Yeni nesil trans ebeveynler ve çocukları için, anneliğin anlamı kapsamlı bir değişimden geçiyor.

KÜLTÜR

Anneliğin Cinsiyeti Var Mı?

[Clarissa Sebag-Montefiore’nin aeon’da yayınlanan “Is motherhood gendered?” yazısının çevirisidir.]

 

Fay Purdham beş yaşındayken büyüyünce anne olmak istediğini açıkladı. Ama bir engel vardı: Fay, Kevin olarak doğmuştu. Purdham, annesinin “Hayır, hayır, senin istediğin baba olmak,” dediğini hatırlıyor. “’Hayır’ dedim,
‘ben anne olmak istiyorum.’ Annem işte ilk o zaman çocuğunun farklı olduğunu anladı.” Kuzey İngiltere’de Newcastle kentinde yaşayan Purdham, bugün 20’li yaşlarının sonlarında ve “trans bireyler için bir sonraki adımın” rahim nakli olmasını umuyor. Kendi deyimiyle, bileklerinin kalınlaştığı ve çatlaklarla dolu bir hamilelik hayali kuruyor: “Kendi bebeğimi taşıdığımı düşünün. Ah! Düşüncesi bile harika.”

 

Geçtiğimiz Eylül, The Miss Transgender UK yarışmasında üçüncü gelen Purdham, şimdilik elindeki en iyi seçeneği değerlendiriyor. 21 yaşındayken, yeniden cinsiyet tayini operasyonundan önce dondurduğu spermlerine taşıyıcı anne bulabilmek için Go Fund Me aracılığıyla 100.000 Sterlin toplamayı umuyor. Bu arayışı ulusal basında ses getirdi: geçtiğimiz Ekim ayında, Daily Mail gazetesi şöyle bir gürültü kopardı: “Transseksüel model İngiltere’de aynı bebeğin hem annesi hem de babası olan ilk kişi olmak istiyor”.

 

Üreme tıbbı ile anneliğin tanımı, doğum yapan anneliğe ek olarak, taşıyıcı anneliği ve evlat edinen anneyi de sahiplenecek şekilde genişledi. Günümüzde bir de dördüncü kategori var: transseksüel anne. Bir çok olasılığın yanı sıra, bu annelik hali hamile kalmak için hormon tedavisini bırakan, rahim sahibi olan bir erkeğin veya cinsiyet operasyonundan önce spermini dondurmuş bir kadının çocuk sahibi olması anlamına gelebilir. Basitçe söylemek gerekirse artık “annelik’” veya “babalık” sadece doğumda bize atanmış kromozomlar ve seks organlarıyla değil, kendimizi tanımlamayı seçtiğimiz cinsiyet ile de tanımlanabilir hale geldi.

 

2014 yılında Working Mother dergisi “Yılın Çalışan Annesi” ödülünü Amerikalı bir üst düzey yönetici olan transseksüel kadın Meghan Stabler’a verdi ve böylece ilk defa bir trans birey bu ünvan ile ödüllendirilmiş oldu. 2013 yılında Kaliforniya merkezli, kar amacı gütmeyen Forward Together derneği “Mama’s Day Our Way” (Anneler Günü, Kendi Tarzımızda) yazılı elektronik anneler günü kartlarını yayınlayarak yeni bir akışkan-cinsiyetlilik gerçeğine işaret etti. Ve geçtiğimiz yıl, ABD Başkanı Barack Obama cinsiyet kimliğinin koruyucu annelik ve babalığın ve evlat edinmenin önünde bir engel olmaması gerektiğini söyledi.

 

Örgütler bu duruma ayak uydurmak için uğraş veriyor. Stabler’ın ödül aldığı sene, yardım derneği New York Kürtaj Fonu, transseksüel erkekleri yabancılaştırmamak için, oybirliği ile artık kadın terimini kullanmamaya karar verdi. The Midwives Alliance of North America (MANA) (Kuzey Amerika Ebeler Birliği), kılavuzlarındaki temel bölümlerde yer alan kadın ve anne kelimelerini “hamile birey”, “hamile ebeveyn” ve “doğum yapan ebeveyn” olarak değiştirdi.

