Kadınları "kaderimizmiş" demeye iten onlara en küçük çıkış imkanlarını dahi esirgeyen devlet.

MEYDAN

Acılar Varsa Mücadele de Var

Gazeteci Sevda Karaca’nın Evrensel’deki Esenyalı yazı dizisini Pazartesi burada duyurmuş, mahallenin eczacısı ve terzisiyle konuştuğu (dahice) ikinci bölümü eklemiştim. Dizinin son bölümü bugün yayınlandı, Karaca son olarak mahalledeki Esenyalı Kadın Dayanışma Derneğinden kadınlarla konuşuyor, dizinin başında okuduğumuz şiddet, tecavüz, istismar, yokluğu ortadan kaldırmak için uğraşan kadınlarla yani. Çünkü acılar varsa mücadele de var:

 

“Dosyamızın üç günü boyunca memleketin küçük bir panoramasını sunan Esenyalı Mahallesinde kadınların ve çocukların yaşamak zorunda bırakıldıkları “cehennemi” ortaya koyduk. Şiddetin yaygın ve kanıksanmış olduğu, kadınların “tevekküle” sığınarak yaşadıkları, yoksulluğun sorunları katmerlendirdiği bu tabloyla, bugün memleketin herhangi bir büyük kentinin, herhangi bir yoksul mahallesinde karşılaşabilirsiniz.
 
Ancak Esenyalı’nın farkı, bu mahallede kadınların yaşadıkları sorunlara karşı mücadele eden bir dernek olması. O yüzden bu karanlık tablodan umutları kırılmış bir “Ne olacak bu insanların hali” yılgınlığı değil de “Hak ettiğimiz yaşam bu olmamalı, hak ettiğimizi alana kadar mücadele edeceğiz” kararlılığı ile çıkabiliyor kadınlar.
 
Bu sorunlar içinden doğan ve onlara “değiştirme” gücü taşıyan Esenyalı Kadın Dayanışma Derneğinden kadınlara sorduk: Tablo bize ne anlatıyor? Ne yapmalı?
 
Dernek yönetiminden Adile Doğan ve Yasemin Akpınar yanıtladı:
 
ŞİDDET HEP VARDI, DAHA GÖRÜNÜR OLDU; ÇÜNKÜ…
 

Burası, Tuzla ve Pendik’teki organize sanayi bölgelerine ve tersanelere iş gücü sağlayan bir havza. Ailelerin köylerinden ya da İstanbul’un farklı semtlerinden buraya göç etmelerinin temel nedeni, burada iş bulabilecek ve işlerine kolay ulaşabilecek olmaları. Daha 15 yıl öncesine kadar evlerin penceresinden alabildiğine geniş boş bir alan görülebiliyordu. Son 10 yıldır her yerde binalar yükseldi, insanlar 15-20 yıllık kredilerle ev satın aldılar. Ancak özellikle 2008 yılından bu yana artan işsizlik, tersanelerde yaşanan dönüşüm, kapanan fabrikalar, artan göç nedeniyle insanlar borçlarını ödeyemez hale geldi. Ev birleştirmeler arttı. Zaten öncesinde de kadınlar için çok da iç açıcı bir durum olduğu söylenemez. Şiddet hep vardı, baskılar hep vardı… Bugün daha da katmerlenmiş görünmesinin ardında bir, gerçekten yaşanan sorunların gözle görünür biçimde artmış olması; ikincisi burada yürüttüğümüz çalışmanın kadınlara sorunlarını ortaya koymak için olanaklar yaratmış olması var.
 
