Dışarı çıkarken hep pantolon giydirirdi annem, sinir olurdum. Neden evde etek giymeme izin var da dışarı çıkarken pantolon?

KÜLTÜR

Aynalara Küskün Büluğ Çağında Transseksüel Bir Kız Çocuğu

 

Her şeyi şeyi bire bir hatırlayamasam da kopuk film kareleri gibi gözümün önüne geliyor bazen çocukluğum. Ebeveynlerim boşandığında henüz üç yaşındaydım. Bezirganbahçe’deki üç katlı apartmanın ikinci katındaki dairemizin geniş sayılabilecek balkonundan elimize ne geliyorsa fırlatıyorduk bizi almak için gelen kamyonetin kasasına, eğlenceli bir oyun gibi geliyordu o zamanlar. Babamın bizimle gelmeyeceğini nereden bilebilirdim? Meğer annem evi boşaltıp babamdan ayrılma planları yapmış, biz de bu plana ister istemez alet olmuşuz da haberimiz yok. Benden beş yaş büyük ablam farkında gibiydi olan bitenden, benim küçük oyunuma dahil olmuyordu. Zaman kavramını çözemiyorum ama belli bir süre yüzünü daha önce hiç görmediğim insanların evinde konakladık, meğer babamdan kaçıyormuşuz. Babadan neden kaçılır ki? Ne yapmış da bu kadar sinirlendirmiş annemi? Şu an yirmi bir yaşındayım, bana bu güne kadar bir kez dahi elini kaldırmamış adam, ne yapmış olabilir bu kadar? Bu tarz soruları barındırdım gerçekleri öğrenene kadar. İnsan babasına konduramıyor kötülüğü. Annem on yedi yaşındayken aile zoruyla nişanlandırılmış, sonrasında nişanı atıp babama kaçmış. Gel gelelim babama karşı da herhangi bir sevgi beslemiyormuş, tek taraflı olarak tasarlanmış bir mantık evliliği bir nevi. Babam annem ile evlendiğinde otuz iki yaşındaymış, on beş yaş farkı… Henüz çocukluğuna doyamamış bir çocuk gelin aslında, bu olaylar Trakya’da da mı yaşanıyormuş dedirten cinsten. Babam şizofren derecede kıskanç bir erkekmiş, perdelere dahi işaret koyarmış akşam işten geldiğinde açılıp açılmamış olduğunu test edebilmek için. Annem, dayanamamış tüm bu kıskançlığa. Ah be anne, neden iki tane çocuk doğurdun bu kadar mutsuzdun madem?

 

 

Bu ayrılık süreci, ablamı bilemem de benim için çok keyifliydi açıkçası. Babaannemde uzun bir süre kaldım mesela, sonra tekrar anneme geldim, sonra tekrar babama derken farklı bir koşuşturma vardı genel olarak aile içerisinde. Sonunda mahkeme sonuçlandı ve velayetimiz babama verildi ama annem babam ile anlaşarak bizi yanına İstanbul’a aldı: annem, ben ve ablam. Ben ilkokula başlayana kadar gayet sıradan bir kız çocuğu gibiydim; ablamla evcilik oynar, annem makyaj yaparken onun makyaj malzemelerini yüzüme boca eder, eteklerini giyer kendi eksenimde dönerdim, fırfırlarının hızlı dönüp aniden durduğumda ters yöne vurmasını dikkatlice incelerdim. Ancak dışarı çıkarken pantolon giymem bekleniyordu. Anlam veremiyordum. Dışarı çıkarken hep pantolon giydirirdi annem, sinir olurdum. Neden evde etek giymeme izin var da dışarı çıkarken pantolon? Bu yüzden çıkmazdım evden dışarı gerekmedikçe. Evdeki yaşantım daha makul geliyordu açıkçası. Ama bu durum o kadar da uzun sürmedi. Yaşım ilerledikçe ev ahalisinin bana karşı olan tavırları değişmeye başlamış gibiydi sanki, ablam etek giydiğimde anlam veremediğim şekilde agresifleşiyor, bana kızıyordu. Ben de uzun t-shirtler ile tatmin ediyordum kendimi, dizlerime kadar çekip uzatıyordum t-shirtlerimi, elbise hissi veriyordu bana. Ablam okuldan geldikten sonra arkadaşlarıyla dışarı çıkardı, ben de ondan gizli hemen önlüğünü giyerdim. Annemden çekinmiyordum ama ablamdan hafif tırsıyordum ne yalan söyleyeyim. Transfobi doğuştan gelen bir şey sanırım ablamda. İlkokul çağında belli etmişti farklı renklere olan nefretini.

