Korkudan çok bir kutlama hali diyebilirim. Bana özgür benliğimi hatırlatıyorlar.

SANAT

Müze, Çocuklar ve Bir “Ressamcı”

Eylül ayında yayınladığımız Gülru Necipoğlu röportajının bir yerinde hoca, çocukların müze gezmesinin öneminden bahsediyordu. O kısmı tekrar okurken aklıma geldi: ben tam da bu işle uğraşan şahane bir kadın tanıyorum.

 

husne-cigdem2

 

Hüsne Çiğdem, İstanbul Modern’de çocuklarla müze turları, sanat atölyeleri yapıyor. Ayrıca içerik geliştirme uzmanı. Yakın zamanda açtığı sitesinde bu çalışmalara ayırdığı bir bölüm var, okuyunca bir sorayım dedim. Müzede çocuklarla çalışmaktan, bir esere çocuklarla birlikte bakmaktan ve biraz da teyze olmaktan bahsettik.

 

rheaworks’te çocuklarla fotoğrafların çok tatlı. Tam olarak ne yapıyorsunuz müzede çocuklarla, anlatsana.

 

Hafta içi okul gruplarıyla sergilere paralel eğitim programları yapıyoruz. Hafta sonu ise performans, yerleştirme, heykel gibi farklı disiplinleri ele alan programlarla çocukların sanatla aralarında bir bağ kurmak, sanat yolu ile ifade yeteneklerini güçlendirerek yaratıcılıklarını tetiklemek istiyoruz.

 

Bunu biraz daha açalım. Mesela şu fotoğrafta elinde terazi, yüzünde takma bıyık neler anlatıyorsun? 

 

Müze eğitiminde drama önemli bir rol alıyor. Mehmet Güleryüz Retrospektif Sergisi’nde Manav isimli resmi çocuklarla yorumlarken öncelikle bir manav kostümü giyip böyle bir kişinin hangi meslekle uğraşabileceğini soruyordum çocuklara. Onlardan manav cevabı gelince de içinde olduğumuz galerinin içinde hangi resimde bir manav gördüklerini soruyordum. O fotoğrafta görmediğimiz diğer malzemeler oyuncak sebze ve meyveler ile kese kağıdıydı. Böylece çocuklar sanat çalışmasının kendisi ile karşılaşmadan önce birtakım ipuçlarıyla tahminlerde bulunuyor ve gerçek hayatla bir bağ kuruyor, bu da sanat çalışmasını inceleme ve yorumlamada onlara çok yardımcı oluyor.

 

Kaç yaşında bu çocuklar?

 

2-12 arasında değişiyor. Çocuklar hafta sonları atölyelere aileleriyle ya da bireysel olarak katılabiliyor. Bireysel katılım yaşı 4 ile başlıyor. Okul gruplarında yaş aralıkları, müfredatı destekleyen olanakları sunabilmek adına 4-5, 6-7, 8-10, 11-12 grupları şeklinde.

 

husne-cigdem-4

 

Çocuklarla çalışmanın en sevdiğin tarafı ne?

 

Beni dinlerken gözlerinin sanki ilk defa birine bakıyormuşçasına merakla açılıyor olması sanırım. Ve gözlerindeki ışık. Bu ışığı yetişkinlerde, ne yazık ki, ne bu parlaklıkla ne bu sıklıkla görüyorum. Bu da bana bir yetişkin olarak merak duygumu bırakmadığım sürece ışığımın da her zaman olacağı bilgisini hatırlatıyor.

 

Peki seni en zorlayan yanı?  

 

Beni en zorlayan yanı tepkisiz çocuklar. Daha doğrusu eğitim sistemimiz nedeniyle sorgulamayı, merak etmeyi, soru sormayı bırakmış çocuklar ile karşılaşmak beni çok üzüyor. Böyle grupları uğurladıktan sonra bir süre kendime gelemiyorum. Ülkemizin sosyal ve politik durumunun çocuklarımız üzerindeki etkilerini çok net görebiliyorum.

 

Nasıl çocuklar geliyor, hadi daha dürüstçe sorayım: sadece zengin çocukları mı?

 

Hayır! Hafta içi İstanbul’un dört bir köşesinden okul grupları geliyor. Bu grupların çoğu devlet okulları. Özel okullar da geliyor elbette ama hedef sanat eğitimine erişimi olmayan okulları ve çocukları mümkün olduğunca çok müzeye çekebilmek. Burada geçirilen bir saat birçok çocuk için, ilk defa Boğaz’ı görmekten tutun ilk defa onca sanat malzemesi ve özenle karşılaşmak demek de olabiliyor.

 

Hüseyin Çağlayan ile Nuri Bilge Ceylan’ın çalışmalarının olduğu bir köşe var hatta, Boğaz’a bakıyoruz camın ötesinden. Çokça duyduğum bir soru şu: bu manzara gerçek mi? Çocuklar yaşadıkları şehrin incisi Boğaz’ı bile ilk defa bu vesileyle gördükleri için gerçek mi yoksa bir resim mi olduğu konusunda şüpheye düşüyorlar! Çünkü o kadar güzel bir sahne ile karşılaşıyorlar.

