İzlenimciliğin 'unutulan' tek ressamı Berthe Morisot

SANAT

İzlenimci “Deli”lerden Kadın Olanı: Berthe Morisot

 

1876 yılının baharında Paris’te açılan İkinci İzlenimciler Sergisi’ni gezmiş sivri dilli eleştirmenlerden biri, akımın öncülerini şu şekilde tanımlamış: “Beş ya da altı deli, delilerden birisi de kadın…” Bu eleştirmenin bahsettiği deliler, 19. Yüzyıl Fransa’sında yepyeni bir sanat akımının doğuşuna öncülük etmiş Claude Monet, Edgar Degas, Pierre-Auguste Renoir, Paul Cezanne, Camille Pissarro ve aralarındaki tek kadın olan Berthe Morisot.

 

Modernleşen Fransa’da karanlık iç mekanlardan çıkarak, ışığın türlü şekillerde aydınlattığı sokaklara dökülen ressamlar; tanık oldukları çeşitli mekân ve insan manzaralarını kendi iç dünyalarıyla harmanlayarak tablolarına yansıtmaya başladılar. Claude Monet’nin gün doğumunu resmettiği “Impression-Soleil Levant”, Louis Leroy isimli eleştirmenin tabloyu “yalnızca bir izlenimden ibaret olan yarım kalmış bir çizim” olarak betimlemesinden sonra, akıma ismini veren eser olarak kabul edildi.

 

 

Monet, ‘Impression-Soleil Levant’

 

 

Gerçekçiliğin arka plana atıldığı ve sanatsal içgüdüyü duyguların yönettiği İzlenimcilik akımının ayrıştırıcı özelliklerinden birisi, dağınık ve seyrek fırça darbeleri kullanarak, önceki yüzyılların kalıplaşmış estetik anlayışına ait çizgi perspektifi ve klasikleşmiş desen kurallarından uzaklaşmış olması ve daha canlı renk paletleri kullanmasıdır.

 

Akımın öncülerini oluşturan grupta bizzat yer almış olmasına rağmen, Berthe Morisot’un eserleri eleştirmenler tarafından erkek meslektaşlarınınkiler kadar rağbet görmez. Yaşamı boyunca, 860’dan fazla eser üretmiş olan Morisot’un ölüm sertifikasında bile bir mesleği olmadığı yazıyor.

 

19. yüzyıl Fransa’sında erkeklere açılan çoğu kapının, kadınlar için kapalı olduğunu belirtmek gerek. Sanatta İzlenimciliğe arka plan olmuş mekanlar arasında, yüksek statülü kadınların genellikle gitmesinin hoş karşılanmadığı yerler olan kabareler, barlar ve genelevler de bulunuyor. Edme Tiburce Morisot isimli, önemli bir devlet adamının kızı olan Morisot için ise, bu tür yerlere giderek orada gördüklerini resmetmek söz konusu bile olamazdı.

 

Bir yandan, yaşadığı dönemin zengin burjuvazi sınıfına mensup kadınlara dayattığı kalıplar çerçevesinde davranarak kendisinin ve ailesinin itibarını korumaya çalışan, bir yandan da içindeki sanat aşkını olabildiğince dışa vurmaya çalışan Morisot; bu iki kimliğini de bir arada yaşatabilmek için erkek meslektaşlarının aksine eserlerinde kadınları ve onların gündelik yaşantılarını resmetmeyi seçti. Genellikle kadınların yaşamlarından kesitler resmeden Morisot’un eserleri; eleştirmenler tarafından “feminen”, “hoş” ve “narin” gibi çeşitli cinsiyetçi sıfatlar ile nitelendirilirken, erkek meslektaşlarınınki “özgün”, “coşkulu” ve “yenilikçi” gibi daha kapsayıcı tabirlere layık görülüyor.

 

1890 yılında günlüğüne şöyle yazıyor Morısot: “Hiçbir erkeğin bir kadını kendisiyle eşit göreceğine inanmıyorum ve tek isteğim bu olurdu. Çünkü ben, onlar kadar değerli olduğumun farkındayım.” Renoir, Monet, Degas ve Manet gibi dünyaca üne kavuşmuş isimlere sanat camiasında Morisot’tan daha fazla saygı duyulmasının, onlardan daha az yetenekli olduğu anlamına gelmediğini adı gibi biliyordu. İçine doğduğu bu sistemin erkek sanatçıları sırf cinsiyetlerinden ötürü daha fazla hak ve söz sahibi olmaya itmesi, Morisot’u ne yazık ki, sanat dünyasında dezavantajlı bir konuma yerleştirmişti.

