"Bu görüntülerde bize benze­yen bir şey var; bizim insanımızın kısa ve yalın bir tavırla ken­dini açıklayışını görüyorum."

SANAT

Bir Lütfi Akad Belgeseli: Tanrının Bağışı Orman

1916 doğumlu Ömer Lütfi Akad’ın doğum günü bugün. 100. yaşına girdiği doğum günü. Akad’ın  çektiği onlarca film içinde, diğerlerine benzemeyen bir filmi var. Bir belgesel. Adı Tanrının Bağışı Orman. Çekim tarihi kaynaklarda 1963-64 olarak geçiyor. 1948’de başladığı yönetmenlik hayatının ortalarında çekmiş yani bunu ve filmin Akad için ayrı bir önemi var. Anılarında bir toplantıda yanına yaklaşan bir orman mühendisinin filmi önerdiği ilk ana yer veriyor. Bakanlık istiyor filmi, pek aceleleri de yok. O günleri karışık, zahmet ve sıkıntı dolu Akad’ın. İlk duyduğunda çok heyecanlanıyor, ama “evet” diyecek durumu da yok. Kendi kendine şöyle diyor: Bir belgesel, hele bir orman belgeseli be­ni bütün kirlerden arındırır…

 

Hemen gerçekleşmiyor bu iş. Elindeki filmler bitince, Akad’a Orhan Asena tarafından yazılmış senaryo yollanıyor. Heyecanla okuyor ve… Hayalkırıklığı. Asena’nın ısmarlama yazdığı senaryo onu hiç memnun etmiyor. Yıllardır ormanlarla ilgili duyduğu “yaş kesen baş keser” edebiyatından uzak, bir arayışın onu sürüklediği bu yeni alanda yeni bir şeyler yapmak istiyor. Yine anılarında “mesela kök sökmek deyimi” diyor. “Türkiye’de herkes ‘kök sökmek’ deyiminin derin anlamını bilir.” Akad bu belgeseli çekecekse kendini bir ormancının yerine koymak istiyor. Ormancılığın iktisadi durumuna, göç meselesine, açma denilen ağaçların kesilmesiyle oluşan tarım arazilerine, hatta hukuki süreçlere bakmak istiyor.

 

Senaryo üzerinde biraz daha çalışılıyor ve kaba da olsa son haline geliyor iş. Akad’a göre belgesel çekmek avlanmaya benziyor. Görüntü avına Bolu’dan başlıyorlar. Burada ladin, göknar, sedir, melez, ar­dıç, servi, mazı ve akrabaları ile tanışıyorlar. Sonra Konya’ya, Kızılcahamam’a ve muhtelif durumlardan görüntüler avlayabilecekleri başka yerlere gidiyorlar. Çalışma koşulları çok zahmetli. 45 derece eğimli açmalarda, kuru sel yataklarında, tozun, kumun içinde çalışıyorlar. Akad arada bir kendi kendine buralarda ne işi olduğunu soruyor. Orta Anadolu çok sıcak, yaz sıcağında hep beraber kavruluyorlar. Çekim süresince yağmur bulamadıklarından, itfaiye marifetiyle yarattıkları seli İstanbul’da çekiyorlar. Akad keçileri çok seven biri. Oysa orman ve keçi yan yana gelmeyecek iki şey. Belgeseli çekerken keçilere “ihanet ettiğini” belirtiyor anılarında, bu da ona acı veriyor.

 

Film bakanlık yetkilileri tarafından seyredildiğinde büyük alkış topluyor. Onlar hallerinden çok memnun, Akad hiç değil. Görüntülerde yakaladığı tüm yalınlığa, çarpıcılığa rağmen, filmin seslendirmesinde büyük bir sorun görüyor. Daha doğrusu belgeselin metni gereğinden fazla söz dolu. Son kopyayı seyrettikten sonra metni seslendiren  Saadettin Erbil’in sesi kulaklarında çınlayıp duruyor:

 

Saadettin konuşuyor; ağaçlar; tırpanlar, keçiler, koyun­lar konuşuyor; kozalaklar bile konuşuyor. Film değil, tıka ba­sa doldurulmuş koca bir ses. torbası.

 

Yine de tümden mutsuz değil ama:

 

Buna karşılık görüntü­ler tam istediğim gibi. Orada, keskin yalınlığı ile size uzanan gerçeğin acısını duyuyorsunuz. Bu görüntülerde bize benze­yen bir şey var; bizim insanımızın kısa ve yalın bir tavırla ken­dini açıklayışını görüyorum. Bütün bu güzelliği söze boğarak berbat ettiğime üzülüyorum, keşke bu kadar güzel olmasalar­dı diyorum, acım bu kadar büyük olmazdı.

 

Büyük bir şans eseri olarak mı demeli bilmiyorum, ama belgeseli hemen seyredebilirsiniz buradan.

