Evet, hayat koronaya rağmen akmaya ya da şaşırtmaya ve kötü sürprizler yapmaya devam ediyor.

ECİNNİLİK

Koronalı Günlerimin Sürpriz Misafiri: Erken Menopoz

Nasıl başlayacağımı bilmediğim bir erken menopoz yazısı bu… Nasıl başlayacağımı bilmemem erken menopoz gibi, 33 yaşında başıma gelmesini hayal dahi edemeyeceğim bir sürecin içinde olmamdan kaynaklanıyor.

 

Kısaca özetlersem; son iki yılda, hatta daha kısa bir sürede, 5 gün ve üstünde devam eden adet kanamalarının önce 4, sonra 3 derken 2 güne düşmesiyle yaklaşık 4-5 ay önce şekillenmeye başladı her şey. Kafamda ufak soru işaretleri ve şüpheler oluşsa da tek yaptığım, belki bir ya da iki kez google’layıp hızlıca göz attıktan sonra “Saçmalıyorsun kızım ya ne menopozu, iyice dram yaptın he” diyerek sayfaları hızla kapatıp gündelik hayatıma devam etmek oldu.

 

Açıklaması güç, tuhaf bir inkar içindeydim ki benim gibi rasyonel olmayı takıntı haline getirmiş, her türlü meseleye, en küçüğünden en büyüğüne, alabildiğine duygusuz ve empatiden uzak yaklaşıp zaman zaman insanları ürkütmeyi marifet sayan ve duygularıyla yüzleşmekten en az bir uzaylıyla karşılaşmaktan korkabileceği kadar korkan biri için, ilk etapta bu tavrımı da inanılmaz bir zayıflık, en azından benim yapmayacağım türden bir zayıflık(!) gibi algıladığımı itiraf etmeliyim. 

 

Tam bir, “Nasıl yani, bunca şeye rağmen anlamadın mı, mal mısın kızım?” anı benim için. Şayet bu hikayeyi başkasından dinleseydim içten içe tam olarak böyle tepki vereceğimden yüzde yüz eminim. 

 

Dahası geçtiğimiz yılın sonundaki düzenli jinekolog randevumu, saçma sapan hiçbir aciliyeti ve gerekliliği olmayan birçok şeye harcadığım onca parayı göz ardı edip, “ya şu ara biraz harcamalarımı kontrol altında tutsam daha iyi,” diye atlamam da çok açık ki bu garip inkar halinin bir uzantısı… Buna da kızardım mesela bir başkasından dinlesem bu hikayeyi. 

 

Özetle; erken menopoz belirtilerinin önemli bir kısmını kendimde gözlemleyebiliyordum bir süredir aslında. Hemen parlayan, fevri bir insana dönüşmüştüm ve bunu “ay biz zaten ailecek asabi insanlarız” diye geçiştiriyor ve kulak arkası ediyordum biri uyardığında. Dikkatimi toplamakta çok ciddi biçimde zorlanıyordum ve sanki beynimin yarısı kiraya verilmiş gibiydi. Kesinlikle zihinsel aktivitelerimde bir azalma olduğunun farkındaydım, artan sosyal medya kullanımıma bağlamayı tercih ettim bunu. Ekran süresi kısıtlaması getirdim kendime. 

 

Depresif ve mutsuzdum, eskiden çok keyif aldığım hemen hiçbir şeye karşı ilgim kalmamıştı, flört etmek bunların başında geliyor. Erkeklerin ilgisini oldum olası severdim, bir şekilde çiftleşme dansı yaptıklarını bilsem ve zaman zaman bunu komik ya da acınası da bulsam, bunu kaybetmek istemezdim eskiden. Ama tam olarak kestiremediğim bir süredir bana kayıtsız, sığ ve tuhaf görünüyorlardı. Bana yaklaşmaya çalışanların akıl sağlığını sorguluyordum içten içe, “çaresiz mi bu çocuk neyin peşinde” filan gibi. Hala tanımlayamıyorum, bu bir tür özgüven kaybı mı yoksa “ehh bana ne ya allan değişiği” gibi bi umursamazlık mı bilmiyorum. Ama flört etmeye enerjimin olmamasını biraz garipsiyordum.

