bunları merak edince ablam bana bilim insanlarının hayatlarını anlatan kitaplar almaya başladı. Bunları okumaya başladım. İnsanlar nasıl araştırmalar yapıyormuş? Teoriler nasıl oluşmuş? Bilim nasıl ilerlemiş? Böyle sorular sormaya başladım. Sonrasında, “ben fizikçi olacağım” dedim. Ondan başka bir şey beni tatmin etmeyecek gibi gelmişti.

 

Ortaokul bir dönüm noktası olmuştur o anlamda. Öncesinde de her ne kadar ilgim olsa da parmağımı basamıyordum tam ne istediğime. Biyoloji çok ezber geliyordu, kimya da biraz el işi gibi, maddeler karıştıracaksınız falan. Ben çok sakar bir insanım. Hatta nanoteknoloji denedim, biyofizik denedim, fiziğin çeşitli alanlarını denedim. Ama benim gibi bir insan için…yani sağıma dönüyorum bütün aletler yerde. Hoca da, “sen teori veya gözlem çalış en iyisi” dedi en sonunda. Zaten uzaya karşı olan ilgim belliydi. Karadeliklerin uzay konuları içerisinde özel bir yeri var benim için. “Aman Allah’ım! Zamanın durabildiği bir yer mi varmış?” Ortaokulda onu ilk öğrendiğim andaki şaşkınlığımı tarif bile edemem. Karadeliklerde zaman yolculuğu mümkünmüş. Işte o zaman dedim ki “Tamam. Karadelik. Karadelikleri çok sevdim ve onları çalışacağım.”

 

Hazal: Bu zaman meselesini biraz açmak ister misin? Anlamadık çünkü.

 

Aslında bizim bildiğimiz anlamda zaman, başlayıp devam eden ve her yerde eşit olan bir şey değil. Zaman maddeye bağlı bir şey. Uzay zaman dedikleri bir kavram var. Uzaydaki madde ne kadar ağırsa yanında akan zaman da ona göre şekilleniyor. Hatta bunu şu şekilde ifade ederler; bir çarşaf düşünün. Çarşafı gerdik. Üstüne bilyeler attınız. Çarşaf uzay oluyor, mekân oluyor yani. Yer çekimi aslında madde uzay çarşafını büktüğü için oluyor. Yani küçük bir bilye çarşafta küçük bir delik oluşturuyor. Yanından akan zaman da kıvrıma bağlı akıp gidiyor. Karadelik de, en ağır bilyenin o çarşafı delmesi gibi. Artık orada zaman akmıyor gibi bir hal alıyor. Yani biz bir gün karadeliğe gerçekten gidebilsek, orada parçalanmadan bulunabilsek yani, zamanın durmasını yaşayacağız, artık o da nasıl bir şeyse. Mükemmel bir şey ya. Hakikaten günlük hayatımızda göremeyeceğimiz, hissedemeyeceğimiz şeylerin uzayda yaşanabiliyor olması beni çok cezbediyor. Bir de mesela şey var, bu teori de çok hoşunuza gidecek. İkizlerin paradoksu var. İkizlerden birini Dünya’da tutuyorlar, diğerini de ışık hızına yakın bir hızda uzaya gönderiyorlar. İşte bir müddet uzayda dolaştıktan sonra geri geliyor. Uzaydan gelen, Dünya’da kalan ikizini yaşlanmış buluyor. İkizler sonuçta, yaşlarının aynı olması lazım ama zamanı farklı deneyimledikleri için birisi yaşlanırken diğeri genç kalıyor.

 

Oşu: Tamam küçüklükten gelen bir merak, ablanın desteği, bunlar yolunu çizmende etkili olmuş ama müthiş bir kararlılıktan bahsediyorsun bir yandan da. Ortaokulda “ben fizikçi olacağım” diye karar verip bunu başarmak!