 

 

Bir sergiyi 5 yaşında bir çocuğa ne şekilde anlatacağına nasıl karar veriyorsun? 

 

Sanırım anlatıcılık çocukluğumdan beri dünyamda var. 9-10 yaşlarımda 4-5 yaşlarındaki tanıdıklarıma hep bir şeyler anlatır öğretirdim. Bugün de anlatıcılığım bazen yoga derslerinde, bazen çocuklarla yaptığım atölye çalışmalarında, bazen de yetişkinlerle yaptığım rehberli turlarda ortaya çıkıyor. 7’den 70’e her türlü yaş grubundan kişiye aynı bilgiyi çeşitli yaratıcı şekillerde aktarmak gerçekten zamanla oluşan bir deneyim. Ortada bir karar yok, sadece oluveriyor. Benim yüzde yüz orada olmamı gerektiren bir iş, bu bağlamda anda kalmak konusunda da harika bir deneyim oluyor. Orada olduğum sürece her türlü aktarıma açık zihin yapım ve geçmiş deneyimlerim.

 

husne-cigdem-5

 

Stüdyonda yoga dersleri verdiğini biliyorum aynı zamanda. Müzedeki bu işinle yoga hocalığı birbirlerini nasıl etkiliyor? Aralarındaki bağlantı sence ne?

 

Meditasyon. Sesim, konuşma ritmim müzede çocukları ya da yetişkinleri bir aleme davet ederken yoga derslerimde de meditasyona davet ediyor. Aslında hep beraber bir yolculuğa çıkıyoruz. Yoga derslerimde benimle o odada olan herkes teker teker kendi matları üzerinde bir keşfe çıkarken, sergi turlarımda da sanat çalışmalarının arasında bir keşfe çıkıyoruz. Her ne kadar değişik zamanlara yayılan birçok çalışmadan bahsetsem de ortak yönü hepimizin hep o an içinde bir konuya odaklanmış olmamız. Ve sadece orada olmak. Bu da meditasyon oluyor. Bazen turum bitince, meditasyon oturuşundan kalkmış gibi hissediyorum. Hayata tekrardan karışmadan önce bir nefes alıp vermek gibi. Bana eşlik eden herkesle hem beraber hem de ayrı ayrı. Yoga pratiğim nefesime, kelimelerimin ritmine ve dansına, odaklanmama, sadece orada olmama ve beraberinde de derin bir meditasyona yardımcı oluyor. Kendimi bu konuda çok şanslı hissediyorum. Hem müzede hem matların üzerinde bunca insanla göz göze gelebiliyor olmak müthiş bir his.

 

husne-cigdem4

 

Biraz teyzelikten bahsedelim… yeğeninle çok yakın olduğunu biliyorum. Teyze olmak müzede çocuklarla yaptığın işi etkiledi mi? Ya da tam tersi? 

 

Aslında çocuklarla çalışmaya başlamam on sene öncesine dayanıyor. Robert Kolej yaz kamplarında sanat stüdyosunda yaptığım çalışmaların ardından okul sonrası sanat atölyeleri tasarladığım bir dönem oldu. Müzede çalışmaya başladığımda Leyla, yeğenim dört yaşındaydı. Onunla kurduğum ilişki, müzede benimle geçirdiği zamanlar ve aktarımları her zaman ilham verici. Bir araya geldiğimizde ilk yapmak istediği şey resim. Bana ressamcı diyor, halbuki ben sadece çizgilerle dans eden meraklı bir ruhum.

 

Teyzelik genel olarak çocuklara veya çocuk sahibi olmaya bakışında bir şey değiştirdi mi? Ya da şöyle sorayım: teyze olmak seni nasıl değiştirdi?  

 

Hayatımda yüzlerce çocukla bir araya geldim, her biri birbirinden özel ve güzel çocuklardı fakat hayatımda hiçbir çocuğu bu kadar sevmemiştim. Leyla doğar doğmaz gerçekten hissettim annesinin yarısı olduğumu. Değişik bir sorumluluk duygusu başladı. Onunla mümkün olduğunca çok vakit geçirmezsem beni unutur gibi endişelerim oldu bir dönem. Ama Leyla çok küçükken bana çok büyük bir ders verdi. Leyla altı aylıkken, altı aylığına Arjantin’e taşındım. İstanbul’a döndüğümde Leyla bir yaşına basmıştı. Hatta ilk doğum gününde yanında olamamak da beni bir hayli üzmüştü. Evden içeri adım atmamla daha yeni yürümeye başlamış olan bu minik ruhun bana doğru koştuğunu ve hop diye göğsüme konduğunu asla unutamam. O gün Leyla bana bağın sadece beraber vakit geçirilerek kurulmayacağını öğretti, bazı şeyler çok derinlerdeydi, ve bu derinlik zamandan, mekandan etkilenemeyecek kadar kuvvetliydi. Ben Leyla sayesinde yeni bir sevgi türü ile karşılaştım. Teyze olmak, beni anne olmak fikrine çok ısındırdı diyebilirim, bir taraftan da anneliğin tüm aşamalarını bu kadar yakından gözlemlemek, doğru zamanda doğru bir insanla olması gerektiği fikrini de pekiştirdi zihnimde. Doğrudan kastım iç seslerim. İç seslerimin güzel titreşimler yaydığı bir gün ben de anne olmak isterim.

