Elinor Ostrom, suyun, toprağın, havanın mülk olarak görülmesine baştan karşı çıkıyor: “Herkese ait olan, kimseye ait değildir.”

MEYDAN

Elinor Ostrom ve Müştereklerin Yönetimi: Herkese Ait Olan, Kimseye Ait Değildir 

İktisat literatüründe kabul gören teorilere baktığımda üzülerek fark ediyorum ki, cinsiyetçiliğin zirve yaptığı sosyal bilimlerden biri üzerine çalışıyorum. Yalnızca feminist iktisat çalışmaları yapan kadınlar değil, makro ya da mikro ölçekte anaakım teorilere alternatif üreten kadınlar da son yıllara kadar epey görünmezdi. Yeterince görünür olduklarını ve hak ettikleri değeri gördüklerini söylemek ise hâlâ zor. Buna karşın, neo-klasik politikaların bir dinden farksız olduğunu kanıtlayan yeni nesil iktisatçıların çoğu kadın. Çevre, gelir eşitsizliği ve feminist iktisat üzerine çalışan iktisatçıların her daim referans verdiği Elinor Ostrom, Nobel Ekonomi Ödülü’nü alan ilk kadın. Maalesef, bu ödülü kazanması Nobel’in cinsiyetçi ve ayrımcı tarihinde kırılma yaratmadı. Ancak Ostrom’un cam tavanı kıran istisnalardan biri olduğunu söylemeden geçmeyelim istedim. Kariyerini, geleneksel ekonomilerin bireyci rasyonel davranışa alternatif olabileceğini kanıtlamaya adayan Ostrom, kamu politikası alanında, kendi kendini düzenleyen ve işbirliğine dayalı sistemlerin desteklenmesini hedefledi.

 

1933 yılında doğan Elinor Claire Awan, California Üniversitesi’nde siyaset bilimi alanında lisans (1954), yüksek lisans (1962) ve doktora derecesi (1965) aldı. Üniversite yıllarında Vincent Ostrom ile tanıştı ve çift 1963’te evlendi. Böylece kariyerinde, Elinor Ostrom adıyla ilerlemeye devam etti. İlk akademik ataması, doğduğu yer olan Bloomington’daki Indiana Üniversitesi’neydi. 1966’da Siyaset bilimi bölümünde yardımcı doçentliğe başladı ve 1980 yılında bölüm başkanı oldu. O zamana dek bu göreve gelen ilk kadındı. 2006’da Arizona Eyalet Üniversitesi’nde Kurumsal Çeşitlilik Araştırma Merkezi’ni kurdu ve 2012’de hayatını kaybedene kadar yöneticiliğini üstlendi. 

 

Bielefeld Üniversitesi’ndeki Disiplinlerarası Araştırma Merkezi’nde araştırmacı olarak çalıştığı 80’li yıllarda, Understanding Institutional Diversity [Kurumsal Çeşitliliği Anlamak] kitabını oluşturacak bölümleri yazmaya başladı. 2005 yılında Princeton University Press tarafından basılan kitapla  kurumların nasıl oluştuğu, nasıl işledikleri ve değiştikleri, toplumdaki davranışları nasıl etkiledikleri hakkında bir analiz ortaya koydu. 

 

“Kurumları anlamak, onların ne olduklarını, nasıl ve neden oluşturulduklarını ve sürdürüldüklerini ve çeşitli ortamlarda ne gibi sonuçlar ürettiklerini bilmek gerekir. Geniş tanımıyla kurumlar; ailelerin, mahallelerin, pazarların, firmaların, spor liglerinin, kiliselerin, özel derneklerin ve hükümet gibi, her ölçekte, tekrarlayan ve yapılandırılmış etkileşimi organize etmek için kullanılan reçetelerdir.”

 

Kurumların incelenmesi, gelişimi, karar verme ve kaynak kullanımı üzerindeki etkileriyle Elinor Ostrom bu alanda öncü bir kitap yazdı. Dünyanın dört bir yanından sosyal bilimciler ve politika yapıcılar, Kurumsal Analiz ve Geliştirme (IAD) çerçevesinden faydalanıyor. Ayrıca Ostrom, kurumsal analizi oyun teorisine uygulayan ilk kişiydi.

 

Kitabın önsözünde, bu konuda verdiği dersin ismini seçerken nasıl garipsendiğini şöyle anlatıyor:

 

“1982’de Bielefeld’de verilen bir derse ‘Yapının Ardındaki Gizli Yapı’ adını vermeye karar verdiğimde, birkaç meslektaşımın şaşkınlığını hatırlıyorum. Bazı açılardan, bu kitap benim o gizli yapıyı ortaya çıkarma ve onların birçok sorusuna cevap verme çabam olarak düşünülebilir.”