 

Aramızda çok güçlü bir kimya olduğundan yüzde yüz emin olduğum ancak yılda 4-5 defa birbirimizi görebildiğimiz uzun mesafe takıldığım çocukla neredeyse geçtiğimiz koca bir yıl boyunca, gerek benim Berlin ziyaretlerimde, gerekse onun İstanbul ziyaretlerinde seks “kesinlikle” eskisi gibi değildi. Özellikle son birkaç seferde artık orgazm taklidi yapmayı da bırakmıştım üstelik. “Senin neyin var, noluyor sana” kaçınılmaz sorusu da aklımın bi köşesine mıhlandı böylece. Çünkü ben de ara ara bu soruyu soruyordum ama asla sesli dile getiremiyordum. Her neyse.. Bunu da başka bir adama olan aşkıma karşılık bulamadığım için kalbimin kırık olmasına ve artık takıldığım çocuğa karşı ilgimi de yitirmeye başlamama bağlayıp hasıraltı ettim. 

 

Diğer yandan mastürbasyon da yapamıyordum, yani yapıyordum da tatmin yoktu, orgazm olamıyordum. Bunu da stresli olmama bağlayıp yok saymaya çalıştım. Oysa belki altı ayda haftada birkaç kez mastürbasyon yapıp toplamda beş defa orgazm olmak da çok stresle filan açıklanabilecek bir değişim değildi. Dahası haftada birkaç kez mastürbasyon yapmamın temel nedeni de bir önceki ve ondan önceki ve ondan önceki başarısız denemeler dizisine eşlik eden “neden olmuyor” sorusu oluyordu genelde, yükselen libido vs değil. “Üstelik, porno denen şey de hiç kadınların seks dürtülerine yönelik değil abi, kim koca bir ekranda kıpkırmızı lahana gibi kat kat bi kuku görmekten ya da saldırgan davranışlar sergileyen bir adamın tek kişilik performansından tahrik olur ki?! O yalan inlemeler zaman zaman canı yanan bi kadının refleks olarak çıkardığı seslere karışıyor – erkekler bunu ayırt edemiyor olamaz!?! Evet evet benim aşık olmam, güven duymam ve o insanla sevişmem gerekiyor, böyle olmuyor belli ki…” Sözleriyle açıkladım kendime bunu da. 

 

Gerçi yine de kısa bir süre Amazon’dan içinde konfetiler olan sevimli bir vibratör almayı düşündüm, bakıp bakıp vazgeçtim ondan da. Yoğun dokunulma arzumu giderebileceğini sanmıyordum, orgazm benim için Ajda Pekkan’ın da dediği gibi kafada biten bi’ şeydi nihayetinde.

 

33 oluyordum artık tabii ki cinsel arzum azalacaktı ya da zevk alma/uyarılma süreçlerim farklılaşacaktı, çok normaldi bu. Tabii ki zaman içinde reglim de kısalacak ve yoğunluğu azalacaktı, biyolojik ve standart bir durumdu bu da. Üstelik regl olmayı ilk günden beri hiç sevmemiştim, çok kısıtlayıcı, acılı ve kırılgan bir süreçti, eh iyi işte, daha az tampon daha az çevresel atık, daha doğa dostu bir insana dönüşmek demekti bu durum belki de. Ehehe! 

 

Evet, bütün bu gerçek mi kötü bir şaka mı olduğunu bilmediğim şeyleri ve fazlasını ciddi ciddi düşündüm. 

 

En son bu ay, son reglim sadece 1 gün sürdü. Bir süredir de sadece 2. ve 4. günler kanama olduğu için kendimi ertesi gün tekrar kanayacağıma inandırmaya çalışarak birkaç gün daha bekledim. Ta ki 5. günün sonunda telefonda bir arkadaşımla konuşurken kafamın içindekiler dudaklarımdan sesli olarak dökülene kadar…  

 

Sonrası malum… 

 

Kime bahsetsem, “bir arkadaşımın başına geldi,” diye başlayan hikayeler yağmaya başladı üstüme. Doktor randevuları, testler, tiroit kontrolleri, rezerv kontrolleri vs. vs. Testler bir süre daha devam edecek ancak süreç üç aşağı beş yukarı şekillendi sanıyorum. 