 

MANA’nın bu hareketine karşı çıkanlar da oldu. Saygın ebelerden oluşan bir grup, endişelerini dile getirmek üzere bir araya geldi ve yazdıkları açık mektupta “yükselen bu akımların… biyolojik maddi gerçekliği görmezden gelerek bizi doğadan ve bedenlerimizden daha da uzaklaştırdığını ve bunun kadınlar üzerinde zararlı sonuçlar oluşturacağını” belirtti.

 

Burada esas mesele, kadın ve anne olmanın ne anlama geldiği ve kimin kadın ve anne olmasına izin verildiği. “Yılın Çalışan Annesi” Stabler The Huffington Post’ta yayınlanan yazısında ısrarla “diğer annelerden hiçbir farkım yok” diyor ve hayattaki önceliğinin ev işleri ile stresi bol mesleğini bir arada götürmek olduğunu söylüyor. Ama bu iddiası akla sorular getiriyor: annelik, bize çoğu zaman söylendiği gibi, yaradılıştan gelen, hamileliğin ve doğumun “dönüştürücü” sürecine bağlı olarak sevgi ve özveri yaratan kimyasal bir reaksiyon mu? Yoksa öğrenilebilir bir şey mi? Son kertede, trans annelik diğer anneliklerle benzerlikleri vurgulamakla mı ilgili yoksa daha çok farklılıkları kucaklamayı öğrenmekle mi?

 

“Kadınlığın” sahiplenilmesi için verilen mücadele epey çetin. Transseksüel hareketi eleştiren, akademisyen ve “Toplumsal Cinsiyet Acıtır: Transseksüel Politikaların Feminist Analizi” (Gender Hurts: A Feminist Analysis of the Politics of Transgenderism, 2014) başlıklı kitabın yazarı Sheila Jeffreys, “Annelik bariz olarak sadece kadınlığa ait bir şey. Kadın olmayanlar üreyemez” demekte ısrarcı. Jeffreys, tarih boyunca erkeklerin, kadınlar ve üreme biyolojileri üzerinde hak iddia ettiklerini söylüyor ve şimdi de bu durumun trans kadınlar tarafından tekrar edildiğine inanıyor. Jeffreys’e göre bu, “erkek haklarında kadınların bedenlerini ve üreme süreçlerini kontrol etmeye yönelik yeni bir sayfa açıyor. Kadınların, sanki bedenlerinin hiçbir önemi yokmuş gibi yapmaları bekleniyor.”

 

Trans hareket, buna cevaben Jeffreys’i “trans-dışlayıcı radikal feminist” ilan ederek kınıyor. Trans aktivistler, Jeffreys’in ve benzer görüşleri savunanların, üreme haklarına giderek daha çok vurgu yapılarak halihazırda korkunç bir ayrımcılığa maruz kalan bir azınlığı kabullenmeyi reddettiklerini düşünüyor.

 

“Tek meşru kadın, erkekten kadına geçiş yapan mı kalacak?”

 

Aktivistlere göre, önyargı ile mücadele edebilmek için dilin daha kapsayıcı olması gerekiyor. Örneğin, transseksüel blog yazarı Emmett Stoffer’a göre hamilelik artık kadınların meselesi değil, rahim sahibi olanların meselesi. Böylece kadın bedeni ile özdeşleşmiş kelimeler, mesela yumurtalıklar, vajina ve hatta kadın kelimesinin kendisi, doğdukları an tayin edilen cinsiyet ile kimlikleri örtüşenlerin ayrıcalığına örnek teşkil etmiş oluyor. 2014 International Trans Women of Color Network Gathering organizatörlerinden Luna Merbruja, Everyday Feminism’de yayınlanan yazısında “gerçek kadınların adet gördüğüne dair yapılan devamlı hatırlatmaya” sövüyor. Bu düşünce, menstrüasyon üzerine yapılan tartışmaların, hiçbir zaman kanamayacak olanlara karşı yapılan partizanca bir hareket olduğunu öneriyor.

 

Sonuçta kafalar karışıyor. Gazeteci Elinor Burkey, geçen yıl, New York Times’da yayınlanan Kadını Kadın Yapan Nedir? başlıklı yazısında şöyle soruyor: “Tanınmış trans kadınlar, mesela Olimpik sporcu Caitlyn Jenner, kadın olarak anılmayı isterken kürtaj örgütlerine kadın kelimesinin ayrımcı olduğu söyleniyor. Bu gidişle tek “meşru” kadın olarak, erkekten kadına geçiş yapmış olanlar mı kalacak?”

