Ekim 2014'te İsveçli bir aile sabahleyin uyanmış ve evcil hayvanları olan keçinin kayıp olduğunu fark etmiş. Hayvancağızın kanlı tasmasını bahçede bulan aile, kan izlerini takip ederek "İsveç'e göçmen olarak gelen sığınmacıların" kaldığı bir merkeze varmış.

MEYDAN

YAZI

Mülteci Nefreti: Keçilerimizi Yediler, İşimizi Çaldılar

 

12 Ekim, Pazar günü Brigitte Bardot hayranlarının toplaştığı bir Facebook grubunda bir fotoğraf paylaşıldı. Paylaşan ve altına yorum yazan insanlar, Fransız ya da en azından frankofon. Tatlı mı tatlı beyaz bir keçiyi öpen sarı saçlı, beyaz tenli bir kız çocuğunun görüldüğü fotoğraf, şu sözlerle damgalanmış: BÜYÜK ADALETSİZLİK (“TROP INJUSTE”).

 

Fotoğrafın altında herhangi bir haber linki/referans ile doğrulanmaksızın bir hikaye anlatılıyor. Buna göre; Ekim 2014’te İsveçli bir aile sabahleyin uyanmış ve evcil hayvanları olan keçinin kayıp olduğunu fark etmiş. Hayvancağızın kanlı tasmasını bahçede bulan aile, kan izlerini takip ederek “İsveç’e göçmen olarak gelen sığınmacıların” kaldığı bir merkeze varmış. Keçiden geriye kalanları merkezde bulan aile, şikayetçi olmuş. Metin “Lütfen hayvanları beraber koruyalım!” nidasıyla ve Fédération Petite Thérèse adlı hayvanları koruma derneğine yardım çağrısıyla sona eriyor.

 

Fotoğrafın altında bağıran yorumların bazıları şöyle: “Hayvanlara yaptıkları yetmedi mi bu pisliklerin”; “Elbette mülteciler yapmıştır. Hiç şaşırmadım”; “Bizim onların dertleriyle ilgilenmemize sevineceklerine hâlâ ülkelerindeki gibi barbarca yaşamaya devam ediyorlar”; “Ülkenizde değil İsveç’tesiniz. Ya buranın kanunlarına uyun ya da defolun gidin. O zavallı keçinin acısını ve ailesinin öfkesini paylaşıyorum.” Tabii ki çoğu yorum, çeşitli küfür ve hakaretler de içeriyor.

 

* * *

 

Fotoğrafı paylaşanın ve yorum bırakanların, “mülteci”, “sığınmacı” ve “göçmen” kavramlarını ayırt edemedikleri aşikar. Zira ilk bakışta “göçmen” de “sığınmacı” da vatandaşı olmadıkları bir ülkede ikamet etmeleri açısından benzer görünürler. Halbuki “sığınmacı”, 1951 Sözleşmesi’nde belirtilen koşulları sağladığı veya ülkesine geri gönderilmesi hâlinde insanlık dışı muamele göreceği iddiasıyla başka bir ülkeye sığınmıştır. İlgili makamlar “sığınmacı”nın 1951 Sözleşmesi’nde yer alan “mülteci” tanımına uyup uymadığını doğrulayana (yani bu kişiye “mülteci” statüsü verene) kadar veya bu tanıma uymasa dahi geri gönderilmesinin Uluslararası Hukuk’un non-refoulement, yani geri verilmeme ilkesine aykırı olduğuna karar verene kadar, o kişi “sığınmacı” statüsüne sahiptir. Görüldüğü gibi, hâlihazırda birbirinden farklı hak ve yükümlülükler getiren “sığınmacı” ve “mülteci” statülerinin “göçmen” statüsü ile pek az ortak noktası vardır. Bu nedenle fotoğrafın altındaki metinde bahsedilen “İsveç’e göçmen olarak gelen sığınmacıların” kaldığı merkezin neyin nesi olduğunu idrak edebilmek mümkün değil. Haberle tek ortak noktası “keçi sevgisi” teması olan (amma velakin, “o barbar mültecilerin” hayvan aşkının mideden geçtiğine hiç şüphe yok!) bir fotoğrafla pişirilip sunulan bu referanssız hikayede tarih ve yer bilgisi de noksan kalınca insan büsbütün işkilleniyor. Ailesinin veya “katillerinin” isimleri bir yana, bari keçiciğin kendi ismini duysaydık!

 

Haberin Kurban Bayramı’nın üzerinden birkaç gün geçtikten sonra paylaşılması “Acaba?” dedirtmiyor değil. Fakat ülkesini ve sevdiklerini bırakıp savaştan, zulümden, tecavüzden ve ölümden kaçan, gittiği ülkede aylarca kolluk kuvvetlerinin gözetimi altındaki merkezlerde yaşayan, yabancı olduğunu ve istenmediğini iliklerine kadar hissedip her an sınır-dışı edilmekten korkan en “pis barbar” bile bu şartlar altında bir İsveçlinin evinden keçisini kaçırıp yiyebilir mi? Cevap vermek bile mantıklı gelmiyor. Bununla birlikte, elimizde hiçbir somut bilgi olmadığı için, haberin gerçek olabileceği olasılığını kesin olarak eleyemiyoruz.