 

Hormon değerlerim kritik seviyenin altında ve bir mucize olmadıkça doğal yolla hamile kalma ihtimalim yok. Şimdi artık yumurta dondurmak için elverişli olup olmadığıma, bazı başka değerlerin seviyesine göre hormon takviyesi vs kullanıp kullanamayacağıma karar verilecek. 3 doktorun imzasını taşıyan bir heyet raporu verilecek. Kabaca özetlersem, karnıma yapacağım bir takım iğneler vs. akabinde küçük bir operasyonla yumurtalarım toplanacak ve içlerinden 12 – 14 tanesi bir anda vücut sıcaklığından yaklaşık 300 derece düşürülmek suretiyle laboratuar ortamında dondurulacak ve bir yerde saklanacak. “5 yıl,” dedi doktorum ama bence çok kısa bir süre. Hemen itirazı yapıştırdım tabii, 15 de olabilirmiş, bana kalmış. Saçma bir şekilde 15 yılı daha makul buldum çünkü muhtemelen 5 yıl sonra da çocuk sahibi olmak istemeyeceğim ben. Üstelik çocuklarla ilişkim biraz mesafeli olduğundan, hep 30’larımın sonlarına doğru yumurtalarımı dondurup radikal bir fikir değişikliği ihtimaline karşı 40’larımda opsiyonlarımı açık tutabileceğimi düşünmüştüm. Yani öyle uzun boylu da düşünmedim tabii, bir keresinde Sherly Sandberg’in Lean In kitabını okurken aklıma gelmişti, diyelim. “Aaa! Bak bunu yapabilirim aslında kötü fikir değil” anı gibi daha çok.

 

İletişime geçtiğim embriyologlar, tanıdık doktorlar vb. herkes çok temkinli konuşuyor ve bir yandan da inanılmaz sıradan bir durummuşçasına tepkiler veriyorlar. Bense ağır duygusal gelgitlerdeyim birkaç gündür. Biraz utanç verici ama bazılarıyla konuşurken ağladım hatta. 

 

Ne yapacağımı ve ne düşüneceğimi bilemez bir halde durumu rastgele birilerine anlattım ilk şokla. Benden 11 yaş küçük erkek kardeşime mesela, ne kadarını anladı anlattıklarımın bilmiyorum. Apar topar bir acele içinde neden ona anlattım bunu, onu da bilmiyorum. 

 

Test sonuçlarımı aldığım gece sabaha karşı ağlayarak uyanıp hayatım boyunca daha kaç kez can sıkıcı bir haber aldıktan sonra bu yatağın içinde kendi kendimi hıçkırıklar içinde teselli etmeye çalışacağımı da düşündüm. Garip muhasebelere giriştim. Ben sağlıklı beslenmeye ve yaşamaya özen gösteren hatta iyi kötü spor yapan bir kadındım, düzenli olarak sigara içen ve yoğun alkol tüketen biri değildim. Ailemdeki kadınlarda böyle bir genetik hikaye yoktu. Dişlerimde çürük bile yoktu benim, 33 yaşımda kemik erimesi filan okuyordum şu anda. Nasıl yani! Neden bok bulsa yiyen insanlara değil de her şeyi doğru yapmak için bu kadar çaba gösteren benim başıma gelmişti bu! Kızamayacak kadar üzgündüm, sadece ağladım.

 

Aileme anlatmalı mıydım? Anlatsam bir kadın için çocuk yapmanın bir tür sosyal güvence ve doğa kanunu olduğunu düşünen babaannem hastalanıp yataklara düşer miydi? Haberin büyük aile içinde nasıl yankıları olacağını hayal etmeye çalıştım. Zaten biraz “tuhaf ve başına buyruk bi’ kızdım” üstüne bir de “kısırmış” mı denilecekti! Muhtemelen babam dahil herkes öğrenecekti kısa bir süre içinde. Ve belki de herkes dedikodu bile yapamayacak kadar acıyacaktı halime. (Sadece sesli düşünüyorum, belki de acımazlardı, bilmiyorum, çok korkunç insanlar değiller ama toplumsal kültürü yok sayınca yok olmadığını bilecek yaştayım.) Babam, ki aksi bir insan olmasına rağmen, komşu çocuğunu 2 dakika kucağıma alsam Japon animeleri gibi gözlerinden kalpler çıkarmaya başlıyordu son yıllarda. Gayet de geleneksel bir ilişkimiz olmasına rağmen geçen yıl doktorunu bana ayarlama fikri bile bir şekilde makul gelmiş olsa gerek ki akıl dışı konuşmalar oldu aramızda. Evlenip çocuk yapmıyor olmam o noktaya getirdi demek adamcağızı.