 

* * *

 

Cinsiyetin, seçebileceğimiz ve kelimenin tam anlamı ile değiştirebileceğimiz bir şey olduğu kanısı her geçen gün artıyor. Cinsiyet artık bireylerin kendilerini kadınlık ve erkeklik arasında her hangi bir yerde pozisyonlandırdıkları bir spektrum olarak görülüyor. Bir kişi erkek organlarıyla doğmuş, erkek gibi görünüyor ve geçmişte erkek olarak yaşamış olabilir. Ancak bu adam artık kendini kadın olarak tanımlamaya başlarsa buna bağlı kalmak ve ona o şekilde davranmak zorundayız. Biyolojiyi reddeden ve öz-algıyı yücelten bu büyük kendi kaderini belirleme deneyi, kutsal “öz anne” idealini sarsmaya, bozmaya ve yerinden etmeye yarıyor.

 

Modern tıp, yükselişte olan kimlik politikaları ile birleşince fiziksel ve zihinsel olarak yeni sınırlar yarattı. Doktorlar artık deri kullanarak vajinalar ve penisler yapabiliyor, trans bireyler memelerini aldırabiliyor veya meme yaptırabiliyor, hormon alarak tüylerini azaltma ve çoğaltma şansına sahipler, ve estetik ameliyat ile fiziksel özelliklerini değiştirebiliyorlar. Rahim nakli hala emekleme safhasında ancak yukarıda anılan ameliyat repertuarına eklenme ihtimali dahi çok şey söylüyor.

 

Ama bu yeni cesur dünyada bile, annelik tuhaf bir şekilde kutsanmaya devam ediliyor. Bu kadar geleneksel (ve hatta kimilerine göre boğucu) bir rolün Purdham ve Stable gibi trans kadınlar için neden böyle önemli olduğu sorusunun cevabı bizzat şu anki (toplumsal) cinsiyet anlayışının akışkanlığında saklı olabilir: eğer doğduğumuz cinsiyet artık kadını “kadın” yapan en belirleyici özellik değilse, gebelik kritik bir eşik haline geliyor.

 

Batı geleneğinde biyolojik belirleyicilik, çocukların bir şekilde bizi “tamamladığı” konusunda ısrarcı. Toronto York Üniversitesi’nde Annelik Çalışmaları’nın öncülerinden Andrea O’Reilly, “Kadınların biyolojik olarak gebeliğe programlandığına dair bir inanç var” diyor. Bu doğrultuda, ebeveynlik kişisel tatmine ulaşmanın yegane yolu olarak görülüyor. Anne olma isteğinin bir içgüdü ve belirli bir yaşta kendini mutlaka gösteren bir dürtü olduğu öne sürülüyor. O’Reilly, gerçekte gebeliğe sosyal olarak yönlendirildiğimizi ve kızları yetiştirme tarzımızın bu olduğunu vurguluyor.

 

Annenin ne olduğu ve nasıl davranması gerektiğine dair birbirinden çok farklı görüşler olduğu düşünüldüğünde, anneliğin zaman ve mekan ile şekillen kültürel bir kavram olduğu apaçık ortaya çıkıyor. Birçok aborijin toplumda, örneğin Avusturalya aborijinlerinde, çocuklar biyolojik annelerinin yanı sıra bağları sıkı topluluklar arasında birçok teyze tarafından büyütülür. Viktorya döneminde, aristokrasinin çocukları düzenli olarak süt annelere, bakıcılara ve mürebbiyelere teslim edilirdi. Bunun tersine, 1950’ler ve erken 1960’lar Amerika’sında “süper-anneler” tarihi bir dönüm noktası oldu. Popüler kültürdeki temsili TV dizisi Happy Days’deki Marion Cunningham olan “süper-anne” beyaz, orta-sınıf, mütevazi ve tek eşli idi. Üzerine mutfak önlüğü geçirilmiş bu anne, hep ev kadını oldu ve tüm hayatını sadece kocasına ve çocuklarına adadı.

