“Kendi olayımdan” en çok aklımda kalan şey, cinsel içerikli konuşmaların ne kadar önemsiz, neredeyse sıkıcı geldiği.

MEYDAN

Taciz Hakkında Seksi Olmayan Bir Gerçek

 

Melissa Gira Grant’in New York Review of Books için kaleme aldığı 8 Aralık 2017 tarihli The Unsexy Truth About Harassment başlıklı yazısının çevirisidir.

 

 

WNYC yerel halk radyo kanalının reklam panosu, kullandığım metro durağının iki tarafında birkaç aydır dönmekteydi. Reklamda cep telefonu mesajına benzer sloganlar kullanılmıştı: biri radyonun çağrı kodunun güvenli kelimeniz olduğuyla alakalıydı, diğeri ise “Uyanık mısın?” diye soruyordu. WNYC sunucusu John Hockenberry’nin iş yerinde tacizden suçlandığını öğrenmemizin ve bu hafta çarşamba günü sunucular Leonard Lopate ve Jonathan Schwartz’ın görevden alınıp haklarında “uygunsuz davranış” soruşturması başlatılmasından sonra reklam panosu basına sızmış istenmeyen cinsel içerikli mesajlar gibi duruyor.

 

Panoda yazanlar bana öyle geldi. Eskiden AIM mesajlaşma ekranım, çalıştığım editörlerden ve diğer yazarlardan her saatte gelen mesajlarla yanıp sönerdi. Ama gece gelen mesajların çoğunun sorumlusu editörlerden biriydi. Bu şekilde hikayelerimi yatakta karısıyla editlediğini ve bundan zevk aldığını belli ediyordu. Bana defalarca söyledi, kendi kafasında kurduğu bir şey olmasına rağmen bana bir sırmışım gibi davranıyordu. Ama ben bunun bir parçası değildim. Mesajları saklamadım. Bu olayın üstünden yıllar geçti. Bana söyledikleri beni o zaman da üzmedi, şimdi de üzmüyor. Söylediği şeyler beni şüpheye düşürmüştü. Yazar olarak başarılı olduğum, tadını çıkarmam gereken anlarda batan şüphe dolu bir iğne gibiydi. O editörden kendimi uzaklaştırmam kendi yaptığım işe uzaktan ve şüpheyle bakmam gerektiği anlamına geliyordu. Ben dikkat çektiğim için mi çalışmalarım da dikkat çekiyordu? Editörün başka tek kelime etmesine gerek kalmamıştı, ben bunu kendime kendimden şüphe ederek yapmıştım. Zamanla şüphe etmeyi bıraktım.

 

Editörümün iş ilişkimize cinsel anlamlar yükleme çabalarını olduğu gibi görebilmemi sağlayan #MeToo hareketi değildi. O zaman da yaptıklarının kabul edilemez olduğunu biliyordum. Yine de bana o kadar önemli gelmemişti. Hayatımda çok az yer kaplıyordu. İstediğim zaman “X” işaretine basabileceğim, ekranda beliren bir kutucuk içinde birkaç kelime. Eğer sadece cinsel isteği ifade eden mesajlar olsaydı oturumu kapatırdım belki. Ama benim işim cevap vermekti, ulaşılır olmaktı. Bu, tek istediğim hikayemin tashihleriyle uğraşmak olsa da, tek taraflı cinsel konuşmalara da ulaşılır olmak anlamına geliyordu. Artık biliyorum ki bir iş arkadaşının ya da patronun hareketlerinin taciz olduğunu görmek için ağır bir ihlal gibi hissedilmeleri gerekmiyor. Daha çok, zaman kaybı gibi gelebilirler.

 

Kısa sürede kitlesel bir cinsel taciz hesaplaşması haline gelen #MeToo hareketine verilen tepkiler içinse neredeyse tam tersi geçerliydi. Seks tacizin önüne geçti. Kadınların #MeToo etiketiyle paylaştığı olaylar başka bir şeye, daha belirsiz davranışlara evrilmeye başladı: görevi cinsel yönden kötüye kullanma. Bu yanlış. Görevi kötüye kullanma kulağa tamamen kişilerarası bir problem gibi, “dargınlığa” sebep olan ama suçun kimsede olmadığı bir anlaşmazlık gibi gelebilir. Ancak bir sistem tacizi mümkün kılar. Patron, (eğer varsa) insan kaynakları departmanı, iş yerinde bazı şeylerin görmezden gelinmesi gibi şeyler bu sistemin parçalarıdır. Taciz, bunun gibi bazı şeylere göz yumulan ortamlarda en etkilidir. Yapılan tacizler bu tarz ortamlar da yaratabilir. Bu ortam, geceleri yanıp sönen ‘gelen kutusu’ olsa da.