2013’TEN BUGÜNE DEĞİŞEN NE?
Dernek 2013 yılında Gezi hareketinin mahalleye de yansıyan dinamik sürecinde, kadınların yaşam alanlarına sahip çıkma, yaşadıkları sorunlara karşı bir araya gelebilecekleri, güçlenebilecekleri bir yer arayışına yanıt olarak doğdu. İlk kurulduğunda mahalle içinde daha mücadeleci kadınların bir buluşma noktası gibiydi. O dönem eşi tarafından sokak ortasında yakılan Gönül Çalışkan’a sahip çıkmak ve her yerden duyduğumuz şiddet olaylarına karşı “Biz buradayız” demek için mahallede bir yürüyüş düzenlemiştik. Mahalleli kadınlar üzerinde çok etkili olmuştu. Ev içinden sokağa taşan bu vahşi şiddet karşısında mahalleden kadınların, yaşananları kanıksamamak, göz yummamak gerektiğini sokakta söylemesi, kadınların duygusunu değiştirdi. Yürüyüşe katılmayan, hatta pencereye bile çıkmayan kadınların, kocalarına ‘Bana elini bile süremezsin, seni kadın derneğine şikâyet ederim’ dediğini biliyoruz. Ama yine de kurulduğumuz ilk yıllar mahalleli kadınların daha çok uzaktan izlediği bir durumdaydık.
 
PANDORA’NIN KUTUSU AÇILDI
 
2014 bizim için zor bir yıl oldu. Mahallede ciddi bir şiddet ve istismar yaşandığı, kadınların giderek yoksullaştığı ve çaresizleştiği bir görüntü daha belirgin hale geliyordu. Bu bizim, kadınların sorunlarını anlatacakları bir yer, çare arayışları için bir kapı olmamızla da ilgiliydi tabii. Yaptığımız etkinliklere katılmasalar da sonuçta duyuluyordu burada bir kadın derneği olduğu. Dernek yerelleştikçe sorun yaşayan kadınlar, kapımızı daha çok çaldı. Aslında Pandora’nın kutusu açılmıştı… Dağ gibi sorunlar bir anda üstümüze yığıldı. Bu, ilk etapta “Ne yapacağız bu kadar sorun karşısında” diyen bir umutsuzluk ve çaresizlik duygusu doğurmadı değil. O nedenle 2014 zor bir yıldı diyoruz.
 
Bir yandan bizim gibi küçük bir derneğin tek başına baş edemeyeceği denli büyük sorunlar bize geliyordu; ama diğer yandan eczacısından hekimine, terzisinden fırınına, öğretmeninden psikoloğuna, avukatından esnafına herkesin yapabileceklerini, imkanlarını derneğin imkanı haline getirme çabası artıyordu. Yerel dayanaklarımız, olanaklarımız artıyordu, derneğimizde çalışmalar yürüten kadınların deneyimi artıyordu.
 
‘ASLINDA BEN DE…’
 
2015 sonundan 2016’ya ve bugüne, bir dernekte çalışma yürüten kadınlar değişti, iki derneğe gelen kadınların profili değişti. Dernekte birlikte çalışmalar yürüttüğümüz kadınlar, mahalle tablosundan farklı bir yaşam sürmediklerini çeşitli vesilelerle dile getirdi. Örneğin, çocuk istismarının arttığına ilişkin gözlemimiz sonucunda bir dönem çocuklarla psikolog desteğinde eğitimler yaptık, kendilerini korumaları, istenmeyen davranışlara hayır diyebilmeleri için. Çocuklarını getiren kadınlar bir süre sonra kendileri çocukluklarında yaşadıkları istismarları anlatmaya başladı. Bütün kötü hatıralar geri döndü. Örneğin şiddet karşısındaki hukuki haklarımız konusunda avukatlarla atölyeler yaptık, bir çok kadın hiç dışarı yansıtmadıkları yaşadıklarını anlattı. “Aslında ben de…” demeye başladık. Bu bizi birbirimize yakınlaştırırken, sorunların bizim bireysel sorunlarımız olmadığını da gösterdi. Her bir atölyemiz, her bir çalışmamız, kadınların yaşadıklarını anlatmasına ve de çözmek için bizimle daha çok hareket etmesine vesile oluyordu. Yani başka kadınlara “yardım etmek”, onları “kurtarmak” filan için değil, kendi derdini de anlatmak ve çare bulmak, çözümün ancak birlikte güçlenip değişmekten geçtiği gerçeğiyle mahalleden kadınlara ulaşmak gibi bir bilgiyle donandık.
 