 

“Artık varsayım şu, kadınlar astronot dahi olabilir ama sen yine de anne olacaksın.”

 

Batı’da kadın özgürleşmesinin sonucu olarak annelik, toplumsal olarak belirgin şekilde değişti. Bu değişikliklerin başında artık kadınların hem kariyer hem çocuk sahibi olabilecekleri geliyor. Ancestry.com’a göre 1860’dan günümüze bakıldığında Amerika’da çalışan annelerin oranı yüzde 800 arttı. Aynı zamanda, daha çok kadın anne olmamayı seçiyor – Amerika İstatistik Enstitüsü’nün verdiği 2014 yılı bilgilere göre, 15-44 yaş arası kadınların yüzde 47,6’sı hiç çocuk sahibi olmamış, 40-44 yaş arası kadınların ise yüzde 15,3’ü çocuksuz.

 

Fakat eski köye yeni adet getirmek zordur. Oyuncakçı dükkanlarında küçük kızlara yönelik raflar bebeklerin, pusetlerin ve minyatür pişirme setlerinin ağırlığını taşımaya devam ediyor. Bunun aksine erkek çocuklar, büyüdüklerinde baba olmaları bekleniyor olsa bile, ebeveynliği cinsiyetlerinin ve benliklerinin tabiatında var olan bir şey olarak görmeye programlanmıyorlar. Toronto Ryerson Üniversitesi’nde Kadın Çalışmaları Profesörü olan May Friedman’a göre “kadınlar 20’lerinde ‘güzellik miti’, 30’larında ise ‘annelik miti’ ile esir tutuluyorlar.” O’Reilly de bu görüşe katılıyor: “Bugünün varsayımı şu, kadın olarak astronot olabilirsin ama gene de anne olacaksın.”

 

Kısacası annelik doğal ve sezgisel olarak algılanmaya devam ediliyor. Anneliğin muğlaklığı üzerine yürütülen samimi tartışmalar, örneğin çocuk sahibi olmaktan doğan mutsuzluk ve pişmanlık veya çocuk sahibi olma fikrini reddetmek, tabu olarak görülüyor, en iyi ihtimalde ise bunları konuşmak rahatsızlık veriyor. Artık isteğimiz doğrultusunda cinsiyetimizi değiştirebiliyoruz ve fakat toplum hâlâ kızları anne olmaya programlamakta ve anneliği de en kıymetli hayat amacı olarak ortaya koymakta ısrarcı.

 

Peki bu tutum transseksüel ebeveynleri nereye koyuyor? Trans hareketin getirdiği pek çok entelektüel sorgulama arasında, mükemmel anne idealini güya tahtından indirerek ondan daha nötr ve daha az yüklü bir terim olan “iyi ebeveyne” geçiş var. Ama gerçekten durum bu mu? Translar arasında kabul edilmiş tek tip bir ebeveynlik kesinlikle yok. Bazı trans kadınlar toplumsal cinsiyet klişelerine karşı çok temkinlilerken, anneliğe bir o kadar hayranlar. Örneğin Purdham, “Hiçbir zaman çocuğumu karnımda taşımaktan gelen o gerçek bağı deneyimleyemeyeceğim” diyerek üzüntüsünü dile getiriyor. “Sezgisel” annelik ve topuklu ayakkabılar: ikisi de feminen estetiğin demode fikirlerine tutunuyorlar.

 

Bu mesele genç nesil trans bireyler için daha fazla önem taşıyor. Geçtiğimiz birkaç on yılda yaşanan en belirgin dönüşüm trans bireylerin nasıl ve ne zaman ebeveyn olduklarıyla ilgili. Geçmişte çoğu geçiş öncesi çocuk sahibi oluyordu. Bunun ilk örneklerinden biri 1972’de cinsiyet değiştirmeden önce James Morris olarak beş çocuğa babalık yapan, ünlü yazar Jan Morris. Transamerica filmi trans bir kadının, geçişinden yıllar önce bir kadını kazara hamile bırakıp 17 yaşında bir oğlu olduğu gerçeğini öğrenmesini konu alan buruk bir komediydi. Halen devam eden TV dizisi Transparent ise babalarının transseksüel olduğunu öğrenen bir ailenin hikayesini anlatıyor.