 

 

19. yüzyılda kadın sanatçı olmak

 

Yaşamı boyunca, dönemin şartlarının içindeki sanat aşkını söndürmesine izin vermeyen Morisot, birçok önemli esere imza attı. Morisot’un en ünlü eseri, The Cradle (Beşik), sanatçı tarafından 1872 yılında Paris’te resmedildi. İleride yaratacağı eserlerinde sıkça kullanacağı “annelik” temasını bu tabloda ilk defa ele alan Morisot; kardeşlerinden Edma’yı, beşiğinde uyuyan bebeğinin yanı başında konuşlanmış bir şekilde, onu seyrederken resmetti. 1874 yılında İlk İzlenimciler Sergisi’nde sergilenen bu tablo, ne yazık ki, birkaç eleştirmenin “zarif” olarak nitelendirmesi dışında, alıcılardan fazla rağbet görmedi. Bir türlü satılamayan eser, 1930 yılında Louvre müzesine getirilinceye kadar Edma’nın aile koleksiyonunda duruyor.

 

 

 

 

Edma’nın yaşam hikayesi göz önünde bulundurulduğunda, bu tabloyu 19. yüzyıl feminizminin bir simgesi olarak görmek oldukça mümkün. Sol elini çenesine dayamış bir şekilde resmedilen Edma’nın düşünceli yüz ifadesi, evlenerek geride bırakmak zorunda kaldığı kariyerine olan özlemini yansıtıyor denebilir. 1864 yılında bir denizci ile evlenip Brittany’e taşınmadan önce, Edma da Morisot gibi sanat ile uğraşıyordu. Edma evliliği süresince, Morisot’a bağımsız bir sanatçı olarak sürdürdüğü hayatını, kadınlığın ev içi görevlerini üstlenmek üzere bırakmasının kendisinde yarattığı üzüntüyü dile getiren çeşitli mektuplar göndermişti. Kardeşinin bu denli üzgün olduğunu gören Morisot, bir sanatçı olarak kariyerini ilerletmek istiyorsa, evlenmemesi gerektiğine inanmaya başlamıştı. Resim yaparak bir kariyer sahibi olmanın getirdiği tatmin hissinin, evlendikten sonra ev yaşantısını içselleştirmek durumunda bırakılan kadınlarda yerini hayal kırıklığına bırakması; genel kanının aksine, kadınların çocuk bakmak ve evi çekip çevirmek gibi “kadınlık” görevlerinden daha fazlasını arzu ettiklerinin önemli bir kanıtıydı.

 

33 yaşındayken, İzlenimci meslektaşlarından Edouard Manet’nin erkek kardeşi ile evlenen Morisot, sanatına önem veren bir eş bulduğu için şanslıydı. Dönemin bazı diğer kadın sanatçıları gibi iki hayattan birini seçmek durumunda kalmayan Morisot’un en büyük destekçilerinden biri de eşi Eugene Manet idi. Eugene de bir sanatçıydı, hatta dönemin geleneklerinden farklı olarak, gerekirse kendi kariyerini askıya alarak eşine menajerlik yapmayı bile düşünmüştü. Berthe Morisot, yalnızca 54 yaşında gripten hayatını kaybedinceye kadar İzlenimciler Sergileri’nin sekiz tanesinden yedisine katılmış, sonuncu sergiye de hamile olması sebebiyle katılamamıştır.

 

Manet, Monet, Renoir ve Degas gibi ünlü isimler 20. yüzyılın başlarına dek üretmeye devam ettikleri ve tarzlarını geliştirdikleri için Morisot’un erken yaşta vefat etmesi, bazı eleştirmenler tarafından “fazlaca kadınsı” addedilen eserleri ile birlikte isminin de uzunca bir süreliğine sanat tarihinden silinmesine sebep olmuştur. Şimdilerde Morisot’un eserleri tekrardan hak ettiği değeri görmeye başladı. Dünyanın çeşitli önde gelen müzelerinde sergilenen eserleri, her gün binlerce sanatseverle buluşmaya devam ediyor. Morisot’un ismi sonunda aydınlığa erişti ve İzlenimcilik akımının öncüleri kabul edilen ressamlar arasındaki yerini aldı…

 

 

Ana görsel: Morisot, Otoportre.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

13. Filmmor Kadın Filmleri Festivali Başladı
Bitmeyen Hikâyeleri Var, Biliyor Musun? Agnès Varda’nın Üç Filminde Mekânların Hafızası
Mememi Çaldın ve Bedelini Ödeyeceksin

Pin It on Pinterest