 

Gelelim Elinor Ostrom’un iktisat literatürüne yaptığı en büyük katkı olan müştereklerin yönetimine. Müşterekler (commons), birlikte kullanılan yerleri, ortak mülkiyetteki alanları ya da üzerinde mülkiyet kurulamayan varlıkları kapsar. Müşterekleri incelerken üç temel alandan bahsedebiliriz. İlki hava, su, toprak, orman, tohum gibi doğal varlıklardır. İkinci grupta yol, sokak, park, meydan, kıyı gibi kentsel alanlardan söz edebiliriz. Son olarak da bilim, internet, sanat, dil, gelenek gibi sosyal ve kültürel değerleri dahil ederiz (Duru, 2018). 

 

Müştereklerin Dijital Kütüphanesi (Digital Library of Commons), müşterekleri “her paydaşın eşit menfaate sahip olduğu paylaşılan kaynaklar için kullanılan genel terim” olarak tanımlar. Müştereklerin önemli bir parçası olan doğal kaynakların mülkiyeti, çevre ekonomisi için en önemli tartışma konularından biridir. Elinor Ostrom’un müştereklerin yönetimi teorisine kadar, iktisat dünyasında kabul gören görüş, Garret Hardin’e ait müştereklerin trajedisiydi. Hardin, herhangi bir kaynağın ya da malın herkesin kullanımına açık olmasını kabul edilemez bulmakla kalmamış, bu durumu trajedi olarak nitelendirmişti. Hardin’in teorisinin temelinde, anaakım iktisat teorilerinde duymaya alışkın olduğumuz kıtlık, bencillik ve rekabet kavramları var. Doğal kaynakların mülkiyeti iktisatçılar arasında tartışılan bir konu olsa da Elinor Ostrom, teorik altyapısını destekleyen saha çalışmalarıyla en geçerli çözümü sundu. Hızla büyüyen ve küreselleşen ekonomiler, müştereklerin azalmasına sebep oldu. Hardin’in çözümü son derece basitti; tüm müşterekler özelleştirilmeli ya da güçlü bir sistemle devlet tarafından denetlenmeli. Yalnızca ekonomik değeri maksimize etmeye odaklanan anaakım iktisatçılar, ortak mülkiyetin trajik sonuçlar doğuracağı konusunda hemfikirdi. Hardin’in kabul gören teorisine göre, bir kaynağın ya da malın herkesin kullanımına açık olması kaçınılmaz olarak aşırı kullanımla sonuçlanır. Mülkiyet hakkı net belirlenmeyen kaynaklar bir süre sonra kullanılamaz hale gelir. Teorideki temel motivasyon, insanların hiçbir zaman birbirini ya da yarınlarını düşünmeyen, bencilce ve sınırsızca tüketen varlıklar olmasıydı. Ostrom’a göreyse böyle bir trajedi söz konusu değildi. Çünkü küresel ekonomilerin ele geçirmediği yerel topluluklarda insanlar yüzyıllardır işbirliği ve ortaklaşa kullanım üzerine kurulu ekonomiler de yaşıyordu. 

 

Diğer yandan, kullanılamaz hale gelen doğal kaynaklar incelendiğinde bunların çoğunlukla özelleştirmenin veya kamusal denetimin olduğu gelişmiş ülkelerde ya da gelişmiş ülkelerin sömürdüğü topraklarda olduğunu görüyoruz. Anaakım iktisadın müşterekler hakkındaki düşüncesinin özel mülkiyeti gelişim ve ekonomik büyüme için bir önkoşul sayan saldırgan tavırdan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Locke’un özel mülkiyetle ilgili düşünceleri uzun yıllar iktisat dünyasında kabul gördü. Locke’a göre özel mülkiyet, eşit şartlarda çalışan bireylerin serbest piyasada emeklerinin karşılığında kazandığı bir haktı. Yeterince üretemeyen veya çalışmayan bireyler, özel mülk edinemeyecekti ve adil olan da buydu. David Harvey bu teoriyi şöyle eleştiriyordu: 

 

“Bu durumda, Kuzey Amerika’daki yerli halkların ‘üretken’ sömürgeciler tarafından mülksüzleştirilmesi doğruydu. Zira yerli halklar değer üretmiyordu.”

