Ekonomiyle uzaktan yakından ilgiliyseniz, modellerin vazgeçilmez olduğunu biliyorsunuzdur. Tecrübelerimden yola çıkarak bunun bir çeşit bağımlılık olduğunu söyleyebilirim. Modeller, bir yerden sonra ekonomi eğitimi alan öğrencilerin zihnini ele geçiriyor. Artık, gördüğünüz her iki kavramın ilişkisini eğrilerle ifade edesiniz geliyor. Tüm okullardaki müfredatın bel kemiği, modelleri okuyabilmek ve birbirini kesen iki eğriden sayfalarca çıkarım yapabilmektir. Peki, yıllardır ekonominin seyrini belirleyen modeller baştan hatalıysa?
Sizi, ekonominin dinden pek de farklı olmadığını gösteren, yaşayan en önemli ve yenilikçi ekonomistlerden Kate Raworth ile tanıştırayım.
1970 doğumlu Kate Raworth, Oxford Üniversitesi’nde Politika, Felsefe ve Ekonomi eğitimi aldı. Ardından Kalkınma Ekonomisi yüksek lisans programını bitirdi. 1994’ten 1997’ye kadar, Overseas Development Institute üyesi olarak Zanzibar’da yerel işletmelerin gelişimi üzerine çalıştı. 1997’den 2001’e kadar ekonomist ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın İnsani Gelişme Raporu’nun ortak yazarıydı. Küreselleşme, yeni teknolojiler, kaynak tüketimi ve insan hakları üzerine bölümler yazdı. 2002’den 2013’e kadar Oxfam’da Kıdemli Araştırmacı’ydı. Hala Oxford Üniversitesi Çevresel Değişim Enstitüsü’nde Kıdemli Araştırma Görevlisi, Eğitmen ve Danışma Kurulu üyesi görevlerine devam ediyor.
2017’de Raworth, ilk kez 2012 tarihli A Safe and Just Space for Humanity makalesinde geliştirdiği Simit Ekonomisi kavramını detaylandıran Simit Ekonomisi: 21. Yüzyıl İktisatçısı Gibi Düşünmenin Yedi Yolu‘nu (Tellekt Yayınevi) yayımladı.* Kitabın başlangıcında George Box’un “Tüm modeller yanlıştır fakat bazıları faydalıdır,” sözünü alıntılayan Raworth, insanlığı kurtaracak bir model geliştirmeye çalışırken simitle karşılaştığını söylüyor. Detaylara geçmeden önce, Simit Modeli’nin ne olduğuna bir göz atalım.

Kaynak: Raworth, K. (2019). Simit Ekonomisi: 21. Yüzyıl İktisatçısı Gibi Düşünmenin Yedi Yolu. İstanbul: Can Sanat Yayınları. Syf:31
Simidin temel amacı, modelde tüm insanlar için yaşanabilir ve adil bir alan belirleyip oraya ulaşmayı sağlamak. Simidin tavanı, geçilmemesi gereken ekolojik sınırları sembolize ediyor. İkinci halka ise, toplumsal taban. Hiç kimsenin altında kalmaması gereken toplumsal standartlardan bahsediyor. Yani, insanlığın hep birlikte ve güven içinde yaşayabilmesi için hepimiz simidin içinde olmalıyız.
Bu bakış açısı, anaakım iktisat teorilerinin akıl yürütme alışkanlığına tümüyle ters. Çünkü anaakım modellerde yola bütüncül bir hedefle değil, büyüme odaklı ve tek boyutlu hedeflerle çıkılır. Sonra da bu hedeflere ulaşmaya çalışırken tahrip ettiğimiz doğa, açlık sınırında yaşayan nüfus gibi sorunları nasıl çözeceğimizi düşünmeye başlarız. Özetle, önce dışsallıkları yaratır sonra da çözmeye çalışır ya da çalışıyormuş gibi yaparız. (Dışsallık –externality- basitçe, bir ekonomik faaliyetin hedeflenmeyen/beklenmedik sonuçlarını tanımlamak için kullanılır. Pozitif ve negatif dışsallık olarak iki başlıkta incelenir. Çevre ekonomisinin her zaman odağında olan dışsallıklar, her eylemimizin beklenmeyen sonuçlarını da tahmin etme ve negatif dışsallıklara çözüm üretme açısından önemlidir. Buna en basit örnek, fosil yakıt kullanımı sonrası karbon salımı ya da herhangi bir üretimin yarattığı kirlilik olabilir.)