 

Bu gibi suçlamalar, iş yerinde taciz değil de “görevi cinsel yönden kötüye kullanma” olarak aktarıldığında, kadınlar cinsel bekçi rolüne bürünmek zorunda bırakılıyorlar. Bu da kadınların sahip olduğu gücü, sekse açık olup olmamalarına indirgiyor. Kadının işten çıkarılmasını amaçlayan ya da buna sebep olan davranışlara insanların sesini yükseltmesi, kucaklaşmaların, öpüşmelerin ve seks hakkında sözde histeriye neden olan tartışmaların ne anlama geldiğiyle ilgili tartışmalara yol açtı bile. Kadınların istediği seksten mahrum bırakılmak değil. Hep birlikte cinsel tacizin adını koymak, erkek egemenliğinin iş yerinde sağlanmaya çalışılmasıyla mücadele etmenin yollarından biri. Ancak bu, seks konusunda hepten paniklemek ya da seksi hepten reddetmek anlamına gelmiyor.

 

Phyllis Schlafly, 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri Senatosu İşçi Komitesi’ne yaptığı konuşmada şöyle dedi: “İş yerinde cinsel taciz, istisnalar dışında ahlaklı kadınlar için bir problem değildir.” Gücünü kötüye kullananları şikâyet ettiğinde kadınlar masumiyetlerine göre yargılanıyorlar. Ya aslında tacize uğramamışızdır çünkü taciz etmek ve arzulamayı birbirinden ayırt edemeyiz, ya da tacize uğramışızdır çünkü zaten masum değilizdir. Bir zamanlar kadınların seks konusunda cahil bırakılmaları gerektiği düşünülüyordu. Hala kadınlar olarak güç ilişkilerinin nasıl işlediğinin farkında olduğumuzu belli etmememiz gerekiyor. Erkek egemenliğinin ne kadar ezbere olduğunun da bilinçli de bilinçsiz de olsa farkındayız. Çoğu zaman önemsiz bir şeymiş gibi geldiğini de biliyoruz. Erkek egemenliği her yerde karşımıza çıkan bir kontrol mekanizması.

 

Cinsel taciz, cinsiyete dayalı diğer şiddet türlerinde olduğu gibi, rızaya karşı gelmek olarak algılanıyor. Oysa bundan çok daha fazlası. Amerika Birleşik Devletleri’nde cinsel taciz hukukta cinsiyet ayrımcılığı ve insan haklarının ihlali olarak tanımlanıyor. Bu hukuki çerçeve kendiliğinden bir koruma sağlamasa da, neden benim ya da bedenimin iş yerinde “koruma altında” olması gibi bir beklentimin hiç olmadığını açıklıyor. Neden haklarımın korunmasını beklemediğimi de açıklıyor. Ancak haklarım ihlal edilirse, işverenlerimin buna bir karşılık vermesini bekliyorum ve verecekleri karşılık sayesinde işime devam edebileceğimi umuyorum çünkü aksi takdirde işverenlerim yasal olarak sorumlu tutulacaklar. Korumaya çalışmakla sorumluluktan kaçmak arasında büyük bir fark var. Bugün bu konudaki duyarlılık zirve yapmış olmasına rağmen bu tür bir koruma söz konusu değil. #MeToo hareketinin hemen ardından gelecek bir kampanyanın devam ettireceği taleplerin içinde bile olmayabilir.

 