 

İlkokulun ilk günü…

 

Artık ablam gibi olmadığımı anlamıştım. Annem yavrusunu vahşi hayata hazırlayan bir kaplan gibiydi; pantolonlu önlükler, mavi arabalı kalem kutusu, mavi suluk, arabalı sırt çantası, power rangerslı defter kapları… Adeta yerimi bildiriyordu bana. Mutsuzdum. Okulun ilk günü, annem tuttu elimden, bıraktı beni kırk küsur kişilik sınıflığa. Üçerli oturuyorduk sırada. Sağımda bir kız solumda bir erkek. Kız salya sümük ağlıyordu, erkek de çok umursamazdı. Ders zili çaldı, ders başladı. Her şey iyi güzel, sonra tenefüs zili… Ben ne yapacağım şimdi? Bahçeye insem erkekler topla oynar, hiç anlamam ki. Arka sırada kızlarla boyama yapmak istiyorum ama beni yanlarına almazlar, değil mi? Önlüğümüz farklı çünkü, eteğim yok benim… En iyisi mi otur oturduğun yerde. Okulun ilk bir haftası tenefüslerde yerimden kalkmadım. Daha sonra yanımdaki kız ile arkadaşlık kurmaya başladım. Teneffüste yanlarına gidip boyama yapıyordum. Aradan epey zaman geçti ben hep o grup ile oyunlar oynuyordum. Bahçede ip atlar, istop oynardık, okul bitince buluşup mahallede evcilik oynardık. Öğretmenim durumu farkedip anneme bir not yazdı. ”Oğlunuz kendi cinsleriyle hiç zaman geçirmiyor, hep kızlarla oynuyor. Aile terapistiyle görüşüp destek almanızda fayda var” yazılı bu küçük not kağıdını okuma-yazma henüz bilmediğim için her ne kadar içim içimi yese de içeriğini öğrenemeden teslim ettim anneme. Annem ertesi gün beni yanına çağırıp okulla ilgili sorular sormaya başladı. Hiç huyu değildi halbuki. Arkaşların nasıl, en yakın arkadaşın kim, ne oyunlar oynuyorsunuz gibisinden sorular, tek tek cevapladım sorularını. Tepkisiz kaldı annem ama eskisi gibi değildi hiçbir şey, artık rahat rahat barbie bebeklerle oynayamıyordum en basitinden, etekler giyip annemin karşısında raks edemiyordum, makyaj malzemeleriyle hoyratça yüzümü bulayamıyorum. Ablam zaten bebeklerini dahi saklar olmuştu benden, elimde gördüğünde gelip alırdı. Bana, ”Top musun sen bebeklerle oynuyorsun?” derdi. Top kelimesini ilk ablam söyledi. İlk söyleyen kendi ailenden biri olunca ayrı bir yara açıyormuş. Madem barbie ile oynamama izin yok, o halde bana actionman alın! diye tutturmuştum bu sefer. Neyseki halam hediye almıştı actionman, barbie’nin yerini tutmasa da işimi görüyordu. Dikiş nakışta iyiydim, ona etekler dikerdim. Benim de saçım sınıfımdaki kızlar gibi uzun değildi ama t-shirtün boyun kısmını kafama geçirip saç yapabiliyordum. Bunu actionmanime de gayet yapabilirdim -ki yaptım da. Transseksüel bir actionman. Neden olmasın, değil