 

Günümüzde altı yaşındaki çocuklar bile doğdukları değil, hissettikleri cinsiyeti seçebiliyorlar; trans model Andreja Pejic’de gördüğümüz gibi buluğ çağı durduruluyor veya tamamen bloke edilebiliyor; ve üreme hakları tartışmada daha merkezi bir yere taşınıyor. İleride ebeveyn olmak için en sık değerlendirilen seçenekler sperm dondurulması, yumurtaların saklanması ve taşıyıcı annelik. Trans birey için ebeveynlik artık genellikle arzu ettiği cinsiyeti yaşarken düşünülecek bir konu.

 

Anne olmak Purdham için yegane mesele. Konuşmak için şık Londra otelinde buluştuğumuzda bana ısrarla artık bir “kadın” olduğunu, “yeni, ultra bir cinsiyetin” parçası olmadığını vurguladı. Ve bir kadın olarak Purdham da “karşı konulamaz anne olma dürtüsü” hikayesine rağbet ediyor. Purdham, Go Fund Me sayfasında söyle yazıyor: “İnsanlığa yalvarıyorum ve açıklıyorum. Anne olma isteğim dayanılmaz. Çocuğum tarafından anne diye çağırılmak benim için bir rüya. Lütfen bana yardım edin”. Peki bunu ne zaman mı istiyor? Cevabı “aman tanrım, yarın bile geç. Dün.”

 

Purdham anneyi anne yapanın kadınlık olduğuna inanıyor. Ama bunun başka bir yolu daha var mı? “Anaç Düşünme: Barış Siyasetine Doğru” (Maternal Thinking: Towards a Politics of Peace, 1989) kitabında felsefeci Sara Ruddick, annelik kelimesinin cinsiyetsizleştirilmesini savunarak, cinsiyet ve toplumsal cinsiyetimizden bağımsız olarak anneliğin bir eylem biçimi olduğunu önermişti. Geçmişte annelik kibarlık, yumuşaklık, şefkat gibi “kadınsı” özellikleri temsil eden ve sadece kadınlara özgü bir iş olarak algılanıyordu. Ama erkeğin evde kalabilip kadının işe gidebildiği ve toplumsal cinsiyetin değiştirilebilir olduğu günümüzde ‘anneliği’ de diğerlerini kapsayacak şekilde genişletmeli.

 

Lezbiyen çiftler sayesinde bir zamanlar alternatif sayılan ebeveynlik pratikleri artık ana akım

 

Eşcinsel hakları bugüne gelmemizin yolunu açtı. Los Angeles’taki The Williams Enstitüsü’ne göre 2009 yılında eşcinsel çiftlerin yüzde 16’sı çocuk büyütüyordu. Günümüzde Amerika’nın tüm eyaletlerinde tüm çiftlerin çocuk evlat edinmeleri yasal. Bugün trans ebeveynlik konusundaki tartışmalar, eşcinsel çiftlerin ebeveyn olmalarına dair eski tartışmaların geçtiği yollardan geçiyor. Bu durumu O’Reilly’nin sözleriyle özetlemek gerekirse, “Ebeveyn olabilirler mi? Ebeveyn olmalılar mı? Nasıl ebeveynlik yapıyorlar? Bence transseksüel hareket, başlattığımız bu mücadeleden devam ediyor.” Geçtiğimiz on yılda, akademide “annelik işlerinin” bilinçli olarak cinsiyetsizleştirilmesine tanık olduk, “annelik işi ile anaç kişinin biyolojisini birbirinden ayırmaya yönelik gerçek bir adım atıldı.”

 

Lezbiyen çiftler, şimdilerde ana akım olsa da bir zamanlar alternatif ebeveynlik denilen şeye örnek oluşturdular. Sydney Üniversitesi’nden, “İyi Anne: Avustralya’da Güncel Annelikler” (The Good Mother: Contemporary Motherhoods in Australia, 2010) kitabının yazarlarından profesör Susan Goodwin diyor ki “Annelik illa doğurmak ve emzirmek ile ilişkilendirilmekten çıktı ve iki kadın arasında paylaşılabilecek bir şey olarak ele alınmaya başladı.”