Kadınların Harvey Weinstein tarafından tacize ve istismara uğradıklarını açıkladığı haftalardan beri, insanların başından geçen olaylar ortaya çıkmaya devam ettikçe, zamanımı ve işimi geri kazanacağımı umut ediyorum. Bu skandal, bir hareketin doğuşundan ziyade yıllardır pişmekte olan cinsel tacize karşı örgütlenmenin kolay ve yüksek görünürlüğü olan kısayoludur. Ancak son günlerde ihlal edilen haklar yerine ihlal edilen duygulardan bahsedildiğini fark ettim. Gittikçe sayısı artan gazeteciler hikaye peşinde; her kadının başından geçen olayda haber değeri taşıyan “önemli” bir adamın adının geçmesi gerekliliği, otel bornozlarının ayrıntılı tanımı, suç unsuru taşıyan mesajlaşmalar ve nerenin ellendiği, kimin neresini gösterdiği ve bunların kaç defa yaşandığına dair ayrıntılı tasvirler. “Kendi olayımdan” en çok aklımda kalan şey, cinsel içerikli konuşmaların ne kadar önemsiz, neredeyse sıkıcı geldiği. İncinmiş hissetmedim. Halka itiraf edecek bir acım yoktu. Olaylar açığa çıkmaya devam ettikçe, mesela kendisine iş sözü veren bir adamın penis görüntüsünün onu yaralamadığını söyleyen bir kadına inanacağımızı, kaybettiği şeyin kendinden bir parça değil de zamanı, enerjisi, gücü olduğunu söylediğinde o kadına da inanacağımızı düşünmek istiyorum.

 

Hockenberry iş yerinde tacizle ilgili bize bir fikir veriyor: New York dergisinin moda blogu The Cut’a konuşan bir yapımcı, Hockenberry onu zorla öptüğünde eğer bu konuda şikâyet ederse oradan gönderileceğini hissettiğinden bahsetmiş. Hockenberry’nin eski yardımcı sunucusu Adaora Udoji ise şöyle yazmış: “Bana farklı ses ve temaların işleneceği söylenen, WNYC’de yayınlanacak olan yeni bir sabah programına çağrıldım… Kullanıldığımı ilk hissettiğim o anı hatırlayabilsem keşke.” Hockenberry’nin program yapımcılığıyla ilgili olarak da şöyle demiş: “İstismar sıradan bir şey haline gelmişti.” Udoji, Hockenberry’nin programından ayrılan üç yardımcı sunucu kadından biri. Bu kadınların üçü de beyaz değil. Charlie Rose programının eski yapımcısı Rebecca Carroll, Rose’un birçok kadını taciz etmesi nedeniyle programdan ayrılmasından sonra kaleme aldığı yazısında, programda kendi çalıştığı zamanı hatırlayarak şöyle diyor: “Beyaz erkeklerin egemen olduğu bir iş yerinde hem siyahi hem kadın olmanın ne anlama geldiği konusunda farkındalık neredeyse hiç yoktu. Rose’un, yaptığı işi sürekli küçümsediğini, kendisini “susturduğunu ve cezalandırdığını” anlatıyor. Carroll, Rose konusunda şöyle yazıyor: “Beyaz kadınları objeleştirmesi cinsiyetçi güç dengelerinin bir göstergesiyken, aynı şekilde beni objeleştirmemesi de ırkçı güç dengelerinin bir göstergesiydi.”

 

Geçmişte feministlerin cinsel tacize dikkat çekmek amacıyla verdiği emekler yanlış bir şekilde evrenselleştirilmişti. Tacizi “kadınları ilgilendiren bir soruna” indirgeyerek ya da cinsiyetin ırk, cinsellik ve sınıf kavramlarının önüne geçmesine izin vererek #MeToo hareketi de aynı hatayı tekrarladı. “Ahlaklı kadın”, mükemmel gerçek mağdur neredeyse hep beyazdır ve fazla talepkâr değildir (ve her zaman bu tür bir “tatsızlık” yaşandıktan hemen sonra olayı ihbar eder). Bu standartlara uymayan her kadına şüpheyle yaklaşılır: kızmıştır, işin ucunda para vardır, dikkat çekmek için ölüyordur veya başkanın dilini kullanacak olursak, 10 üzerinden ancak 6’dır. Sadece güvenilir mağdur olarak görülen kişiler mağdur olmaya hak kazanır.

 

Seks ve “görevi cinsel yönden kötüye kullanmak” kavramlarının birbirlerine karıştırılması, kamuoyunun öfkesi ve toplumsal cezalandırma mekanizmalarının da yardımıyla #MeToo hareketinin bir tür “seks paniğine” yol açacağı endişesini yarattı. Ama artık çok geç: cinsel taciz bir kontrol mekanizması ve şimdiye kadar birçok kadının hakkı olan işinden olmasına ve hakkettiği dikkatten mahrum kalmasına neden oldu. Erkekler kadınları ikinci sınıf, değersiz ve görünmez rollere itmek için seksi kullandığında o seks değil, cezalandırmadır. Tacizin cinsel şiddetin derecesine göre ölçülebileceği fikrini reddetmemiz lazım. Bizim mücadelemiz cinsiyetle değil, belirli veya genel anlamda erkek topluluğuyla da değil. Bizim mücadelemiz güçle.