Bu bakış açısı ve 2015 ortalarından beri mahallede giderek daha da yaygınlaşan etkimiz, daha önce ulaşamadığımız pek çok kadının kapımızı çalmasını da beraberinde getirdi.

 
3 YILDA 400 ŞİDDET VE İSTİSMAR VAKASI
 
Kadınların hepsi devletten eli boş dönmüş!
 
– Günde en az 10 kadın, “iş bulmak” için derneğe başvuruyor. Bu kadınların 9’u daha önce hiç çalışmamış, ara sıra evlere temizliğe gitmişler. Şimdi daha düzenli bir gelir ihtiyacındalar çünkü eve para getiren kimse kalmamış.
 
– Günde en az 10 kadın çocuklarına ya da kendine kıyafet, ayakkabı bulabilmek için başvuruyor. Bu kadınların çok çocuğu var, küçük çocukları da olduğu için çalışma olanakları yok. Eve giren bir gelir varsa da ancak ailenin kirasını karşılayabilecek ve belki ekmek alabilecek kadar.
 
– Henüz 3,5 senelik bir geçmişimiz var ve bu süre içerisinde bize 400’ü aşkın şiddet ve istismar vakası gelmiş. Kimisi son derece ağır ve travmatik olan bu vakalarda gözlemimiz şu; bu kadınların yüzde 90’ı bize gelmeden önce gidebileceği her yere zaten gitmiş. Muhtarlığa, belediyelerin danışma merkezlerine, kaymakamlıklara, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın il, ilçe müdürlüklerine, karakollara… Bir şekilde derdine bir çare aramış. Ancak ona buralardan sunulanlar yeterli olmamış, kadınlar yine bir şekilde çaresiz hissettikleri bir noktaya gelmişler. Biz, kadınların son bir çabayla çare bulmaya çalıştıkları noktada başvurulan bir yeriz.

 
KADINLARA ‘BU DA BİZİM SINAVIMIZ’ DEDİRTEN NE?
 
Biriktirdiklerimizden şunu öğrendik. Eğer kadınlardan bu büyük sorunların içinden kafalarını kaldırmaları için küçücük olanakları bile esirgerseniz, ona boyun eğmeyi dayatırsınız. Kadınlar bu koşullar altında neredeyse bir cesaret hamlesi anlamına gelecek biçimde bir yerlere başvurduğunda, siz ona devlet olarak destek olmazsanız, onu yüz üstü bırakırsanız, tablonun daha da ağırlaşacağını bilirsiniz. Şiddet, istismar, eğitimsizlik, yoksulluk bu kadar ağırlaşırken görmezden gelirseniz, kadınların ‘Ne yapabiliriz ki, her şeyi göze alarak gittik devlete başvurduk, ama bir çözüm olmadı, demek ki kaderimizmiş’ duygusuna kapılıp başına gelenleri tevekkülle kabul etmeye çalışması çok doğal. Kadınları ‘Bu da bizim sınavımız, bu da bizim kaderimiz’ demeye iten en temel şeylerden biri, devletin bizzat tüm kurumlarıyla kadınları bunu demeye sevk etmesidir.
 
Bize gelen kadınların yaşadığı en temel duygunun “suçluluk” olduğunu görüyoruz. Örneğin maddi yardım için gittikleri yerlerden “iş bul da çalış” diye, çocukları için okul yardımı almak için gittikleri yerlerden “kim sana bu kadar çocuk doğur dedi, doğurmasaydın” diye, şiddet ya da istismar durumunda başvurdukları yerlerden “sen de çocuğuna sahip çıksaydın, nasıl bu zamana kadar fark etmedin, neden engellemedin” diye, kendi yaşadığı şiddet durumunda ise “sen de biraz alttan alsaydın” diye sorgulanıyorlar. Ben 4 yıldır bir tek kadından “Meselem çözüldü, vergimin de bir işe yaradığını gördüm” dediğini duymadım.

