Annem envai çeşit ülkenin filmlerini, dizilerini “Türkler dublajda çok iyi oğlum” geyiğini desteklercesine dublaja doyarak izledi. Peki sonuç ne oldu? Annem Detroit’li oldu!

ECİNNİLİK

Hayat, Evren ve Detroit’li Annem

Pek çoğumuzun hayat hikayesini bir şekilde şenlendiren birisi illa ki vardır. Ana hikayedeki rolü her zaman bir kaçık olmasa da, arada bir kısa devre yaptığını hissettiğimiz karakterlerden… İşte benim hayatımda bu rolü annem üstleniyor ve korkarım zaman zaman da kendini Detroit’li sanıyor.

 

Detroit’li annemle tanışmamızın zamanını net olarak kestiremiyor olsam da ilk pırıltıları yaklaşık 15 sene önce aldığımızı düşünüyorum. Ki bu tarih, annemin 3874594 bölüm Yalan Rüzgarı’nı soluksuz izlediği zamanlara yakın sayılır. (Other Mother’ın konusunda seni çok iyi anlıyorum Coraline.) Köydeki lojmanımıza alınan çanak anten sayesinde (1992 diye tahmin ediyorum) karıncalar arasından seçebildiğimiz ilk şeyin Show Tv yuvarlağı olmasını takip eden yıllar, annem için adeta altın yıllardı. Bıkmadan düzgün diksiyonlu Ferhunde Hanımlar’ı izliyoruz, akşamları yayınlanan filmlerin (Chucky dahil) neredeyse hiçbirini kaçırmıyoruz. Abimin elektronik merakı sayesinde de eve amaçsızca alınmış bir vhs-video oynatıcımız var, fakat tahmin edebileceğiniz gibi tabi ki çekim yapabilecek bir kameramız yok. Teknoloji ile uzun saatler yalnızca bakışıyoruz. O dönem hala anılarımızı ölümsüzleştirmek adına 36 pozluk film taktığımız fotoğraf makinesini “ya çekerse?” diye hevesle 37. fotoğrafı çekmeye zorluyoruz.

 

Neyse, bu teknoloji buhranı içerisinde abim anneme dahiyane bir teklif sunuyor ve o gezmedeyken ya da işteyken izlemek istediği programı video ile kaydedebileceğini, gelince de izletebileceğini söylüyor. Diyor ve işte sonrası derya, sonrası deniz… Artık hiçbir bölüm kaçırmıyoruz, tuvalete ya da mutfağa gideceksek bile diziyi donduruyoruz. Ferhunde teyzenin ağzının çemçük bir halde öylece kalakalması 5 yaşındaki nohut beyinli beni adeta zevkten öldürüyor, donuk Ferhunde ile şuursuzca eğlenebiliyorum(Elmo’ya beslediğim sempatinin kaynağı budur). Bu şekilde sürüp giden yıllardan sonra annem envai çeşit ülkenin filmlerini, dizilerini “Türkler dublajda çok iyi oğlum” geyiğini desteklercesine dublaja doyarak izledi. Peki sonuç ne oldu? Annem Detroit’li oldu! Ya da hakkını yiyoruz, kadın önceki hayatında zaten Detroit’liydi, şimdikine biz musallat olduk. Bu ısrarlı anımsatmalar da o hayatın sillesini yemiş kimliği evimize arada bir getirip götürüyor.

 

Bu eve gelip giden zenciyle münasebetimiz aslında yeni değil. Tahminen ortaokul yıllarındayım, hatırladığım sahne şu: Gecenin bir yarısı ışık yüzünden eve girip tavana yapışan bir sinek, yemeğe düşecek, bir şeye konacak endişesiyle sandalye tepesine tavana ulaşmaya çalışan anne ve elinde kırmızı bir Pringles kutusu. Benim aslanım, benim Rişar’ım hayvanı tavanda öldürürse yere düşerken yiyeceklerin üstüne düşme ihtimalinden ya da bulamamaktan korktuğu için sineği kutuya hapsetme kararı almış. Arkasında izleyenler olarak kesik kesik de şu sesi işitiyoruz : “Seni ölüm kurturur! Seni ancak ölüm kurturur!” (Annem o günlerde alt yazı hatalarını bile emmeye başlamış) Birkaç yıl sonra bir gün abimle aniden aydınlanma yaşıyor ve hayatımızda bir terslik farkediyoruz. Uyanmama konusunda direndiğimiz günlerde annem popomuzun muhtelif noktalarına sempatik fakat ısrarcı tekmeler konduruyor ve bağırıyor: “Kalk koca kıçlı!”.

 

Onu hayal kırıklığına uğrattığımızda ya da abim evdeki bir şeyleri bozduğunda annemden çok günlük ve normal bir tonda, sıradan bir edayla şunu duyuyoruz: “Oğlum ama sen gerçek bir pisliksin. Gerçekten…” Ve zaman zaman hatalı hamlelerimize karşı arkamızdan gelen “Heey!” uyarısına hiç şaşırmıyoruz mesela.

 

Bu şekilde geçirdiğimiz yılların sonunda beni bu satırları yazmaya iten asıl mevzu ise benim için biraz travmatik sayılabilir. Karşımdaki koltukta ayakları yere değmeden oturan o minik kadın bir anda gözlerimin önünde karardı, büyüdü ve daha da büyüdü. Evrimini ise nihayet Michael Clarke Duncan olarak noktaladı.

 

İşte bu güzel an; ana fikri çok harcama yapmam olan hararetli bir tartışmanın ortasında, sinirle bana dönüp “Kızım! Biraz harcamanı azalt. Hani hep deriz ya, 1 cent’e muhtaç olduğumuz gün gelecek!” dediği andır. Şaka yapmadığını, verdiği para biriminde samimi olduğunu idrak etmem en iyi ihtimalle beş saniyemi aldı diyebilirim. Ki aile ekonomimize, kurulduğu günden bu yana giriş yapabilen tek Amerikan parası, yerime ulaşmak için sahneyi kullanma gafletinde bulunduğum düğünde, kestirme yolun halay ekibiyle kesişmesinden mütevellit alnıma yapıştırılan 1 dolardan ibarettir. O da hala cüzdanımda zaten, tedavülden kalkacağı günü bekliyor, ekonomiye can veremiyor, çile dolduruyor.

 

(Yaşadığımız ve artık hatırlayamadığım tecrübelere dayanarak) Artık çekirdek ailem olarak biz, annemin önceki hayatında Detroit’te yaşayan pis işlere bulaşmış bir oğlan çocuğu olduğuna ve çok zamansız öldüğüne samimiyetle inanıyoruz. Saadettin Teksoy hala program yapıyor olsaydı kendisine başvurur ve annem bir sahtekar mı yoksa gerçek bir reenkarne mi araştırılsın isterdim, fakat kısmet değilmiş. Şimdilerde ise annemin evdeki menekşeleri kurutup minik minik poşetleyeceği, asprinlere playboy tavşanı çizeceği ve rızkımızı duvar deliklerine saklayarak bizi aynasızlardan canı pahasına koruyacağı günlerin gelmesini bekliyoruz. İnsan yeter ki istesin, Detroit’li bile olur.

 

 

 

(5H Notu: Görselin aslı Frederick Warren Freer’ın Okuyan Anne adlı eseri, kafasına Detroit’li rapçi Xzibit’i oturttuk) 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Yüksel Aytuğ Mağarada Yaşıyormuş
Ben Muazzez’im
ANLAYAMAZSINIZ

Pin It on Pinterest