 

Bu, kadınların da kendi güçlerine bakmalarını gerektirecek. Yazar ve gazeteci Judith Levine, “Kadınlar artık kadınlar olarak daha eşit durumda olsalar da, kadınları işçi olarak temsil eden kurumların gücü ve kadın hakları her geçen gün iş verenler ve şirketler tarafından ele geçiriliyor,” diyor. “Durum böyle olunca da her kadın kendi başının çaresine bakmak zorunda kalıyor. Yani sadece birkaç kadın başarılı oluyor.” Cinsiyet adaleti sağlamanın bir yolu güçle olan ilişkimizi değiştirerek kolektif direnişe geçmek. Bir diğer yöntem ise güçlü kişilerle yan yana durarak elimizdekilere sahip çıkmak. Eğer #MeToo hareketi güçle başka türlü ilişkilenmemizi sağlamak istiyorsa bu yöntemlerden hangisi başarılı olacak? #MeToo henüz hiçbir tarafa yönelmiş değil ve böyle yapmak zorunda da değil. Hareket, gücünü gücü teşhir etmekten alıyor.

 

#MeToo hareketi, medyayla ve ünlü kişilerle olan bağlantısı sayesinde dikkat çekti. Ancak bizi bu “ana” getiren, kadınların özgürleşmesi ve cinsiyet eşitliği konusunda yapılması gerekenlerin bitmemiş olmasıdır. “Evdeki melek” feminizmin ilk dalgasıyla serbest kaldı. İkinci dalga sayesindeyse “adı konmayan sorun” artık açıkça konuşuluyor. Ancak kadın haklarının –daha doğrusu kadınların gücünün- nasıl hayal edildiği eşikte sıkışmış durumda; kadının arabulucu ve “hayır” diyen taraf olarak görüldüğü o eşiği geçemedi. #MeToo hareketiyle birlikte kadınlar topluca bunun gibi sıkışmalara karşı çıkabilirler. Bu anı güçlü ve tehditkar kılan şu: Kadınların sadece reddetme gücüne eriştikleri bir tahayyül yerine, seksin, işin ve gücün, yanlış namus ve mağduriyet algıları içinde şekillenmediği bir dünya talep etmeleri, hatta arzulamaları.

 

Görsel: Emil Nolde, Paradise Lost, 1921.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YErmeni ve Azerbaycanlı feministlerden ortak 8 Mart açıklaması: Ataerkil “barışınız” batsın!
Ermeni ve Azerbaycanlı feministlerden ortak 8 Mart açıklaması: Ataerkil “barışınız” batsın!

Gerçek kurtuluştan geçen yol, Azerbaycan ve Ermenistan halkı arasında feminist ilkelere dayanan ve kökten gelen bir örgütlenmeyle mümkün olacak. Bu süreçte birbirimizden uzaklaşmayacak, birbirimize daha çok kenetleneceğiz. Bu baskıcı koşullara ve güç dinamiklerine cevabımız feminist devrimle olacak.

MEYDAN

YKrize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 4
Krize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 4

Bir tarafta bakım emeğinin artması ve bunların kadın işi olarak görülmesi, diğer tarafta kolektif bilinç sayesinde koşullara ve vaziyetlere yeni bir anlam kazandıran günlük direnişler.

MEYDAN

YKrize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 3
Krize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 3

Kadın işçiler bakım emeğinin ön saflarında yer alıyorlar ve bu savunmasızlık, şiddet ve sömürü zincirinin “en zayıf halkası” onlar.

MEYDAN

YKrize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 2
Krize Işık Tutuyoruz: Koronavirüs Zamanında Bakım Emeği 2

Hayatın devamlılığını sağlayan sosyal ve duygusal ilişkileri, iş gücü piyasasının  ya da belli bir zümrenin kar ihtiyaçlarından bağımsız şekilde kurabilmek...

Bir de bunlar var

Hayatlarımız Koşullu Değil: Sarah Hegazi ve Yabancılaşma Üzerine
2015 San Francisco Onur Geçidi’nden Fotoğraflar
Türkiye İbneleşiyor!

Pin It on Pinterest