 

Örneğin Trevor MacDonald “annelik” işini, ya da kendi deyimiyle “besleyip büyütmek işini” gerçekleştiren bir adam. MacDonald 20’li yaşlarının başında kadından erkeğe geçiş yaptı. Sesini değiştirmek ve sakallanmak için testosteron aldı. Ayrıca iki göğsünü de aldırdı ama rahim ve vajinasını koruyarak tam geçiş yapmamayı tercih etti. Daha sonra erkek partneriyle tanışıp evlendi. Kendilerini gay olarak tanımlayan çift aile kurmaya karar verdi.

 

“Farkettik ki kendi bebeğimizi yapabilmemiz için gereken organlar ikimizde mevcut”. MacDonald testosteron almayı bıraktı, hamile kaldı ve 2011 yılında ilk doğumunu evde yaptı. Tüm bu süreçte MacDonald kendini erkek olarak tanımladı. Beş yaşındaki oğlu ve bir yaşındaki kızı da ona baba diyorlar. Bebeklikleri sırasında baba McDonald çocuklarını emzirdi, kendi sütü yetmediği durumda Human Milk 4 Human Babies ağından yararlanarak, anne sütü bağışlarıyla çocuklarını beslemeye devam etti.

 

MacDonald düşmanca davranışlarla karşılaştı: mesela bebeğini uçakta emzirirken, çocuğun “gerçek memelere” ihtiyacı olduğunu söyleyen bir kadın tarafından azarlandı.. Ancak bütün bu süreç onu trans haklarının yanı sıra erkek haklarını da sorgulamaya doğru yönlendirdi ve “Annesi Nerede?: Trans Bir Babadan Hikayeler” (Where’s the Mother: Stories from a Transgender Dad, 2016) başlıklı bir kitap kaleme aldı.

 

Şöyle açıklıyor: “İnsanlar çok küçük bir bebekle babasını beraber görünce ‘annesi nerede, kadın neden çocuğuna bakmıyor?’ diye düşünüyor. Kültürümüzdeki varsayım kadınların çocuk bakımının tamamı üstlenmesi gerektiği yönünde, özellikle de bebeklerin. Bu, kadınların sırtına çok büyük beklentiler yüklüyor ve aynı zamanda erkekleri negatif bir biçimde yargılıyor.”

 

Kutucukların hiç birine tam sokulamama hali MacDonald için problemlere yol açmış. Uluslararası emzirme organizasyonu La Leche League Canada’nın (LLLC) yerel şubesi tarafından organize edilen destek toplantılarına katılan ve kurumun yardımına minnettar kaldığı için gönüllü olarak çalışmak üzere başvuran MacDonald’ın başvurusu geri çevrilmiş. Ret mektubunda “annelik deneyimi” olan birini aradıklarını söylemişler. (Bazıları da onu tam tersi ile suçlamış: muhafazakâr haber kaynağı Breitbart.com, MacDonald’ın çocuk sahibi olmasının “ne kadar estetik ameliyattan geçerse geçsin biyolojisinin özünde var olan içgüdülerinden kurtulamadığının kanıtı” olduğunu ileri sürmüş.)

 

“Bunu çok enteresan buluyorum çünkü daha önce hiçbir zaman kendimi anne olarak tanımlamadığımı söyleyebilirim. Ancak kültürümüzün anneliği tanımlama ve bundan bahsetme biçimini düşününce çocuğumu emzirerek ve onu büyüterek ona bir tarafıyla annelik yaptığımı kabul edebiliyorum” diyen MacDonald bunun üzerine “ama ben yine de yaptığım şeyi ‘ebeveynlik’ olarak adlandırıyorum” diyerek pozisyonunu netleştiriyor. (LLLC kurumu o zamandan bugüne başvuru kriterlerini değiştirmiş ve MacDonald artık orada gönüllü olarak çalışıyor.)

 

“Büyük Atılımlar: Erkekler, Anneler ve Anneliğe Dair Sohbetler” (Essential Breakthroughs: Conversations About Men, Mothers and Mothering, 2015) kitabında yer alan Birleştiren Bağlar Kopuk (The Ties That Bind Are Broken) başlıklı makalesinde A J Lowik “süt salgılamanın fizyolojik süreci, iyi anne (ve iyi baba) şeklindeki ahlaki yapılara çok bağlı” diyor – ve işte o yapı şimdilerde trans ebeveynlik tarafından sarsılıyor. Bununla beraber, Lowik’in belirttiği gibi, emzirmenin hem ahlaki hem pratik bir seçim olarak günümüzdeki yeri de zamanımızın bir ürünü. Sonuçta çocukları emzirmeleri için süt anne tutmak 20. yüzyılın başında çok genel bir pratikti.