Bu yöntem bana, kırık dökük borularla dolu berbat bir tesisat sistemine sahip bir evde yaşamaya başlamak gibi geliyor. Her şey yolundaymış gibi valizleri açıp yerleşiyor, banyoyu ve mutfağı kullanıyoruz. Elimize geçen her şeyi lavaboya ya da tuvalete atıyoruz. Sonra birer birer patlayan borulara şaşırıp bunun neden başımıza geldiğini düşünüyoruz. Elimizde kovalarla ve bezlerle patlayan borulara koşuyoruz, tıpkı açlığı ve adaletsizliği bitirmeye çalışan gelişmiş ülkeler gibi. Ve bir şeyleri geçici olarak yoluna koyduktan sonra, yine tesisatçı çağırmaya gerek olmadığına ikna olup kenara çekiliyoruz.
Bence Raworth’un teorisini sıradışı yapan şey, önce insanlığın yaşaması gereken alanı belirleyip sonra, herkesi simidin içine sokabilecek araçlar önermesi:
“Simit kulağa insanlığın özlemlerini ifade edecek doğru bir metafor gibi gelmeyebilir. Fakat ben ve birçok kişi için akıldan çıkmayacak bir imgeye dönüştü. Son derece heyecan verici bir soruyu düşünmemizi sağladı. Eğer insanlığın 21. yüzyıldaki hedefi simidin içindeki alana girmekse, hangi iktisadi düşünce yapısı oraya ulaşmakta bize yardım eder?”
Anaakım iktisadın dışsallıklara olan sorunlu bakışına bir örnek, büyüme ve çevresel kirlilik arasındaki ilişkiyi inceleyen Çevresel Kuznets Eğrisi. Bu modele göre, bir ekonomi büyümeye başladığında başlarda çevre kirliliği artar. Fakat büyüme belirli bir seviyeye ulaştıktan sonra, ekonomi kirliliğe çözümler üretebilecek güçtedir. Dolayısıyla yarattığı çevre sorunlarını iyileştirmeye başlar. İnsanlık, doğayla ahenk içinde, sonsuza dek mutlu yaşar. Peki bu doğru mu? Madem ekonomik büyüme bir noktadan sonra çevreye olumlu etki yapacaktı, aralarında Johan Rockström’ün de bulunduğu 18 araştırmacı tarafından hazırlanan Science makalesi neden tersini söylüyor? İnsanların yaşamını sürdürebilmesi için aşılmaması gereken dokuz gezegen sınırından dördü insan faaliyetleri sonucunda aşıldı. Bunlar: iklim değişikliği, biyosfer bütünlüğünün kaybı, kara sistemi değişikliği, değişmiş biyojeokimyasal döngüler (fosfor ve azot). Yani gördüğümüz tablo, durmaksızın büyüyen dünya ekonomisi ve onunla aynı doğrultuda artan çevresel sorunlar. Gezegene verdiğimiz zararın azaldığı bir periyot yaşamayı bırakalım, geri dönüşü maalesef çok zor olan sınırları aştık. Çevresel Kuznets Eğrisi’ne ülke bazında baktığımızda da tutarsızlığını görebiliyoruz. Bu teoriye göre, dünyanın en büyük ekonomileri artık kirliliğin azaldığı periyoda geçmiş olmalıydı. ABD, Çin, Japonya, Hindistan ve Rusya neden hem en büyük ekonomiler hem de çevreyi en çok kirleten ülkeler listesinde yer alıyor?