 

Özel mülk edinemeyen vatandaşlar yeterince üretken olmadığı için bunu hak etmeyenlerdi. Mülkiyetle ilgili bu sorunlu görüş, müşterekler hakkında da benzer bir yaklaşıma sebep oldu: Her şeyin bir sahibi olmalı. Ancak o zaman o kaynaktan ekonomik bir değer üretebiliriz. Elbette klasik iktisada göre bizler ekosistemin bir parçası değil, onun hakimiyiz. Doğal kaynaklar, mümkün olan maksimum değeri üretmek için kullanacağımız araçlar. Elinor Ostrom, suyun, toprağın, havanın mülk olarak görülmesine baştan karşı çıkıyor. 

 

“Herkese ait olan, kimseye ait değildir.”

 

Ostrom, küçük yerel topluluklardaki insanların otlaklar, balıkçılık yapılan sular ve ormanlar gibi paylaşılan doğal kaynakları nasıl yönettikleri konusunda saha çalışmaları yaparak iktisat dünyasındaki hakim fikri çürüttü. Doğal kaynaklar kullanıcıları tarafından ortaklaşa kullanıldığında zamanla bunlara nasıl bakılacağına ve bunların hem ekonomik hem de ekolojik olarak sürdürülebilir bir şekilde nasıl kullanılacağına dair kurallar belirlendiğini gösterdi. Örneğin Garret Hardin, insanlar kendi haline bırakıldığında ne olacağını anlatmak için çoban metaforunu kullanıyordu. İki sığır çobanı, aynı otlakta sığırlarını otlatmaya gittiğinde kimin sığırının daha çok yiyeceği nasıl belirlenir? Hardin’e göre eğer devlet denetimi ya da özel mülkiyet yoksa, iki çoban da en çok kendi sığırını otlatmak isteyecektir. Rekabet sebebiyle otlak aşırı kullanılacak ve optimum noktadan giderek uzaklaşılacaktır. Ostrom’a göreyse yerel halkların binlerce yıldır takip ettiği işbirliği yöntemi, bunu doğal olarak çözer. Devlet müdahelesini böyle gereksiz yerlerde kullanmaksa ülkelerin refahını düşürür. Devlet yalnızca, müştereklerin sürdürülebilir biçimde kullanıldığından emin olmalı. Yasa koyucu görevinden faydalanarak doğal kaynakların gelişimi için vergi toplayabilir. Ancak kaynakların özelleştirilmesine gerek yok. 

 

Binlerce yıldır dünyanın dört bir yanında hayvanlar otlatılıyor, sularda balık tutuluyor ve birçok müşterekten fayda sağlanıyor. Hangi yerel ekonomide, iki çobanın survivor ödül oyunu gibi otlağa dalarak kendi hayvanına daha çok yedirmek için toprağı talan ettiğine rastlandı? Ostrom’a göre, herkesin kullanımına açık olan alanlar işbirliğiyle yönetilirse insanlar hem topluluklarının hem de birbirlerinin faydasını gözeterek hareket ediyor. Anaakım iktisadın tüm teorilerinin altında ise insanın homoeconomicus olduğu motivasyonu var. Onların gözünde herkes, gözlerinde dolar işareti, ağzından salyalar akan saldırgan ve rekabetçi varlıklar. Oysa Ostrom’un saha çalışmalarında bulduğu örnekler tam tersini kanıtlıyor. İnsanlar binlerce yıldır işbirliği ve dayanışmayla üretim yapıyor. Yerel ekonomilerde hâlâ örnekleri mevcut. Homoeconomicus’un insanları gözlemleyerek oluşturulmuş bir tanım değil, sistemin sürekliliği için dönüşmemiz gereken ideal olduğunu söyleyebiliriz.

 

Hayatını çevre mücadelesine adamış Vandana Shiva, İyilerin Yanında kitabında, kamu topraklarının metalaştırılmasının sonuçlarını şöyle sıralıyor: 

 

“Birincisi, siyasi olarak daha zayıf grupların yaşam hakkı elinden alınır. İkincisiyse, doğanın kendi kendini sürdürebilme hakkı elinden alınır.”

 

Mülkiyet kavramına dair sorunlu düşüncenin önüne geçilmezse daha çok insanın birçok insani haktan mahrum kalacağını belirtiyor Shiva. Temiz toprağa, suya ve havaya erişim artık bir insani hak değil, parayla satın alınan bir ayrıcalık. Tıpkı, suyun özelleştirilmesi, nehirlerin ya da yeraltı kaynaklarının şişelerde ya da şehir şebekeleriyle satılabilir mallara dönüşmesi gibi. 