 

MacDonald rahmini, yumurtalıklarını ve vajinasını toplumsal cinsiyetinden bağımsız olarak fonksiyonu olan cinsel organlar olarak görüyor. Basitçe bunlar “bebek yapmak için gerekli organlar.” Aynı şekilde emzirme de onun için küçük bir çocuğu beslemeye yarayan bir şey. Herkes bu kadar faydacı düşünmüyor ama. Amerikalı trans erkek ve bar işletmecisi Nick Bowser, trans kadın ve drag sanatçısı olan karısı Bianca’dan hamile kaldığında (yeniden cinsiyet tayin operasyonu geçirmemiş ikisi de) “hayatının en karanlık zamanını” yaşadığını itiraf ediyor. Bowser, ABC kanalında geçen yıl yayınlanan 20/20 TV programında durumu şöyle anlatıyor: “Beynim biri olduğumu söylüyor, bedenim ise bambaşka biri gibi görünüyordu.”

 

Akışkan cinsiyetli dünya, ebeveynlerin rollerinin nasıl olmasına dair katı beklentileri sarsmaya yardımcı olabilir ancak bunun toplumsal cinsiyetsiz bir ütopya yaratacağına inanmak – tabii, eğer ütopya böyle bir şey ise – naiflik olur. Goodwin “trans anneler gerçekten de anneliğin görünümünü değiştirecek” diyor ve ekliyor: “Ama trans annelerin de yargılanacaklarından ve değerlendirmeye tabi tutulacaklarından ve kendi yüksek standartlarını yaratacaklarından da şüphem yok”.

 

Trans babalar da nasiplerini alacaklar. Thomas Beatie 2007’de “Hamile Adam” olarak medyanın ilgisini çektiğinde, bazı yorumcular tarafından, rahmini kullandığına göre gerçekten de “erkek” olarak değerlendirilebilir mi diye sorgulandı. O halde bir de, “iyi anne” tahtının ironik gaspçısı olarak, kendini kurban etmesi gereken “iyi trans baba” meselesi var. Lowik’in dediği gibi, “o zaman iyi trans baba bebeğini emziren kişi olacak. Bunu operasyon geçmişine ve hissedebileceği herhangi bir cinsiyet ahenksizliğine rağmen yapacak. ‘Gerçek erkek’ olup olmadığına dair soruları görmezden gelmek zorunda kalacak.’”

 

Trans ebeveyn olma süreci, ister evlat edinme, ister taşıyıcı annelik, ister doğal doğum, isterse de çocuk sahibi olduktan sonra cinsiyet değiştirmek yolu ile olsun, zorluklarla dolu. Anneliği epeyce romantikleştiren bir toplumda en büyük zorluk da önyargı: aktivist Darby Hickey transseksüelliğinden ötürü “anne olmaya uygun” görülmediğini ve canavarlaştırıldığını söylüyor.

 

Sosyal medya çocuk yetiştirmenin “doğru” metotlarının denetimi için her daim hazır bir platform sunuyor. Anneler kendilerini yüceltiyor, ifşa olarak kendilerini eleştiriye açıyor ve aynı zamanda açıkça başkalarını yargılıyorlar. Hickey, sürekli ‘iyi bir anne’ olup olmadığı, iyi iş çıkarıp çıkarmadığı konusunda şüphelere gark olduğunu anlatıyor ve bu şüpheler trans kimliğinin etkisiyle katmerleniyor: “Oğlum saçına bir toka takınca, pembe bir şey ve süslü bir pantolon giyince korku duyuyorum. İnsanların onun beynini yıkadığımı düşüneceklerinden korkuyorum. Taciz edileceğinden korkuyorum. Diğer ebeveynler çocuklarının oğlumla oynamalarını istemeyecekler diye korkuyorum.”