 

tbo

 

Akad’ın “söze boğmuş olmak” diye tarif ettiği sorun, sahiden de belgeselin seyrini zorlaştırıyor. 32 dakika içinde, bir kaç köy üzerinden ormanın ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz, fakat senaryo bir türlü akan, kolay seyredilen bir hikâye etrafında toplanmıyor. Ormanın önemi daha çok ormansızlık teması üzerinden işleniyor. Bir kaç köy konu edinilerek, bitkisiz bir hayatın güçlüğü, yağmur duası, ormana zarar veren unsurlar (‘kara şeytan’ keçi), susuzluk, kuraklık, orman işletmelerinin önemi, dokumacılık, meyvacılık derken belgesel telaş içinde bitiveriyor. Akad’ın da içine sinen ve sonradan belgeseli seyredecek hemen herkesin hemfikir olacağı gibi görüntüler çok çarpıcı. Belgeselin akışında öngörülemeyen şaşırtıcı sahneler var. Mesela, Akad’ın anılarından, belgeseli ilk seyrettiğimde beni çok çarpan bir sahnenin Kızılcahamam’a bağlı, Bayır köyünde çekildiğini öğreniyoruz.

 

Kurak bir arazinin ortasında umutsuz görünen bir köy bu. Köyün muhtarı bizzat köylerindeki kıtlığı, çoraklığı anlatıyor kamera önüne geçip. Muhtarın demesine göre köye, zamanında ormanlık olduğundan yerleşilmiş, fakat zamanla ormanlar bittiğinden, “şimdi çalı çırpı yakılıyor” diyor muhtar “ve bir de…” diyerek duruyor.

 

Burada kamera bir ahıra yöneliyor. Ahırda genç bir kadın görüyoruz, elinde tezek var.  Yani muhtarın söylemediği kelime tezek. Ve işte tam bu sahnede, elindekini yoğuran bu kadın bir an durup gözlerini kameraya çeviriyor, duruyor duruyor ve sonra şunu yapıyor:

 

tbo1 tbo2 tbo3 tbo4

tbo5

İlk seyrettiğim andan beri bu çekimin nasıl gerçekleştiğine dair merağıma yine Akad’ın anıları yetişiyor:

 

Köylü, tezek peşine ilkyaz günle­riyle düşer, taze yeşil ot büyükbaş hayvanların sindirimini hız­landırıyor, çocuklar ellerinde, ağaçtan yapılmış faraşla bu işi yaz boyu sürdürüyorlar. Topladıklarını getirip kızların çalış­tığı bir yere döküyorlar. Kızlar, yeni serpilmiş, canlı ve güzel, çocukların getirdiklerini samanla karıştırıp elleriyle yoğu­ruyorlar. Hızlı ve beceriyle çalışıyorlar evin duvarına daya­lı olanları, bir işlikten çıkmışçasına üreten onlar. Mahmut De­mir kamerasını iyice yere yakın indirmiş, onların çekimleri­ne hazırlanıyor. Kızlar bu işe çok sıkılıyorlar besbelli ve bu­nu, merceğe bir şey sıçramasın diye önüne konan camı tezek­le sıvayarak açığa vuruyorlar…

 

Yani olan, bir filmde görüntüye konu olanın inisiyatifi ele geçirmesiymiş aslında.
Akad’ın adını Işıkla Karanlık Arasında koyduğu anılar kitabını okumaya başlar başlamaz onunla ilgili bir şeyi hemen fark ediyor insan. Hakkaniyetli, vicdan sahibi, disiplinli, kafasındaki görüntüyü ararken bazen etrafındakilere aman vermeyen birisi bu. Tanrı’nın Bağışı Orman‘ın hazırlığı, çekimleri, sonundaki kısmi hayalkırıklığı da bu karakter özelliğinden hep parçalar taşıyor aslında. Genç bir kadının içinde bulunduğu durumdan sıkılarak kamerasını tezekle kapadığı anı montajda atmayan, keçileri belgeselinde kötü gösterdiği için üzülen, kendi filmini, kendi anılarında kıyasıya eleştiren birisi. Belgeseli mutlaka seyredin. Ormanlar, keçiler için değilse, Akad hatırına.


 

Işıkla Karanlık Arasında‘nın baskısı tükenmişti, yenisi ne zaman yayınlanacak hiç bilmiyorum. Kitabı bana ulaştıran Akad’ın iki öğrencisi oldu, onlara çok teşekkür ederim.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

TARİH

YKarpuz Kabuğundan Taç
Karpuz Kabuğundan Taç

Maraton yüzen ilk kadın sporcu Canan Ateş, 1979'da katıldığı bir TRT programında yüzücülük kariyerini anlatıyor.

ECİNNİLİK

YAnnesi Amelya Hanım’ı Oynarken Adile Naşit
Annesi Amelya Hanım’ı Oynarken Adile Naşit

Annesi Amelya Hanım rolünde Adile Naşit kendi çocukluğuna bakıyor.

SANAT

YSöyleşi: Şövket Elekberova, Pıçıldaşın Lepeler
Söyleşi: Şövket Elekberova, Pıçıldaşın Lepeler

Sovyet Azerbaycanı'nın efsanevi ismi Şövket Elekberova'nın bu şarkısı neler anlatıyor?

ECİNNİLİK

YSanal Ev İşleri Sergisi: Sonsuz Patates
Sanal Ev İşleri Sergisi: Sonsuz Patates

Ne yapalım, nasıl yapalım da görünür hale getirelim ev işlerine gömdüğümüz zamanı? 

Bir de bunlar var

Heykel Dile Gelirse!
Ev
18. Yüzyıldan bir Ayna Örtüsü

Pin It on Pinterest