 

Doğrusu, bende yaptığım işte en iyisi olma isteği, bir mükemmelliyetçilik var. Bu ortaokuldayken, lisede derece yapacağım, sınavda birinci olacağım gibi bir gayretti. Bir şeyi yapıyorsam en iyisini yapma gayreti. Türkiye’de birazcık şunda tereddüt yaşadım; fizik eğitimi nasıl alacağım? Çünkü hakikaten toplumda da çok duyduğumuz gibi, fizik eğitimiyle sadece öğretmen olunduğunu düşünüyordum. Etrafımda da böyle bir algı vardı. O yüzden mühendislik okuyup, orada fizik kısmına yönelip, çift dal yapıp, sonra yüksek lisansta mı fiziğe yönelsem gibi şeyler düşünüyordum. Yani illa fizik olacaktı ama Türkiye’deki koşullardan emin değildim. Sonra Bilkent’in broşürü geldi bir gün önüme ve burada fizik alanında bilim insanı yetiştirmeye çalıştıklarını fark ettim. Yani fizik eğitimini öğretmenliğin ötesinde görüyorlardı, oradaki tanıtım beni cezbetti. Tamam dedim, ben Bilkent’te fizik okuyacağım. Böylece karar vermiş oldum. Üniversite bölüm seçimlerimde bütün tercihlerim fizikti.

 

Hazal: Peki ABD’ye gitme planın da en başından beri var mıydı?

 

Ablama sorsanız der ki “Burçin ilk başından beri ben Amerika’ya gideceğim, NASA’da çalışacağım derdi.” Yani ortaokuldan beri bu üç şey vardı; Amerika’da okumak, NASA’da çalışmak ve astronot olmak. Amerika tamam. NASA’da çalışmak da bir gün inşallah olur diye düşünüyorum. Astronotluk kısmını bilmiyorum nasıl yapacağız. Gerçi astronot olmanın da çok zor olmadığını fark ettim. Sadece zaman ayırıp, astronotluk eğitimi alıp astronot olabiliyorsunuz.

 

Oşu: Ne zamandır ABD’desin?

 

2009’dan beri.

 

Oşu: ABD’ye ilk gidiş pek çok insan için zor bir deneyim olabiliyor. Hele de şöyle bir zamanda nereden geldiğin, kimlik etiketlerin vs. “Kültür şoku” denen şeyi sen yaşadın mı?

 

Ben Türkiye’de daha çok kültür şoku yaşadım. Tabii şu an belki değişmiştir ama benim yaşadığım zamanda, mesela Bilkent’e fizik bölümüne girdiğimde biz iki kızdık. Ben hazırlık okudum. Diğer arkadaş bölüme geçti. Ben hazırlık okuduğum sürede diğer bütün fizik öğrencileri tarafından parmakla gösteriliyordum. Tek kadınsın sonuçta. Sonraki süreçlerde yeni gelenlerden hazırlığı atlayan arkadaşlar oldu. Sonra herhalde beşi falan bulduk. O dönemde sınıf arkadaşlarım erkek çoğunlukla, hocalarımın hepsi zaten erkek. Bana erkek öğrencilerin hocalarla ilişkileri hep daha bir yakın gelmiştir, sanki erkek erkeğe hemen bir muhabbet kuruluyor. Bence bir kadının erkek hocasıyla öyle yakın ilişki kurması daha uzun zaman alıyor. Sınıf arkadaşlarınla yaşadığın ilişkiler de aynı şekilde. Erkekler hemen bir araya toplanıyorlar, soru çözüyorlar, hem eğleniyorlar hem erkek kültürünün verdiği o tanışıklık, rahatlık oluyor… Sen bir kadın olarak daha bir ‘öteki’ olarak kalıyorsun o anlamda. Bir de bizim zamanımızda başörtü yasağı vardı. Ben üniversite birinci sınıfta kapandım. O da vardı; başörtüyle giremiyorsun, şapka takıyorsun, yani bunun verdiği bambaşka bir dışlanmışlık psikolojisi de oluyordu.

 

Oşu: ABD’de devam mı etti o his?

 

Valla Amerika’ya gittiğimde özgürlükler ülkesi gibi bir his oluşmuştu bende. Yani muhakkak şoklar yaşıyorsunuz da Türkiye’de yaşadığım gibi yaşadığımı söyleyemem. Türkiye’de o dönemlerde fizikteki kadına, hele kapalı kadına yönelik tavır daha ayrıştırıcıydı. Bir hoca, “Kadınsın. İstanbul’dan geliyorsun. Fizik okuyacaksın. Sen deli misin?” demişti. Üniversiteye ilk geldiğim yıl buna benzer yorumlarla çok karşılaştım.