 

Geçişi öncesi eski partnerinden iki genç oğlu olan Sydney’li trans kadın Tea Uglow’a göre “en önemli şey önceki varoluşuna bahane bulmaya çalışmamak. İleriye dönük bir bakış açısı gerekiyor. Tarihi yeniden yazmaya çalışmanın kimseye faydası yok.”

 

Uglow üstünde artık maskülen bir “baba” etiketi istemiyor. Fakat eski partneri de “anne” kelimesini onunla paylaşıyor olmaktan rahatsız, kendi rolünü kaybetmekten korkuyor. Zor bir durum olduğunu itiraf ediyor Uglow. “Cinsiyetsiz milyonlarca çocuk ismi var ama cinsiyetsiz bir tane bile ebeveyn ismi yok. Kelimeler var olunca bu fikri de konuşabileceğiz. Kelimeler ihtiyaçları karşılamak için üretilir. Sonuçta çocuklarım düşüp dizlerini kanattıklarında veya ben eve geldiğimde ‘ebeveyn’ diye bağırmayacaklar.”

 

Beklentiler dönüşebilir ve dönüşecektir. Ancak, transseksüel politikaların bu yeni görünürlüğüne rağmen, cinsiyete toptan bir hoşçakal demek olası görünmüyor. O’Reilly, “Bu deneyi yaşadığımız bağlamdan çıkarmamız mümkün değil” diyor ve unutmayalım ki nüfusun çoğu için kadın ve erkek ikiliği hala hüküm sürüyor. Trans hareket toplumsal cinsiyetin ebeveynlik etrafında kutsanması kuralını sarsacak mı, yoksa aksine pekiştirecek mi bu ancak ileride anlaşılabilecek.

 

Purdham takmıyor. Omuzlarını silkiyor ve uzun saçlarını savuruyor. “Hayatın el kitabı yok. Hayatı gereğinden fazla ciddi yapıyor insanlar” diyor köpüklü kahvesinde yüzen tarçından kalbe bakarken. “Biraz rahatlayalım. Bence trans ebeveynlik aynen normal ebeveynlik gibi olacak; yani aşırı derecede zor.”

 

(Bu yazı Billur Dokur tarafından çevrilmiştir.)

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YGazze için 8 Mart’ta Küresel Grev Çağrısı: Gazzesiz Bir Feminist Mücadele Yok!
Gazze için 8 Mart’ta Küresel Grev Çağrısı: Gazzesiz Bir Feminist Mücadele Yok!

'8 Mart'ta bize katılın ve ataerkil ve sömürgeci sistemlerin tahtlarını sarsacak küresel bir grev için bizimle birlikte örgütlenin!'

MEYDAN

YTrans Onur Haftası (Pride) Komitesi: “Dönmeyiz, Buradayız, Bir Aradayız”
Trans Onur Haftası (Pride) Komitesi: “Dönmeyiz, Buradayız, Bir Aradayız”

Yıllardır süregelen düzene bir darbe niteliğindeki söylemlerimizle, “Dönmeyiz, Buradayız” diyerek 18 Haziran Translarla Eşitlik Günü’nde sokaklara çıkıyoruz.

MEYDAN

YYazarak Kuirleştirmek Atölyesi
Yazarak Kuirleştirmek Atölyesi

Avrupa Birliği tarafından finanse edilen CultureCIVIC Kültür Sanat Destek Programı’nın desteğiyle hayata geçen Yazarak Kuirleştirmek adlı atölye ve konuşma programı Mayıs-Eylül ayları arasında çevrimiçi olarak devam edecek. 31 Mayıs’ta başlayan program kültür ve sanat nesnelerini, otoriter kurum ve bireylerce onlara dayatılan ayrımcı anlatılardan özgürleştirmeyi hedefliyor.

MEYDAN

YBir Garip 8 Mart
Bir Garip 8 Mart

Dün okunan basın açıklamasında da dendiği gibi evet yastayız, evet öfkeliyiz ama bu enkazı birlikte kaldıracağımıza inanan milyonlarca insanız da.

Bir de bunlar var

Dustin Hoffman Tootsie’yi Anlatıyor
Şehir Rehberleri: Ayşegül’ün Paris’i
Sen Yürürsen Bahar Yürür

Pin It on Pinterest