 

Kadınlar adeta bir ‘iyi annelik, iyi eşlik’ sınavına tabi tutuluyor. Ve devlet yaptıklarıyla, yapmadıklarıyla kadınların bu sınavdan geçmesine izin vermiyor. Kadınlar yaralı, kadınlar hep kendilerini ve ailelerini sorumlu tutuyorlar yaşananlardan. Bu da sorunları bireyselleştiriyor; bireysel bir başarısızlık, kadersizlik durumuna indirgiyor. Biz, bunun biz kadınların sınavı değil, aslında tüm kurumlarıyla devletin sınavı olduğunu konuşuyor, tartışıyor, birbirimizi böyle güçlendiriyoruz.
 

‘MÜCADELE’ SOYUT BİR ŞEY DEĞİL, YAŞAM VE ÖLÜM KADAR SOMUT BİR ŞEY
 
Nuran ve Sinem’in hikayesinde ne gördük? Her bir zorlu süreçte kadınların evliliğe, kocaya mahkûm edildiği bir hikâye var ortada. Mesela çevrenin şikayetiyle korkunç koşullar altında yaşamaya terk edilmiş çocuklar için sosyal hizmetlerin bir tedbir kararı aldığı ortaya çıkıyor. Peki bu tedbir kararından sonra bir tek kez bu eve giden, soran, duruma bakan ve gereğini yapan bir kurum var mı? Yok! Kadınlar bize geliyor. Biz de, öncelikli olarak kadınları ve çocukları “yaşatmaya” çalışmak için bebeklere mama ve bez bulmakla, kadınlara destek olmakla uğraşıyoruz. Ama aynı zamanda devleti, yapması gerekenleri yapmaya zorlamakla meşgul olmak zorunda kalıyoruz.

 

“Mücadele” soyut bir şey değil; yaşamak ya da ölmek kadar somut. Kendisi için, çocuğu için, kardeşi için, komşusu için, arkadaşı için “yaşama tutunma” mücadelesi veriyor kadınlar ve hepimizi dönüştürüyor.
 
Kadınlar kendi çözümlerini kendileri üretmek durumunda kalıyor. Derneğimiz bunun için bir araç. Mahallemizin terzisi Hatice ablanın anlattığı olayı hatırlayalım. Okul yönetimi çocukların okula gelmediğinin farkında olmaz olur mu? Devletin bu çocukların neden okula gelmediğini sorgulaması, ailelere gereken desteğin verilmesi gerekmez mi? Gerekir. Okulun her ihitiyacı için velilerden para isteyen okul yönetiminin de acizliği söz konusu. Koca bir sınıfın yarısının çocukların beslenmesine koyulacak bir yumurta, bir dilim peynir bulunamadığı için okula gidemediği bir yerde, kadınların dayanışma sergileyerek yaptıkları, sadece çocukların okula gidebilmesini sağlamıyor. Devlet nedir, bizim vergilerimiz nereye gidiyor, neden biz böyle hayatlar yaşamak zorunda kalıyoruz sorusunu da daha çok tartışmamıza vesile oluyor.

 
BİR ŞEY YAPALIM, YAN YANA GELELİM, BİRLİK OLALIM
 

Bize çok çaresiz olduğunu ve hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünerek başvuru yapan çok kadın arkadaşımız oldu. Kimisi şiddet, kimisi istismar, kimisi aile baskısı, kimisi ekonomik sorunlardan bunalmıştı. Onları iyileştiren ne oldu, diye sorarsanız; çok iyi işler buldular, kendi başlarına çok iyi yaşamlar kurdular diyemeyiz. Ama bir kadın olarak kendilerini iyileştirenin birlikte olmak, birlikte hareket etmek olduğunu gördüler. Çözümün de dert paylaşmak gibi birlikte yapılan bir şey olduğunu gördüler, gösterdiler. Çok çaresiz biçimde buraya gelip, güçlenerek, zorluklar içinde de olsa hayatını yeniden inşa eden, sonra başka kadınlara “Ben yapabildim, sen de yapabilirsin. Ama bunu sen kendin yapacaksın. Biz senin dayanağın olacağız” diyen kadın arkadaşlarımız var şimdi. Bugün derneğin her işine koşan, her boş vaktinde dernek çalışmalarına katılan kadınlar bunlar.
 