 

Buradaki üniversite ortamı çok daha farklı tabi. Üniversitedeki hocaların arasında astrofizik alanında az sayıda bile olsa kadınlar var. Ama burada da mesele hallolmuş değil, eşitlenmeye daha çok var. Mesela şöyle bir örnek vereyim: Geçenlerde fakülteye yeni hoca alacaklar ve seçim sürecinde bunu yüksek lisans öğrencilerine de soruyorlar. Bu öğrencilerin hepsi zaten erkek. İki tane kadın geldi aday olarak, bir tane de erkek geldi. Şimdi erkeklerin erkeklerle olan ilişkisi ve kadınlarla olan ilişkisi bambaşka. Kadın adaylar daha profesyonel yaklaştılar, erkek adaysa, hemen “Ne haber, neler yapıyorsunuz yaa,” modunda muhabbete geçti. Sonrasında öğrenciler değerlendirme yazdılar, erkek öğrencilerin çoğu erkek olan adayı tercih ettiler. Neden? “Biz çok rahattık, çok yakındı, bizimle çok ilgilendi,” gibi sebepler söylediler ve sonunda da bölüm erkek adayı tercih etti. Yani var olan kültür üniversitelerin geleceğini de etkiliyor.

 

Oşu: Seni kişisel olarak etkilediği zamanlar var mı bu durumun?

 

Ben şanslıyım açıkçası. Şu anki hocam hem kadın olarak hem araştırmacı olarak bana saygı duyuyor, eşit muamele ediyor. Mesela hocam bu çalışmayı yaptıktan sonra krediyi kendisine alabilirdi, oysa her röportaj sırasında beni öne çıkardı; “Bu senin analizin. Bunu analiz eden kişi sensin, bu senin bulgun” dedi. Bu haberlerin yayınlandığı sırada biz Texas’ta bir konferanstaydık. Oradayken de basın açıklamaları sırasında hep, “bu çalışmayı Burçin yaptı. Burçin ile konuşun” diyordu. Hocamın katkıları çok büyüktür benim için. Başka arkadaşlardan, yüksek lisans öğrencilerinden duyuyorum; onlar bütün emeği verdikleri halde hocaları, “bu benim fikrimdi zaten, ben olmasam sen zaten yapamazdın” diyorlarmış. E sen danışman hocasın, elbette öğrenci bir anda fikri ortaya çıkaramayacak, bütün verileri elde edemeyecek. Sen ona o olanakları sağlayacaksın. Makalenin ilk yazarı olup o arkadaşları ikinci üçüncü yazar haline getirdikleri oluyor. Ben o anlamda şanslıydım. Amerika’da üniversitenin dışındaki daha sosyal kesimlerinde göçmensin, Müslümansın diye işaret edilme olayı belki biraz daha fazla gerçekleşiyor ama zaten benim hayatımın çoğu üniversitede geçtiği için çok da maruz kalmıyorum açıkçası.

 

Hazal: Dışardaki bu ayrımcılık üniversitenin içine girmiyorsa bu da bir şey demek, en azından senin üniversitende.

 

Ben yaşamadım. Kadın olmak, göçmen Müslüman olmaktan daha zor. Yani onu daha çok görüyorum. Zannedersin ki Amerika’da Müslüman karşıtlığı kadın olmaya nazaran daha ağır basar ama ben hala seminerlere katıldığımda tek kadınım ve oralarda kadın olduğum için dikkat çekiyorum. İnsanlar kafalarını çevirip sana bakıyorlar. Herhalde buna alıştım ama artık. Hatta artık bunu kullanmaya karar verdim. Madem özeliz, özel oluşumuzla ortaya çıkalım, gösterelim kendimizi. Şunu da çok yaşıyorum; konferanslarda çoğu zaman tek kapalı Müslüman kadın ben oluyorum ve aslında bunun da avantajını yaşıyorum bir anlamda. Herkesin hemen ilgisini çekip, akıllarında kalabiliyorsun. Yani diğerleri gibi bir öğrenci olsaydım belki bir sürü insanın içinde kaybolabilirdim ama bir yere girdiğimde hakikaten insanlar hemen fark ediyorlar. Bazen bu rahatsız edici de olabilir, “herkes bana bakıyor” diye gerilebilirsin ama ben artık bakış açımı değiştirdim, daha pozitifim ve rahatım. Bence farklı özelliklerimiz varsa eğer, bunları gizlemekten ziyade öne çıkarmak ve kendimizle barışık olmamız gerekiyor.