Belli ki ekonomi yeterince büyürse her şeyin hallolacağı görüşünde bir sorun var. Zaten, temelleri doğayı sömürmek üzerine kurulu bir sistemin yeterince büyürse mucizevi şekilde doğayı önemseyip kurtaracağı fikri baştan hatalı. Kate Raworth, ekonomiyi yeniden düşünmek için 7 adım sunuyor. Bunlardan ilki ve belki de en kritik olanı: Hedefi değiştir. 70 yıldan fazladır ekonomide temel değerlendirme ölçütü büyüme, yani GSYH’deki artış. Peki neden büyümek istiyoruz? Raworth, insanın doğanın kanunlarını görmezden gelişini şöyle eleştiriyor:
“Bebek olarak doğarız, büyürüz, bir çocuğa ve sonra da bir yetişkine dönüşürüz. Yani büyüme bir noktada tamamlanır. Ağaçlar, hayvanlar ve çevrenizde gördüğünüz her şey için bu böyledir. Şimdi doktora gitsem ve artık büyümediğim için bana yardım etmelerini istesem sanırım psikiyatriye sevk edilirim.”
Doğada hiçbir şey sonsuza dek büyümezken, neden yarattığımız ekonomik sistemlerin büyümesi konusunda bu kadar takıntılıyız? Raworth’a göre, insanlık için atılması gereken en acil adım, bir an önce devletlerin politikalarının yönünü değiştirmek. Sonsuz büyümeden dengeli bir gelişime doğru adım atmalıyız; elbette, insanlığın simidin içinde yaşamasını istiyorsak. Diğer adımlar sırayla ekonomiyi toplumun ve doğanın bir parçası olarak konumlayıp gerçek resmi görmemizi sağlıyor. Yoksulluğu ortadan kaldırmak için ekonomilerin büyümesini değil, bölüşüme dayalı sistemleri güçlendirmemiz gerektiğini söylüyor.
Sistemleri doğru kavramanın yollarını önemini açıklayan adımla, piyasaları arz talep eğrileriyle özetleyen yaklaşıma karşı çıkıyor. Öğrencilerin ilk tanıştığı ve düşünce biçimini derinden etkileyen eğriler, alfabeyi yanlış öğrenerek okumaya çalışmak gibi. Ekonomideki ilk diyagram, 1758 yılında François Quesnay tarafından Newton’un hareket kanunundan yararlanarak geliştirildi. Eğrilerin birçok bilgiyi küçücük bir alanda anlatabilmesi, yorumlanışının kolay olması zamanla onları daha çok kullanılır hale getirdi. Patlama noktası, İkinci Dünya Savaşı sonrası MIT’de mühendislik öğrencilerine ekonomi dersi vermekle görevli olan Paul Samuelson’un kitabıydı. Öğrenciler dersi anlayamadığı için hocaları birçok kez değişmiş. En sonunda bölüm başkanı, Samuelson’u çağırıp “Ekonomiden nefret ediyorlar. Öğrencilerin hoşlanacağı bir metin yaz. İstediğin kadar kısalt. Ne yapmak istersen yap,” diyerek iktisat tarihini domine edecek kitabın siparişini verdi. İktisat kısa sürede farklı ülkelerde en çok satılan, profesörlerin en çok benimsediği kitaba dönüştü. Nesillerdir Econ 101 derslerinin demirbaşı oldu.