 

Ostrom’un çalışmaları, feminist iktisat üzerine çalışan akademisyenler için de besleyici bir kaynak oldu. Ev içi emeğin görünmezliği ve kapitalizmin cinsiyetçi işbölümü hakkında birçok çalışmaya imza atan Silvia Federici de Elinor Ostrom’un teorilerinden etkilenen isimlerden biri. 1970’lerde ortaya çıkan Ev İşleri İçin Ücret  mücadelesi hakkında aynı adda bir kitap yazdı. Federici, “Feminism and the Politics of the Commons” [Feminizm ve Müştereklerin Politikası] adlı makalesinde Elinor Ostrom’un müşterekler teorisini feminist bir perspektife taşıdı. Yerel ekonomilerde kadınların toprağa daha bağımlı olduğunu ve özelleştirme sonrası en çok cezalandırılanlar olduğunu savundu:

 

“Müştereklere feminist bir bakış açısı gereklidir çünkü üreme işinin birincil özneleriyiz ve tarihsel olarak kadınlar toplumsal doğal kaynaklara erkeklerden daha fazla bağımlıdır. Bu nedenle, mücadelenin her zaman ön saflarında olmuşlardır. Caliban ve Cadı‘da (2004) yazdığım gibi, kapitalist gelişmenin ilk aşamasında, kadınlar hem İngiltere’de hem de ‘Yeni Dünya’da çitleme hareketine karşı mücadelenin ön saflarında yer aldı. Komünal sistemin en sadık savunucularıydılar. Peru’da İspanyol fatihler köylerinin kontrolünü ele geçirdiklerinde, kadınlar yüksek dağlara kaçtı ve burada bugüne kadar hayatta kalan kolektif yaşam biçimleri yarattılar.”

 

Görüldüğü züere, Elinor Ostrom, anaakım iktisadın en kutsal kabullerinden birini yıkarak ekonomi, siyaset ve sosyoloji alanında çalışan birçok teorisyenin çalışmasına öncülük etti. Ostrom’un 21. yüzyılın çevre mücadelesi için önemli bir hareket noktası olduğuna kuşku yok.

 

Kaynakça:

Duru, B. (2021, 06 14). Müşterekler. Müşterekler Web Sitesi: https://musterekler.sehak.org/2018/12/10/musterekler-nedir-dogal-kentsel-sosyal-musterekler-ve-kentsel-toplumsal-hareketlere-etkileri-uzerine-bulent-duru/#_ftn2 

Elinor Ostrom, Understanding Institutional Diversity, Princeton University Press, 2005

Elinor Ostrom, Governing the Commons, Cambridge University Press, 1990

Vandana Shiva, İyilerin Yanında, Sinek Sekiz, 2012

Silvia Federici, Re-enchanting the World: Feminism and the Politics of the Commons, PM Press, 2018

David Harvey, Future of Commons, Radical History Review, 2011

https://centerforneweconomics.org/publications/capitalism-the-commons-and-divine-right/

 

Kapak görseli: Elinor Ostrom, Manitoulin Adası, 1968. Elinor Ostrom Koleksiyonu, The Lilly Library.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YMacaristan’da Feminizm ve Güncel Muhafazakar Politikalar Karşısında Kadın Hareketi
Macaristan’da Feminizm ve Güncel Muhafazakar Politikalar Karşısında Kadın Hareketi

Budapeşte Teknoloji ve Ekonomi Üniversitesi’nde sosyolog Emília Barna'yla konuştuk.

ECİNNİLİK

YInfluencer Nedir, Ne Değildir?
Influencer Nedir, Ne Değildir?

Influencer olmanın bir okulu, kuralı ya da şartı yok. Herkes olabilir. Takipçi kitlesiyle içerik üreticisini ayıran tek şey mecrayı farklı kullanma kararı.

ENGLISH

YOn Women’s Right to Being Lazy: Zsofi and Bori from the “Lazy Women” Team
On Women’s Right to Being Lazy: Zsofi and Bori from the “Lazy Women” Team

Lazy Women is a platform dedicated to all women who have been accused of laziness at least at some point in their lives. It is a platform where you have zero obligations; you can do, think and express whatever you want.

ECİNNİLİK

YKadınların Tembellik Hakkı Üzerine: Lazy Women Ekibinden Zsofi ve Bori
Kadınların Tembellik Hakkı Üzerine: Lazy Women Ekibinden Zsofi ve Bori

Lazy Women sıfır zorunluluğun olduğu, istediğinizi yapabileceğiniz, düşünebileceğiniz ve ifade edebileceğiniz, dünyanın her yerinden kadınlara ifade alanı sağlayan bir platform.

Bir de bunlar var

#TransÇocuklarVardır: “Biz, bizim olan hayatı istiyoruz”
Çocuksuzluk Tercihi
Bir Miyoma Kaç Doktor Lazım?

Pin It on Pinterest