Bazen kadınlar, mesela kendi dertlerini çözdükten sonra, kendi kabuklarına çekilmiyorlar mı, kimsenin derdine bulaşmamak gibi bir yol izlemiyorlar mı? Oluyor elbette. Bu bölgedeki fabrikalarda, kötü koşullara ve düşük ücrete karşı direnişe geçtiğinde tanıştığımız, yoksulluk, şiddetle de boğuşan pek çok işçi arkadaşımız var. Kimileri çeşitli kazanımlardan sonra “Ben hayatıma bakarım” deyip başka yerlere taşındı. Ama gördük ki gittikleri yerlerde artık hiçbir soruna gözlerini kapatamadıkları için, bireysel çözümlerle de bir yerlere varamadıkları için yeniden bizimle bağlantıya geçip “Önemli olan birlikte hareket etmekmiş” dediler. Bizi güçlendiren de, Esenyalı’nın tablosunu değiştirecek olan da budur. O nedenle derneğimizde asılı pankartlardan biri şudur: Bir şey yapalım, yan yana gelelim, birlik olalım.

 
BİZ HAYAT KURTARAN KAHRAMANLAR DEĞİLİZ
 
Biz, bu ülkede tacizden, şiddetten, yoksulluktan, mutsuzluktan başka bir şey görmemiş kadınların bu tabloyu değiştirmek için yapabileceği ilk şeyin bu olduğunu hep birlikte öğrendik. Bunun gereğini yapmak için her gün mücadele ediyoruz.
 
Siz de gördünüz, Esenyalı’da kadınların bunun için mücadele etmesi “hayat kurtarıyor.” Ama biz hayat kurtaran kahramanlar filan değiliz, kendi hayatına sahip çıkan, bunun için de bir araya gelen kadınlarız. Kimse adına karar vermiyoruz, kimseyi yola getirmeye çalışmıyoruz. Biz kadınların yaşamları hakkında bütün karar hakları ellerinden alınmışken, her birimizin karar hakkına, yaşam hakkına sahip çıkıyoruz.
 
Bugün sadece Esenyalı’da değil, ülkenin her yanında aynı sorunları yaşayan kadınlar için de çarenin bu olduğuna inanıyoruz. Bizi bu karanlık tabloya mahkûm etmek isteyenlere karşı yapabileceğimiz en iyi şey; yaşadığımız hiçbir şeyin bizim kaderimiz, sınavımız olmadığını bilmek, aynı sorunları yaşadığımız kadınlarla bir araya gelmek, yaşadıklarımızı sorgulamak ve yaşayamadığımız hayatlar için hesap sormak. Bu mahallede kadınların ve çocukların bu hayata mahkûm edilmesini istemeyen herkese sesleniyoruz; Gelin, hep birlikte bu tabloyu değiştirelim!
 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YYoksulluk, şiddet, istismar üçgeninde kadınlar ve çocuklar
Yoksulluk, şiddet, istismar üçgeninde kadınlar ve çocuklar

Evlilik içi tecavüz, "kazara" düşük, dayak, istismar, ekonomik bağımlılık... ve uyuşmak istemek.

Bir de bunlar var

Halime Yusif’le Söyleşi: Rojava, Devrim ve Kadınlar
“LA”: Yüzyılların “Hayır”ı
Kadınlar, Sizin Kadınlarınız Olmak İstemiyorlar!

Pin It on Pinterest