"Ben cumhurbaşkanı olunca banyomu bööyle kocaman mücevherlerle kaplatacağım öğretmenim."

MEYDAN

Büyüyünce Cumhurbaşkanı Olacak Çocuklarla Bir Köy Okulunda İyilik Güzellik

Birkaç ay sonra görevinde ikinci senesini tamamlayacak bir öğretmenim. Bitlis’in bir ilçesine bağlı A. köyünde görev yapıyorum. İlk görev yerim, ilk öğrencilerim ve kış mevsiminin ne kadar uzun olabildiğini ilk görüşüm. Nisan ayında, okulumuzun bahçesi hâlâ kar ile doluydu. Sadece bahçenin köşesindeki park görünüyordu. O da içindeki miniklerimizin sayesinde. Buradaki iki salıncaktan birine oturduğunuzda Van Gölünü rahatça görebilir, “23 yaşında ve daha evvelki sene üniversite öğrencisiyken şimdi benim burada ne işim var?” diye düşünebilirsiniz. Bunu çocukları deli gibi sevseniz de, bu yaşınıza kadar hep bir göl kenarında yaşamak istemiş olsanız da düşünebilirsiniz. Kötü bir yanı yok. Aksine, düşündükçe birbirinden harika cevaplar bulursunuz.

 

Boş dersimde beni o salıncağa oturtup elimde Neslihan Abla’nın demlediği çayla düşündüren, içimi umutla dolduran, çoğu kişinin gözünde korku dolu olan bu tabloda beni gülümseten, Nisan boyunca da kar yağacak diye üzülürken bir öğrenci görünce kışı unutturan, sokaklarında kadın dolaşmayan bu ilçede beni yataktan kaldırıp okula getiren şey, her güzel şeyin içinde, her kötü şeyde eksik olan şey aslında: Sevgi. Sevginin ne demek olduğunu burada daha iyi anlıyorum. İyilikle sevgi arasındaki ilişkiyi de. Çocuklara bunu öğretmek öyle önemli ki! Sandığımızdan, düşünebileceğimizden kat ve kat önemli. Elimden geldiği kadar anlatmaya çalışacağım önemini.

 

Geçen yıl, ilçe merkezinde bir okulda iki gün derse giriyordum. Orada yaşadım anlatacağım şeyi. Beni gerçekten üzen ve öğrencimin karşısında ne diyeceğimi bilemediğim bir konuşma oldu sınıfta. Sözlerine tereddüt ederek yanıt verdiğim öğrencim henüz 3. sınıfta ki bu 8-9 yaşa tekabül ediyor. Konumuz evimizin bölümleri: mutfak, banyo vs. Yapmaları gereken şeyin, ellerindeki resmi hayâllerindeki gibi boyamak olduğunu söyledikten sonra bir öğrencim elindeki kağıda burun kıvırarak baktı. Sonra konuşma şöyle gelişti:

 

-Öğretmenim benim hayâlimdeki banyo böyle değil ki!
– Neden M., sen nasıl bir banyo istiyorsun?
– Ben cumhurbaşkanı olunca banyomu bööyle kocaman mücevherlerle kaplatacağım!

 

Ben en doğru şekilde ne diyeceğimi düşünürken daha, sıra arkadaşı:

 

– Ha ha, öğretmenim ne yapacak ki mücevherleri banyoya koyup?!

 

Gerçekten, insan ne yapar mücevherleri banyoya koyup? Çocuklar ne güzel sorular soruyorlar bazen. Kafa karışıklıklarından ve toplumun dayatmalarından en uzakta soruları.

 

Ufak bir şaşkınlık yaşadıktan sonra M.’nin karşısında eğilip göz hizasına geldim. Cumhurbaşkanı mı olmak istiyorsun?, diye sordum. Evet diye yanıtladı. O zaman, dedim, bak ben senden bir şey isteyeceğim: Cumhurbaşkanı olduğunda o mücevherleri banyona koymak yerine evi olmayan insanlara, hayvanlara ev yapmak ya da karınlarını doyurmak için kullan olur mu? M. gayet kendinden emin bir şekilde beni asıl şaşkınlığa uğratan sözleri söyledi:

 

– Ben zaten onu da yapacağım öğretmenim. Dünyadaki herkesi Müslüman yapacağım, ülkemizi diğer ülkelerle birleştirip tüm dünyayı Türkiye yapacağım. Ama sadece Nepal’i bırakacağım, çünkü orada biraz kafir var.

 

Şimdi benim bu noktada, kelimelerim tükeniyor bazen. Sanki ne söylesem az, ne söylesem fazla gelecek gibi bir durum. Olsun, ben yine de ifade etmeye çalışacağım.