mi? Neyse ki mahalle arkadaşlarıma actionmani kakalayıp, barbie bebeklerini el altından yürütüyordum. Onlar actionmanin elbiseleriyle ilgilenirken barbieleriyle oynuyordum. Ablam her fırsatta iğneliyordu tabii. Ben üçüncü sınıfa geçtiğimde ablam liseyi kazanıp şehir dışına çıktı. Ablam yoktu artık, rahattım! Annem evde yokken dolabına girer, ne var ne yoksa giyerdim; elbiseleri, etekleri, bluzları, ayakkabıları, takıları… Ha, bu arada annem ikinci evliliğini yaptı benim ilkokula başladığım yıl. İlk başta ablamın kışkırtmasıyla zıt gittim ona karşı ama zamanla sevdim annemin ikinci eşini, ta ki gerçek yüzünü gösterene kadar… Ablamın gitmesiyle kavgalar başladı. Her gün ayrı bir tartışma, ses tonu düşmez oldu evde. Annem bir yandan, o diğer yandan. Genelde odama kapatırdım kendimi, müzik dinlerdim. Alışmıştım zamanla evin içerisindeki o negatif enerjiye, ben ise aksine çok pozitif bir çocuktum. Üzülsem de belli etmezdim. En basiti okulda hemen hemen hergün top kelimesine maruz kaldığım halde yüzüm gülerdi mesela, ama içerlerdim bu duruma içten içe. Hatta tuttuğum günlüğe de yazmışım o zamanlar, ”Ablam bana top dedi, şimdi diğerleri de öyle diyor. Ben top değilim, sadece barbie bebekleri daha çok seviyorum” diye. İlkokul aşkı yapmıştım hemen çok meşhurdu, herkesin bir ilkokul aşkı vardı. Erdem’in Aslıhan’ı, Görkem’in Buse’si, benim de Pelin’im. Böylelikle top denmiyordu artık bana. İlkokul ve ortaokul Pelin sayesinde sorunsuz geçti. Çok zeki bir kızmışım o zaman da, Pelin Rizeli muhafazakar bir ailenin içine kapanık bir kızı, kendi kabuğunda yaşıyordu. Zaten beni de hiç sevmiyordu. Böylece platonik aşk diye yutturdum herkese. Ama lise o kadar da kolay değildi. Ergenlik başladı; sesimdeki kalınlaşma, cinsel dürtülerin başlaması, tüylenme… Bu arada ablam liseyi bitirip üniversiteye başlamıştı, aynı şehirdeydik. Ben onun yanına aldırmıştım naklimi. Bu heteroseksüel erkek kamuflajı işe yaramıştı, ablamla aram düzelmişti… Ama ben? Ben içten içe eriyordum. Kendimden uzaklaştıkça uzaklaştım, artık tanıyamıyordum kendimi. Üç yaşındaki X ile on beş yaşındaki X arasında dünyalar kadar fark vardı. Üç yaşındayken de buydum ki ben, neden şimdi beni ben olduğum için kabul etmiyorsun? Üç yaşındaki halimi kabul ediyordun? Neden şimdi beni başkası olmaya itiyorsun? Ne değişti? Yine aynı benim, yine aynı hisler, yine aynı hal ve hareketler. Zorunlu cis-cinsel hetero erkek görevimi yapıyordum ben de işte. Ablam anlamasa da okulda anlaşılıyordu kadınsılığım. Zorlu bir lise süreci beni bekliyordu…