 

Konu internette biraz araştırılınca, bu şaibeli olaya dair birkaç bilgi bulunabiliyor, ancak hiçbiri “kesin bilgi” değil. Olayın Hälsingland’ın Alfta adlı küçük bir yerleşiminde, yeni açılan Alfta Quren sığınma merkezi yakınlarında yaşandığı iddia ediliyor. Buna ek olarak, polisin elinde kanıt olmadığı için olayın faillerini yakalamak bir yana dursun, suçu mültecilerin işlediğinden dahi emin olmadığı belirtiliyor. Keçicikten geriye kalanların söz konusu merkezin içinde bulunduğundan da bahsedilmiyor. Fakat haberin gerçek olup olmaması, somut kaynaklara dayandırılmaksızın frankofon Facebook camiasına servis edilen böylesine şaibeli bir hikayenin “mülteci”lere karşı yakılan nefret söylemi ateşini nasıl bu denli alevlendirmiş olabildiğini sorgulamamıza engel teşkil etmemeli.

 

Müslümanların kurban kesme ritüeli, her sene Türkiye’de olduğu gibi Fransızca konuşulan Avrupa ülkelerinde de birçok kişiyi travmatize ediyor. Dolayısıyla bu tür bir paylaşımın Kurban Bayramı’ndan yalnızca birkaç gün sonra Facebook’ta belirmesi manidar olabilir. Üstelik haberde “pis barbarların” keçiyi ne amaçla öldürüp yediklerine değinilmiyor: Karınları mı açtı? Adak mı kestiler? Kanunları çiğneyip ülkelerindeki gibi barbarlık yapmadan (!) duramadılar mı? Bu merak uyandıran sebepten bahsetmeye gerek duyulmamış zira bütün mülteciler aynı dinden (İslam) ve kültürden (Arap –Kürt, Türk vesaire de hep bunun içinde!–) gelirler; bunların bir keçiyi kaçırıp katletmek için daima tek bir sebepleri vardır; Avrupalılar da o korkunç sebebi pek iyi bilirler! Doğrusu, burada salt kurban meselesiyle açıklanamayacak başka bir tavır gözlemleniyor.

 

Sonuçta, akla şu soru geliyor: bu dernek, hayvanlara yardım çağrısını muhafazakar frankofon Facebook kullanıcıları arasında hızla yaygınlaştırmak için mevcut “göçmen/mülteci/sığınmacı” nefretini mi kaşımış; yoksa asıl amaç, zavallı bir keçiciğin yürekleri dağlayan hikayesiyle “ülkemizdeki yabancılar”a karşı “nefretdaş” kazanmak olabilir mi? Burada hangi duygu ağır basıyor? Hayvanlara duyulan acıma ve onları koruma arzusu mu, yoksa yabancılara duyulan nefret ve onlardan kurtulma arzusu mu? Her iki olasılığı elesek ve yabancılara karşı (sanal da olsa) bir linç planı olmadığını ve derneğin, önüne düşen asılsız bir habere kanıp anlık öfke nöbeti içinde bu metni paylaştığını (yorumcuların da aynı sinir hastalığından muzdarip olduklarını) varsaysak bile, her iki arzunun kokusunu da neredeyse aynı ölçüde alabiliyoruz.

 

Hikayede ve yorumlarda belirginleşen nefret söyleminin Türkiye’de şu sıralar Suriyelilere karşı dile ve eyleme dökülen nefret söyleminden tek farkı, gerekçesi. İlki gönül meselesi (hayvan sevgisi), diğeri ise para meselesi (ekonomik kaygılar) nedeniyle can havliyle kapısını çalıp yardım isteyen yabancılardan kurtulmanın şart olduğunu ileri sürüyor. Hikayeyi yaygınlaştırıp mültecilere tepki verilmesini isteyen Fransızlar/frankofonlar bu yabancılar yüzünden ülkedeki evcil hayvanların dahi can güvenliğinden yoksun olduğuna inanmışa benziyorlar. Türkiye’de Suriyeli mültecilere sözlü ve fiziksel saldırılarda bulunanlar ise bu “geçici sığınmacılar”ın ekonomik çöküşün en büyük sorumlusu olduğuna ikna olmuşlar.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YSuriyeli Mülteciler İçin Bir Dolar
Suriyeli Mülteciler İçin Bir Dolar

Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı'nın Suriyeli mülteciler için acil bir kampanyası var.

Bir de bunlar var

Korku Ortaklığımız
Alçıpanlar Kaplanmadan Önce
“Adın ne? Adım Dersim. Nerelisin? Diyarbakırlı.” Meclisin en genç milletvekili Dersim Dağ anlatıyor

Pin It on Pinterest