 

M.’ye bunları söyleten her şeyi tek tek düşünüyorum. Dünya üzerinde ve bu coğrafyada tüm yaşananlar, tüm kötülükler, hor görmeler, benden değilse kötüdürcüler, mini eteği varsa şöyledir, tesettürlüyse böyledir, bu memleket sadece bizimdir-beğenmeyen şuraya gitsin diyenler, biz ezildik siz daha çok ezilin-biz öldük siz daha çok ölün diyenler, bu kin, bu nefret, bu hep bi olmamışlık… Sevmeyi, sevilmeyi bilmemek değil mi? Bugün yazanı, okuyanı, bir enstrüman çalanı, kahkahayla güleni, öpeni, kucaklayanı, dans edeni, üreteni, birkaç lisan bileni, gezeni, keşfedeni, şiiri, türküleri, bisikletleri, kendi ayakları üstünde duran özgür bir kadını, evinde 3 kedi ile yaşayan bir adamı sevmeyenler… Dün başka şeyleri sevmiyordu başkaları. Yarın da başka şeyleri sevmeyecek bugün sevilmeyenler… İşte M. sanıyor ki her şeyleriyle sevilmemiş ve insanı-dünyayı her şeyiyle sevemeyenlerin yarattığı bu dünya normaldir. Sanıyor ki herkes tek inançtan olunca, tüm dünya kendi ülkesi olunca güzel olur her şey. Sanıyor ki mutluluk altındır, mücevherdir.

 

Peki baktığı dünyada gördüğü şeyi örnek alırken, ben M.’ye sınıfta ne anlatacağım? Ne öğreteceğim? Söyleyeyim: Tüm balonlar mavi, tüm şekerler kırmızı olsa güzel olur mu çocukluk diye soracağım. Tüm ağaçlar aynı ton yeşil olsa, tüm bulutlar aynı şekilde asılı dursa tepemizde, radyoda hep aynı şarkıyı aynı kişi söylese, hep aynı yolu yürüsek ve yolun kenarında hep tek renk çiçekler açsa, olur mu böyle? Olmaz diyecek. Çünkü çocuklar bilir aslında neyin iyi, neyin güzel olduğunu. Yeter ki görebilsinler, duyabilsinler.

 

Bu yüzden artık, o gün M.’ye verdiğim cevabı, bütün sınıflarda en başta söylüyorum. Konuşmalar hiç bu noktaya gelmeden, belki sınıfta M. gibi düşünen çocuklar vardır diye, hatta tek çocuk olmasa da yapıyorum. Ta gözlerinin içine baka baka, her kelimenin üstüne basa basa diyorum ki:

 

-Herkes bana baksın dikkatlice şimdi, çok önemli bir şey anlatacağım. Canlarım, bu kooooskocaman (burayı uzatarak ve kollarımı açarak) dünyada, sadece ama sadece iki çeşit insan vardır. Uzun-kısa, siyah-beyaz, yaşlı-genç, kadın-erkek, zengin-fakir değil, hiç biri değil. Sadece ama sadece (burada tek tek gözlerine bakarak) iyi ve kötü diye ayırırız insanları. İyi insanlar heeerkesi sever. İyi insanlar herkes mutlu olsun, çok gülsün, çok eğlensin, çok şey öğrensin ister. Ama kötü insanlar sevmeyi bilmezler, insanları üzerler. Her şey sadece kendi istedikleri gibi olsun isterler. Ama bu kötü bir şeydir değil mi? Sınıfta her şey tek kişinin istediği gibi olsa ya da birbirimizi hiç sevmesek ne kötü olur düşünsenize. İşte bu yüzden, sınıfımızda mutlu olmak için nasıl birbirimizi seviyorsak, bu kocaman dünyada mutlu olmak için de herkesi, her canlıyı hatta cansızları bile seveceğiz. Anlaştık mı?

 

Çoğunlukla çocukların hepsi gülümser bu konuşmadan sonra, mutlu olurlar. Çünkü içleri sevmek ve sevilmek isteğiyle doludur. Zaten bu dünya, hâlâ o sevmek isteği sayesinde dönüyor. Görev yaptığım köyde, kavgalı iki ailenin çocukları okulda etle tırnak gibi yan yana oturuyor diye, ben, M. bir gün aşık olsun, çok sevsin, Hristiyan bir dostu olsun, Ermenice bir ağıt ezberlesin umudunu taşıyorum diye, birileri bir yerlerde karşısındakini pamuklara sarıyor diye dönüyor bu yaşlı evimiz.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YGardiyan
Gardiyan

Masamız, 90’ların sonunda, herkesin balkonlardan birbirine seslenip sohbet edebildiği bir mahallenin ortasına kurulu. Yüzleşme masamız mahallenin ortasında duruyor.

KÜLTÜR

YCemile
Cemile

Yıllardır kucağında çocukluğumu taşıdı. Çirkin bir yeşile boyanmış duvarın önünde mini mini kıvırcık saçlı kızı dizlerinde eğliyor yıllardır.

KÜLTÜR

YBu Yollar Kimlere Çıkar?
Bu Yollar Kimlere Çıkar?

İlk kez geldiğim bir şehri düşünüyorum ya da bir kasabayı. Kimseyi tanımıyorum, kimse beni tanımıyor.

Bir de bunlar var

Nevin Yıldırım’ın Hikâyesi Neden Bu Kadar Tanıdık?
Başlık: Merhaba Dilara
Beshara Doumani ile Filistin: Medya, Diplomasi ve Yaşam Savaşları

Pin It on Pinterest