 

Top gitti, ibne geldi.

 

Ortaokulu mumla arar olmuştum adeta. Üst sınıflar her gün erkekler tuvaletinde beni sıkıştırıp taciz ediyordu. İbne misin sen, neden hep kızlarla takılıyorsun, erkeksin lan sen, erkek gibi davran gibi şeyler üstüne tehditler, gereksiz sevgili kıskançlıkları. Okuldaki bullying bir yandan, evde ablamın iğneleyici lafları diğer yandan. Buna bir de aynafobisi eklendi. Aynalara bakamaz olmuştum. Yüzüm git gide tüyleniyor, sarı tüyler yerini daha belirgin renkte kıllara bırakıyordu, belim, omzum, bileklerim gün geçtikçe daha kalın bir hal alıyordu, sesim boru gibi olmuştu zaten. Aynaya yansıyan görüntüm beni depresif bir insan haline getirdi. Aynalara küstüm. Ablamın kıyafetleri eskisi gibi güzel durmuyordu sanki. Ayakkabıları sıkmaya başlamıştı. Elbisenin önünden belli oluyordu asla uyum sağlayamadığım cinsel organım. Öyle rahatsız eder olmuştu ki beni artık duşa iç çamaşırımla girer olmuştum, havluya sarılıp öyle çıkarıyordum iç çamaşırımı duştan çıkarken, bir güzel de sıkıyordum ki ablam yıkanırken su sıçradı sansın, sırılsıklam olsa sorardı çünkü. Lise üçüncü sınıfta çekilmez hal almıştı bu durum. Babamın bizi ziyaret ettiği bir gün ablamın odasına kapanıp bir poşet dolusu hapı yatağın üzerine boşalttım; mide koruyucusundan, tansiyon hapına kadar. Yüz kırk üç tane hap içtim o gece. Uyku bastırdı, salyalarımı toparlayamaz oldum. Ağzım köpürmeye başlamıştı ki gözlerim kapandı. Sonra babamın omuzlarında araladım gözlerimi, yere doğru sarkık kafam merdivenlerden iniyorduk koşar adım. Merdivenleri izledim bir süre. Sonra uzun bir bilinç kaybı. Uyandığımda yoğun bakımdaydım. Midem yıkanmış, evden ilaçlar getirilmiş. Çok sayıda ilaç aldığım için direkt midemi yıkayıp yoğun bakıma almışlar. Devlet hastanesi olunca tabii ona göre muamele yapılmış, yoğun bakıma girerken siyah bir çöp poşeti içerisinde atılmış kıyafetlerim ablamın önüne. Bilincim ikinci günün akşamı açıldı, sonrası uzun bir zaman yolculuğu geçmişten-geleceğe… Sonuç olarak çok pişman oldum. Yaşanacak çok şey vardı. Yaşım on yedi. Üçüncü gün beni yoğun bakımdan dahiliyeye sevk ettiler, bir hafta orada kaldım. Herkes fazla ilgiliydi bana karşı. Ailem, hiç olmadıkları kadar pozitifti o süreçte. Sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi. İntihar vakası olunca tabii ifadem alındı. Söylemeye dilim varmadı polislere. Ne diyecektim ki? Nasıl anlatacaktım? Anlayacaklar mıydı ki beni? Penisim beni rahatsız ediyor mu diyecektim?… ”Ablam son zamanlarda çok üstüme geliyordu, ruhen çöküntü halindeydim… Pişmanım” diyebildim sadece. Aileme de böyle söyledim. Liseyi ite kaka bitirdim bir şekilde, kaç kez geriye dönük rapor aldığımızı hatırlamıyorum. Neyse ki bitti, kurtulmuştum lanet okuldan.

 

Şimdi sırada üniversite…

 