 

Şunu da eklemek istiyorum; bilimsel olarak bu çalışmaların önemi dışında azınlıklar için de bambaşka bir anlamı var. Üniversitemizde yerli Amerikalı bir direktörümüz var gözlemevinin programlarıyla ilgilenen. Bu haberlerin yayılmasından sonra o adam beni tuttu dedi, “seninle özel konuşmam lazım.” Şakayla karışık dedim ki “ne yaptım, yine bir şey mi kırdım yoksa?” Adam dedi ki; “Akademik başarılarınızdan dolayı tebrik ederim ama bunun ötesinde bizim gibi azınlıkları, göçmenleri böyle saldırıların olduğu bir dönemde, bu şekilde güzel temsil ettiğiniz için sizi tebrik etmek istiyorum” Sonra şunu anlattı: Gözlemevinin halka açık programlarından birinde elli kişilik bir gruba bizim yaptığımız çalışmanın röportajını seyrettirmişler. Arka koltukta göçmen bir kadın çocuğuyla birlikte otururken ağlamaya başlamış. Sonra da bu kadın bizim direktörün yanına gelerek ne kadar mutlu olduğunu, devamlı negatif algıların olduğu bir dönemde azınlık bir kadının böyle pozitif bir şekilde yansıtılmasından dolayı ne denli sevindiğini ifade etmiş. “Çocuklarımıza çok güzel örnek” gibi cümleler kurmuş. Adam bana bunları anlatıyor ama öyle bir anlatıyor ki, zannedersiniz Nobel Barış Ödülü’nü alıyorum ben orada. “Biz yerli Amerikalılar Amerika’da, siz Yunanlar, Türkler ise o coğrafyada yıldızlara baktınız ve biz yıldızlarda buluştuk. Aslında yıldızlara bakarak kültürlerimizi birleştirdik.” Ben ağlamamak icin kendimi zor tutuyorum, o kadar duygulandım ki. Ablamı aradım hemen, ablam sesimi duyunca panikledi, “Ne oldu kaza mı geçirdin?” dedi, ben de “Hayır çok mutluyum” dedim, durumu anlattım. Yani bilimsel bir çalışmayı yapmanın ötesinde meğerse biz başka şeyler de yapıyormuşuz.

 

Hazal: Trump Amerika’sına da ilaç gibi gelmiştir.

 

Biri bir websitesinde öyle yazmış Trump’a hitaben: “İşte görüyor musun bu Müslüman göçmenler ne büyük zararlar veriyorlar ülkemize, önce kafa kesmeler şimdi de çok nadir galaksi keşfetmeler… Daha neler göreceğiz? Bilimi Amerikan yapın yeniden!” Böyle komik şeylerle de karşılaştım.

 

IMG_4918

 

Oşu: Ne kadar gurur verici hiç tanımadığın insanlara böyle dokunmak, umut vermek.

 

İnsan diyor ki bunun üzerine: “Ben çalışmayacağım da ne yapacağım?” Hakikaten bu tarz şeyler de insanı o kadar motive ediyor ki. Ben bir de insanlarla iletişim halinde olmayı çok seven bir insanım. Şu an o anlamda o kadar çok tatmin oldum ki, bu beni yıllarca götürür artık.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

Y“Ya ben Çilem’im. Ben güzelim. Ben güçlüyüm. Ben umutluyum.”
“Ya ben Çilem’im. Ben güzelim. Ben güçlüyüm. Ben umutluyum.”

Çilem Doğan artık özgür. Peki, şu aralar nasıl hissediyor, neler yapıyor, kendisine sorduk.

MEYDAN

YGelsin Baba, Gelsin Koca, Gelsin Kayyım, Gelsin Cop!
Gelsin Baba, Gelsin Koca, Gelsin Kayyım, Gelsin Cop!

"Aslında kayyım denince bir irade meselesi söz konusu. Kayyımın ismi belediyeye girmiş olabilir ama kayyımın kendisi zaten topraklarımızda. "

Bir de bunlar var

Feminist Astroloji, Mars Retrosu ve Libido Önlemleri: Kristin Demirci ile Söyleşi
Arzu Tramvayı Mars’a Kondu
Japon Mutfağında Muamma: “Neden Hiç Büyük Kadın Suşi Ustası Yok?”

Pin It on Pinterest