 

Sence “çocuklarla arası iyi olmak” ne demek, ne gerektiriyor?

 

Çocuklarla arası iyi olmak demek bence biraz ALICE olmak demek. Yani sürekli yaşını, boyunu, algını, açıklığını değiştirip dönüştürebilmek. 2 yaşında bir çocuk ile kurduğum iletişim 12 yaşındaki çocuk ile aynı değil. Bunun için öncelikle müthiş bir gözlem gerekiyor. Onların dillerinden konuşmak, ilgilerini çekecek yollarla iletişim kurmak çok önemli. Güvende hissettirmek ve biraz da mesafeli bir anaçlık gerektiriyor, yani sevgi.

 

Birazcık deli olunmazsa hayal gücünün kilitleri çocuklarla açılmaz. Onların o sonsuz açıklıklarının yanında benim de aslında her an açık kalmam, kalbimi, zihnimi onlara ve onlarla beraber yaratacaklarıma teslim etmem gerekiyor. Zihnimin başka hiçbir yerde olamayacağı bir iş yapıyorum. Çocuklar onlarla samimi ilişki kurulup kurulmadığını çok çabuk hissedebiliyor. Algıları çok açık olduğu için onlarla kendi otantik yollarıyla iletişim kuran eğitmenler unutulmaz oluyor.

 

 

Bu işin en sevdiğin tarafını, en zorlayan tarafını anlattın. Peki korkutan bir tarafı var mı? 1,5 yaşındaki ilk yeğenimin düşüncelerimi okuyabildiğini düşünüyorum ben mesela. Sadece dinlemiyor, söylemediklerimi de duyuyor gibi. Bunun, senin deyiminle o parlaklığın büyüleyici bir yanı var şüphesiz. Ama huzursuz edici bir tarafı da. Çocuklarla çalışırken yanlış bir şey yapma, söyleme korkun var mı, varsa nasıl aşıyorsun? 

 

 

Öncelikle hepimizin birer bilge olarak doğduğunu, doğarken hatta anne karnında bile bütün bilgi ile donatıldığımızı, sosyal ve kültürel kodlar ile bütün bu bilginin baltalandığını sonunda da yok edildiğini düşünüyorum. Çocuklar anda olmanın en büyük örnekleri benim için. Zihin oyunları olmadan, dürüstçe yaşıyorlar. Onlar için sadece o saniye o dakika var. Kodların henüz az olduğu dönemler en güzeli, yaklaşık 6 yaşına kadar diyebilirim. Ağzımdan çıkan her bir cümlenin içlerine ekilen bir tohum olduğunu bilmek etkileyici. Sen bu durumu ürkütücü bulabilirsin ama bu durum beni ürkütmekten çok güçlü ve umutlu hissettiriyor.  Yapacağım eğitimin adımlarını bildiğim, aktaracağım bilgiden emin olduğum sürece zaten her şey kendiliğinden oluveriyor. Ben kendimden emin olduğum sürece çocuklar da yaratıma açık oluyorlar. Korkudan çok bir kutlama hali diyebilirim. Bana özgür benliğimi hatırlatıyorlar.

 

Çocuklara anlatmaktan en zevk aldığın eser hangisi oldu şimdiye kadar İstanbul Modern’de? 

 

Şu an koleksiyon sergimiz “Sanatçı ve Zamanı”nda bulunan Strange Fruit isimli çalışma sanırım en çok hoşuma giden. Hale Tenger’in bir yerleştirme çalışması Strange Fruit. Karanlık bir odaya giriyorsunuz beyaz ve siyah renkte peluşların arasından, bir anda uzaya adım atmış gibi karşınıza yıldızlar ve dünyamız çıkıyor küre şeklinde. Çocuklarla beraber bu çalışmaya bakmak ve onların dünyamızı bu şekilde gördüklerinde duydukları heyecanı görmek gerçekten çok güzel. Bu çalışma bir anda hepimizi, müzeden, İstanbul’dan, Türkiye’den alıp uzaya, evrene, o karanlık boşluğa götürüveriyor. Hepimiz içinde yaşadığımız dünyaya bakıp büyüleniyoruz.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YSalacak’ta İki Kız
Salacak’ta İki Kız

"Bilinmeyen" fotoğrafçı kimdi? Bu fotoğraf kaç senesinde çekildi?

KÜLTÜR

YBunca Zaman Arkadaş Olabilir Miydik Yani?
Bunca Zaman Arkadaş Olabilir Miydik Yani?

Ryan Murphy'nin yeni dizisi "Feud: Bette and Joan" üzerine

Bir de bunlar var

On Fabric, Urban Space and Feminist Collaboration: Interview with Nadin Reschke
Dünyanın En İyi Filmi
Regine’nin Suskunluğu

Pin It on Pinterest