Korkuyordum. Yine mi? İlkokulda top, lisede ibne, peki üniversitede ne olacak? Üniversite okumamaya karar verdim. İstanbul’a annemin yanına gittim. İçim içimi yiyordu, cinsel isteğim başa çıkılamaz hale gelmişti. Denemek istiyordum. Bir erkeğin tenine dokunmak nasıl bir şeydi onu yaşamak istiyordum. Anneanneme yatılığa gittim iki günlüğüne, sabah dayım işe gidiyordu, canım sıkılmasın diye de bilgisayarını götürmüyordu işe. Eşcinsellerin yoğunlukta olduğu bir sohbet ağı var, bilen bilir. Oraya girip başladım çevremde arayış yapmaya. Kartal’dan biriyle tanıştım ve ertesi gün anneanneme ben gidiyorum deyip çıktım evden. Anneme akşam üstü geleceğim dedim ki adam ile zaman geçirebileyim. Neyse buluştuk, tanıştık… Arabasıyla gelmişti, yaşı yirmidört-yirmibeş falandı. Bir kaç saat sonra ilk hamleyi ben yaparak dudağından öptüm, o da karşılık verdi ve sevişmeye başladık. Ben cinsel organını deliler gibi merak ediyordum, aceleci davranıp elimi götürdüm, sonra beni durdurdu. ”Öpüşelim, sevişelim ama daha ileri götürmeyelim, yaşın küçük, pişman olacaksın” dedi. Ne pişman olması? Deliler gibi istiyorum! Merak ediyorum. Bunun için anneme yalan söylemişim. Neticede ikna ettim onu ve oral yolla ilişkiye girdik. Bir anda dayımın bilgisayarındaki geçmişi silmeyi unuttuğum aklıma geldi, eve gidene kadar dudağımı yiye yiye bir hal oldum. Neyseki sorunsuz geçti o gün. Üç gün sonra anneme Şahika Yücel’in eşcinsellik hakkındaki bir videosunu izlettim. Çevremde hiç transseksüel yoktu, bir tek Bülent Ersoy vardı. Onun da o dakikaya kadar ameliyatlı olduğunu bilmiyordum. Zaten kafamdaki ideal imaj o değildi. Erkeklere ilgi duyuyorum, eh top-ibne zaten kadın gibi olunca deniyor, demek ki ben eşcinselim dedim. Annem hemen yapıştırdı videonun ardından soruyu; ”Cevabını biliyorum ama yine de senin ağzından duymak istiyorum. Eşcinsel misin?” Önce utandım, sıkıldım ama nihayetinde cesaretimi toplayıp, ”Evet anne, eşcinselim” dedim. Sonra saatlerce üzerine konuştuk, o bana beni anlattı, ben ona bilmediği yönlerimi. O gün daha önce hiç olmadığı kadar huzurlu bir şekilde koydum yastığa başımı. Sabahında bir sürü video izlettim anneme ardı ardına, çok sakindi, çok sahiplenici. Aradan kısa bir zaman geçti ki, annem ben dışarıdayken arayıp “hemen eve gel” dedi. Eve gittiğimde yarı bilincini kaybetmiş, sinirden eli ayağı titriyordu. Dayım bütün yazışmalarımı anneme olduğu gibi anlatmış. Yazışmalar cinsellik üzerineydi hep ve şu an kendime yakıştıramadığım bir üslupla yazılmış şeyler. Annem bilgisayarımı aldığı gibi ortadan ikiye ayırdı, neye uğradığımı şaşırdım. Annemi ilk defa o kadar sinirli gördüm hayatımda. Annemden ilk tokadı o gün yedim. Sonra kendimi onun yerine de koymadım değil. On sekizine yeni girmiş evladım internette biriyle tanışıp buluşuyor ve oral seks yapıyor… Bu kadar tepki vermesem de çok üzülürdüm herhalde. Eşyalarımı topladığım gibi ertesi gün babamın yanına gittim. Orada farklı bir atmosfer. Annemin tokat atmasını sorun etti baba tarafı. Malum anne-baba ayrı olunca her iki taraf da birbirinin açığını arar genelde. Bir kaç gün de öyle geçti, sonra annemin ikinci eşinin çirkeflik yapası gelmiş, annemi bir güzel doldurmuş bana karşı. Bir süre sonra babamın olduğu şehre geldiler annem ile ikinci eşi, orada da aynı muhabbetler. Ses desibeli kulak zarı patlatacak düzeyde. Sonrasında yaklaşık üç ay kadar annemle görüşmedim. Utanıyordum. Daha sonra o ilk adımı attı ve aradı. Hiçbir şey olmamış gibi. Sanki hiçbir şey yaşanmadı. Ben işe girdim, çalışmaya başladım, bir yıl kadar çalıştım. Bu sürede kendimi tanımaya başladım. Transseksüel bir kadın olduğumun bilincine vardım. Üzerine bolca araştırma yaptım. Emin olana kadar yerli-yabancı bütün kaynakları inceledim. Unisex kıyafetlere geçişim burada başladı. Saçlar uzadı, şortların boyu kısaldı, kaşlar daha kavisli alınmaya başlandı. Bir ileriki aşama saç boyamaydı, onu da yaptım. Babam gayet normal karşıladı, annem de işte iki üç laf söyleyip susuyordu. Ablamla da tartışıyorduk ama daha sonra can ciğer kuzu sarması oluyorduk hemen eskiden olduğu gibi. İşten ayrılıp dershaneye yazıldım.

 

Korku yok, Rakiye! Üniversiteye gideceksin!

 

Bir yılı daha unisex olarak dershanede geçirdim, sonra sınava girdim ve İstanbul Üniversitesi’ni kazandım. Kafamda milyonlarca plan! Sonunda senelerdir hayalini kurduğum bedene kavuşmama bir adım daha yaklaşmıştım. Üniversite demek, LGBTTI camiası ile iç içe olmak demek. Üniversite demek, özgürlüğüne bir adım daha yakın olmak demek. Kararlıydım ben olmaya. Ya bu deveyi güdeceksin, ya bu diyardan gideceksin dedim kendi kendime…

 

Devamı gelecek…

 

Bu yazı, daha önce Radikal Blog‘da yayınlanmıştır.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

‘Her mektup bir aşk mektubudur’: I love Dick ve kadın arzusu üzerine
Tarık Tarcan’la Çarkıkötek
Çin’de Bir Noel Köyü

Pin It on Pinterest