Kate Raworth, modern iktisadın bel kemiği olan modelleri, simit gibi basit ve alaya alınan bir imgeyle değiştirmesinin sebebini şöyle açıklıyor:
“İlerleme söz konusu olduğunda, ileriye ve yukarıya gitmek son derece aşina olduğumuz bir metafor. Fakat bildiğimiz ekonomi diliyle, bu türden bir ilerleme bizi tehlikeli sulara getirdi. İnsanlık tarihinin bu noktasında, ihtiyaç duyduğumuz ilerlemeyi en iyi tarif eden hareket, dinamik bir dengedir. “İlerisi ve yukarısı iyidir”i bırakıp “dengeli olan iyidir”e geçmeliyiz.
Eski kültürlere ait sembollerden örnek verdiği kitabında, ilerlemeci agresif tavır yerine döngüsel bir dengeyi tercih etmemiz gerektiğini söylüyor. Maorilere ait takarangi, Taoist yin yang ve Keltlerdeki çifte sarmal bir zamanlar en kutsal sembollerdi. Şimdi neden simit onların yerini almasın?
Bildiğimiz politika araçları, modeller ve eğrilerin anlaşılmak için değil iman etmek için oluşturulduğunu anladığımdan bu yana bana gerçekleri gösterecek bilim insanlarının çalışmalarının peşindeyim. Kate Raworth’un ulaşabildiğim tüm yazılarını okumak, katıldığı forumları izlemek ve tanıdığım herkese ondan bahsetmek bana yetmedi. Bir de hakkında yazı yazmak istedim. Ekonomi alanında uzun yıllardır ağzından çıkan sözlerle dünyaya yön veren erkekler hakimdi ama nihayet teoriler umut verici şekilde genç kadınların omuzlarında yükselmeye başladı.
Raworth, simit modelini uygulayabilmek ve sistemi değiştirmek için başlamamız gereken yerin üniversiteler olduğunu söylüyor. Kitabın başındaki teşekkür notunda “Bu, 25 yıllık ekonomiyi öğrenme, unutma ve baştan öğrenme çabalarımın ürünüdür,” diyor. Ekonomi öğrenmeye başlayan öğrencilerin zihni öyle çok varsayım ve gerçek dışı modelle dolduruluyor ki onlar için gerçekleri görmek, ekonomiyle ilgilenmeyenlere göre daha zor. Modern iktisadın babası sayılan ve hemen herkesin iktisada giriş yapmak için kullandığı İktisat kitabının yazarı Paul Samuelson, modellerini bilimin kalbine yerleştirdi. Kendisinden sonraki kuşakların bir bilimi öğrenme biçimini belirlemenin nasıl bir güç olduğunun farkındaydı:
“Ekonomi derslerinde kullanılacak kitabı yazdığım sürece, ülkede kanunları kimin yazdığı ya da önemli anlaşmaları kimin imzaladığı önemli değil. Eğitime yeni başlayanların tabula rasa’sının en şekillendirilebilir zamanında atılan imza, en ayrıcalıklı olandır.”
Samuelson’ın attığı imzayı silmek ve temiz bir zihinle sorunlara yaklaşmaya çalışmak kolay değil. Ancak Kate Raworth, gezegeni kurtarma şansı olan belki de son nesil olduğumuzun altını çizerek hepimizi öğrendiklerimizi unutmaya ve tekrar bakmaya davet ediyor.
Raworth, K. (2019). Simit Ekonomisi: 21. Yüzyıl İktisatçısı Gibi Düşünmenin Yedi Yolu. İstanbul: Can Sanat Yayınları.
* Editörün notu: Rawort’un teorisinin adı aslında donut ekonomisi🍩. Kitabın Türkçe çevirmeni Akın Emre Pilgir ve yayıncısı Tellekt Yayınevi Türkçe okurları için donutu simite çevirmeye karar vermişler. Rawort’un, teorinin adının neden donut değil de bagel olmadığını soran bir Twitter kullanıcısına verdiği yanıta bakınca (bagelin çok New Yorklu olduğu, donutun ise farklı coğrafyalardaki okurlara daha tanıdık olduğu) bu tercih doğru görünüyor. Ne de olsa simit buralarda en iyi bildiğimiz halka.