Ateş açmadan önce erkeklerin sınıftan çıkmasını isteyen katil, kadın mühendislik öğrencilerini kendi hayatındaki başarısızlıklar için suçluyordu.

MEYDAN

TARİH

Montreal Katliamı Beni Feminist Yaptı

Annem on yılı aşkın bir süre her sene Montreal Katliamı’nın yıldönümü olan 6 Aralık’ta kızkardeşim ve beni telefonla aradı. 1989 yılının karanlık bir kış günü yarı otomatik tüfekli tek bir adam Montreal Üniversitesi Politeknik Okulu’nda 14 kadın mühendislik öğrencisini katletmişti. Ateş açmadan önce erkeklerin sınıftan çıkmasını isteyen katil, bu genç kadınları, bu “feministleri” kendi hayatındaki başarısızlıklar için suçluyordu. Katliamdan hemen sonra silahını kendisine çevirmişti.

 

25 yılın ardından bu katliam hala Kanada topraklarında 19. yüzyıldan beri gerçekleşmiş en kanlı saldırı. İsminin Politeknik Katliamı ya da Montreal Üniversitesi Katliamı değil de Montreal Katliamı olması bana her zaman çarpıcı gelmiştir. Bizi Fransız/İngiliz, Doğu/Batı, zengin/yoksul diye ayıran dil politikalarının hüküm sürdüğü bir şehirde, olayın tüm şehri nasıl sarstığını göstermek için böyle bir isim gerekiyordu.

 

O sırada 12 yaşındaydım, üniversiteye gitmek için evden ayrılan ablam 19. Olaydan okul koridorlarında haberim oldu. Haberi çocuklar genelde bu tür haberleri nasıl karşılarsa öyle karşıladım – şehirden ne kadar uzakta olsak da tehlikede olduğumuzu düşünerek, korkuyla. Tehlikede değildik ama kurşun yakınımızdan geçmişti: kurbanlardan 20 yaşındaki Geneviève Bergeron bizim okuldan mezundu. Ablam gibi o da klarnet çalardı ve orkestrada ablamın yanında otururdu.

 

Okuduğum lisede 1989’dan sonra pek çok anma düzenledik. 12.sınıfta tam o sene karma eğitime başlamış bir erkek okuluna geçtim (kimseye tavsiye etmem) ve güya öğrencilerine iyi adamlar olmayı öğreten bu erkek okulunun bir kez bile Montreal Katliamı için anma düzenlemediğini öğrendim. 14 erkek öğrenciden birer mum tutmalarını ve her birinin 14 kadından birinin adını haykırmasını isteyerek nihayet ben bir anma düzenledim.

 

Evden ayrıldıktan sonra uzun bir süre annemin bu yıllık aramaları tanıdık ve müthiş bir huzur verdi bana. Montreal Katliamı’ndan, bu katliamın benim gibi pek çok kızı nasıl şekillendirdiğinden, bana korkmayı ne kadar erken bir yaşta öğrettiğinden, ama aynı zamanda feminizmimin de köklerini oluşturduğundan ve bana bu korkunun ne kadar gerekli olduğunu gösterdiğinden kimsenin haberi olmadığı yerlerde yaşadım. Ve o yerlerde yaşarken annemin o üzgün sesi beni biraz daha az yalnız hissettirdi.

 

Ama 15-20 sene sonra trajediden uzaklaştıkça o aramalar, telefondaki o üzgün ses beni rahatsız etmeye başladı. Montreal Katliamı gözüme daha az kötü göründüğünden değil. Hatta yetişkin olarak baktığımda kadın düşmanlığı, silahlara kolay erişim ve şiddet birleşiminin ne kadar tehlikeli olduğunu ve pek çok kadının hayatını nasıl aniden ve vahşice bitirebileceğini daha iyi idrak edebiliyordum. Dolayısıyla katliam daha bile beter geliyordu. Fakat annemin üzüntüsü kurbanlardan hiçbirini tanımayan, kızları mühendislik öğrencisi olmayan (sanki farkedermiş gibi) ya da Montreal Üniversitesi’ne gitmeyen (sanki farkedermiş gibi) ya da Montreal’de yaşamayan biri için (sanki farkedermiş gibi) bana fazla tuhaf ve abartılı gelmeye başlamıştı.

 

Ama annemi bu şekilde hiçe sayışım da tuhaf ve haksızdı. Bu katliamın gölgesinde büyümenin bana çok küçük yaştan bir feminist bilinç sağladığını şimdi anlıyorum. Trajediden iki yıl sonra Büyüyünce Ne Olacağım? kompozisyonu yazmamız istendiğinde kendim için “Feminist Aktivist”liği seçmiştim. Okulda cinsel taciz farkındalığı etkinlikleri düzenledim, Geceyi Geri Al yürüyüşlerine katıldım ve kendimi liberal feminizmin kalesi Oberlin College’a atarak daha ilk sömestrden Kadın Çalışmaları 101 dersleri almaya başladım. Fakat her ne kadar kendime feminist demeyi sürdürsem de yıllar geçtikçe davamın aciliyeti – o yürüyüşlü, protestolu, büyük F harfli öfkem – söndü gibi.

 

Şimdi ben de bir kız çocuk annesiyim. Babasının her gün “sen de matematikçi ya da bilim insanı ya da mühendis olabilirsin” dediği bir kız çocuğunun annesi. Ve annemin neden bizi her 6 Aralık’ta arama ihtiyacı hissettiğini artık korkutucu bir berraklıkla görebiliyorum. Elbette ölenlerin yerinde bizim olmamızdan korkuyordu – ve hala da olabileceğimizden. Elbette doğurduğu, büyüttüğü, beslediği, sevdiği, her şeyiyle koruduğu bebeklerini düşünüyordu. Bizim için yapabileceklerinin bir yere kadar olduğunun farkındaydı. Bu dünyada kız çocuğu sahibi olmanın geldiği anlamlar onu endişeleniyordu. Bizi feminist olarak yetiştirdi ve cesur olmamızı istiyordu. İstediğimizi olmamız, istediğimiz yere gitmemiz, özgür ve gözüpek olmamız, düşündüğümüzü açıkça söylememizi istiyordu. Ve dünyadaki diğer bütün anneler gibi bunun ifade edebileceklerinden korkuyordu. O yüzden her yıl 6 Aralık’ta sadece durup sesimizi duymak istiyordu, telefonun öbür ucundan bizi hissetmek. Hala yakınında.

 

(Medium’da yayınlanan orijinal metninden çeviri. Yazar: Abigail Rasminsky)

 

Bir de bunlar var

Metin Erksan 1990’dan Bildiriyor: Sinemada Sansür Akıldışı, Olanaksız ve Sakıncalıdır
Krize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 4
Mümkün Olmadı Hocam

Pin It on Pinterest