 

Peki ya eski ya da potansiyel partnerlerime bundan söz etmeli miydim? “Yanlış alarm! Ben aslında sandığınız gibi değilmişim, hamile kalmaya uygun genlerim yokmuş benim, boşa harcadınız vaktinizi,” filan mı demeliydim, bilmiyorum. Tuhaf bir şekilde onları aldatmış, kandırmış gibi hissediyorum kendimi. Şu anda iletişimde olduğum aday adayı partnerleri de kandırıyormuşum gibi geliyor hatta. İstemsizce. Aklıma erkeklerin içgüdüsel olarak, tabiatları gereği daha yuvarlak hatları olan kadınlara meyletmesiyle filan ilgili çalışmalar geliyor. Anlaşılan belli ölçüde gündelik hayatta da pratik edilebiliyor bunlar kolayca. Ben iri memeli büyük kalçalı bir kadın değilim, ektomorf, çelimsiz kolları ve omuzları, güçlü ve uzun bacakları olan atlet yüzücü filan olabilecek bir tipe sahibim, küçük bir götüm ve küçük memelerim var, doğurgan görünmediğim gibi değilim de demek ki. 

 

Garip bir şekilde topluma karşı bile bir acayip sorumluluk hissediyorum şu anda. Anlatması çok güç ama sanki kendimle ilgili insanlara hep yanlış mesajlar vermişim, aslında hak etmediğim bir saygıyı beklemişim filan gibi.. Bilmiyorum. Tanımlaması aktarması inanılmaz güç, yazarken bile derin derin düşüncelere dalıyorum. 33 çok erken değil mi ya! Nasıl olur! Neden böyle bir şey yaşıyorum, daha doğurganlığım üzerine endişelenmeye başlamak için çok erken değil mi, doğru düzgün bir kariyerim, bir işim, bir partnerim bile yok benim henüz, hayatta yapmak istediğim neredeyse hiçbir şeyi yapamadım daha ve koskoca bir başarısızlıktan ibaret hayatım, şimdi bir de bu mu eklenecek üstüne. Zaten ben biyolojik saat konusunu, muhtemelen sessiz sedasız ilerleyen semptomların da etkisiyle son bir yıldır düşünüyordum ve ara ara arkadaşlarımla ufak tefek kaygılarımı da paylaşıyordum. İş hayatının ne kadar “erkek odaklı” bir şekilde dizayn edildiğini anlatmak için kullandığım bir argümandı gerçi ama bir şekilde hiç olmadığı kadar aklımdaydı.

 

Bu nasıl başlayacağımı bilmediğim yazıyı, nasıl noktalayacağımı da bilemez bir halde burada bırakıyorum. Özellikle yumurta dondurmak gibi süreçleri çok doğru aktaramamış olabilirim çünkü konu çok yeni ve ben hiç bilmediğim bir konuya balıklama daldım ve kendim de devam eden bir süreç içinde üstüme doğru son sürat gelen bilgi çığının altında kalıp telef olmadan öğrenmeye çalışıyorum. Üstelik kafam karmakarışık ve tabii ki aslında bu süreci deneyimlemiş insanların tecrübelerini dinlemek, duymak, öğrenmek istiyorum ama biri Türkçe biri İngilizce iki google’lama tecrübemde de okumaya hazır olmadığımı fark ettim. Özellikle, “kadınlar buraya duygusal olarak harap bi halde geliyorlar” diyen doktordan sonra.

 

Kendimi duygusal olarak harap etmeye niyetim yok. Yine de belki son yıllarda görülme sıklığı artan erken menopozu sinirlerimize hakim olup konuşabilsek ne güzel olur. Deneyimlerimizi ve bilgilerimizi paylaşmanın bana iyi geleceğini biliyorum. Hala söylenecek çok şey var aslında ama şimdilik bu kadar.

 

 

Görsel: Angel of Menopause by Annette Boedts

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Hadi Ben Kaçtım Çantaları VI: Göç
İngilizce Seda Sayan
Sâmiye Cahid Morkaya ya da “Bir kadın da otomobil yarışlarına katılabilir ve birinci gelebilir.”

Pin It on Pinterest